Suriye Demokratik Güçlerinin (SDG), Deyrizor yakınlarındaki Bağuz kasabasına yönelik 9 Şubat’ta başlattığı operasyonu 22 Mart’ta başarıyla tamamlayarak bir zamanlar IŞİD’in işgalinde olan toprakların yüzde 100’ünü denetim altına aldığının kesinleşmesi ile birlikte Kürtler adlarını dokuzuncu yılına girmiş olan Suriye Savaşı’nın galipleri arasına yazdırmış oldular. SDG Başkomutanı Mazlum Kobani’nin aktardığı bilgilere bakılırsa, ABD desteğindeki örgüt, IŞİD ile mücadelesinde 11 bin şehit verdi. 21 bin savaşçısı ise yaralandı.
Gerçi El Kaide türevi cihatçılara ve IŞİD’e karşı mücadelesinde Suriye Arap Ordusu, bu zaman zarfında 100 binin üzerinde şehit verdi. Ancak hem rakamları yarıştırmak anlamsız, hem de SDG’nin kayıpları hiç azımsanacak gibi değil. Dünya tarihinde yaşadıkları bölgeler için 11 bin şehit veren bir gücün o topraklardan “birileri istedi” diye çekildiğine de pek az rastlanmıştır. Dolayısıyla, Nevruz’a denk getirerek sembolik önemini de pekiştirdikleri bu zaferle Kürtler, tarih sahnesinde hem büyük bir moral kazandılar hem de Fırat’ın doğusundaki “özerk” varlıklarını güçlendirdiler.
Gücünün zirvesine çıktığı dönemde Suriye ve Irak’ta 88 bin kilometrekarelik bölgeye hükmeden IŞİD’e karşı kazanılmış zaferin ardından Amerikan askerlerinin Suriye’den çekilme takviminin belirlenmesinin önündeki en büyük engel de kalkmış oldu. Gerçi “kalkmış oldu” diyoruz ama, orada işler biraz karışık…
Ne ölçüde karışık olduğunu bir mini takvimle anlatalım:
Gerçi, ABD Genelkurmay Başkanı Dunford, bu son haberin yayınlanmasından kısa bir süre sonra yaptığı açıklamada, bu bilginin doğru olmadığını söyledi. Ancak, ilk açıklamanın ardından aylar geçmesine rağmen Beyaz Saray halen kesin bir çekilme takvimi veremiyordu.
Özetle, 3 ay önce “Suriye’deki bütün askerlerimi çekeceğim” diyen ABD’den farklı zamanlarda gelen bilgiler bölgede kalacak asker sayısını 0’dan sırasıyla 200’e, 400’e ve en son olarak 1000’e çekiyordu.
Yarın öbür gün bu rakamın bölgedeki mevcut Amerikalı asker sayısı olan 2000’e çıkma ihtimali yok mu? Var elbet! Malum, ABD Başkanı Trump, daha geçenlerde, Suriye’de Amerikan askerlerinin kalacak olmasının, Aralık ayında yaptığı ve Suriye'den 2 bin Amerikan askerinin çekileceğini ilan ettiği açıklamasından geri adım anlamına gelmediğini savunabilmişti. Rakam yarın öbür gün 1000’e ya da 2000’e çıksa, Trump o beyanatında da ilk açıklamasıyla pekâlâ çelişkili olmayacağını düşündüğü bir yön keşfedebilirdi (!) Neticede, savaş dediğimiz, söylediğiniz yalanları yenilerini atarak eskitmek ve hızlıca, ustaca unutturmak, aynı zamanda.
Peki böyle bir gelişmeyi ne mümkün kılacak? Yani rakamların ardında nasıl bir dinamik yatıyor?
Şöyle ki…
IŞİD’in bütünüyle temizlendiği Suriye’nin doğusundaki Deyrizor vilayetine bağlı Bağuz kasabası Irak sınırında yer alıyor. Fırat Nehri’nin doğu yakasındaki kasaba, Suriye hükümetinin kontrolündeki Elbu kemal şehrine ve bu ülkenin Irak’a açılan sınır kapısı el Kaim’e yakın bir noktada. Bir coğrafya eğer Bağdat’a yakın ise -unutmayalım- Tahran’a da yakın oluyor. Dolayısıyla ABD’nin ve ABD destekli SDG’nin buradaki varlığının bir anlamı da, Bağdat – Şam güzergahını yakın bir noktadan gözetim altında tutarak İran yanlısı güçlerin bu hattı kullanmasına engel olabilmek. Aynı kaygı, Ceyş Muğavir el Savri (Devrimci Komando Ordusu) isimli cihatçı proksi gücün yardımıyla ABD’nin Irak ve Ürdün sınırlarına yakın noktadaki el Tenef’i denetim altında tutmasında da geçerli.
Bu iki Suriye toprağının ABD ve ABD destekli güçlerin elinde kalmasını isteyen bir numaralı bölgesel aktör, İran’ın “Akdeniz’e doğru bir koridor açmasını” istemeyen İsrail. Nitekim Golan Tepeleri, İsrail’in 1967’de işgal edip yukarıda bahsettiğim saikle 1981’te ilhak ettiği diğer bir Suriye toprağı. Dolayısıyla, ABD Başkanı Donald Trump, Bağuz’un IŞİD’in elinden alınmasıyla hemen hemen aynı gün, “Golan Tepeleri’nin İsrail Toprağı olduğunu kabul etme zamanı geldi” açıklamasında bulunuyorsa, bunu Suriye Savaşı’ndan ayrı bir bağlamda değerlendirmemek lazım.
ABD Başkanı'nın “İsrail'in Golan Tepeleri üzerindeki egemenliğini” tanıyan belgeyi Benyamin Netanyahu'nun Beyaz Saray'a yapacağı ziyaret sırasında imzalaması halinde bunun ülke içinde başı epeyce dertte olan İsrail Başbakanına erken seçim öncesi büyük bir destek anlamına geleceği açık.
İmzalanır mı bilemeyiz, ama önderliğini ABD’nin yaptığı cephenin Suriye Savaşı’nda “el yükseltme” anlamına gelecek hamlelerini görüyoruz son günlerde. Bakalım karşı cephenin buna gerek sahada gerekse de diplomasi alanında nasıl bir cevabı olacak?
Tabii bu noktada Rusya’nın tavrı ve belirleyiciliği çok önemli. Ancak orada da ilginç bir durum var artık. Gazeteci Fehim Taştekin, geçtiğimiz günlerde kaleme aldığı bir yazısında, bu durumu “şimdiye kadar içeride Suriye ve İran bağlantılı unsurlarla birlikte güç kullanma, dışarıda siyasal çözüme kanal açma, ABD’ye fiili etki alanı bırakma ve Türkiye’yi kendi oyununa ortak etme şeklinde gelişen Rus stratejisi tıkanma noktasına ilerliyor,” şeklinde özetliyordu.
Rusların İran’ı Suriye’den uzaklaştırma çabasındaki İsrail ile de belli bir anlayış birliğine varması, Şam Yönetimi’ni bir süredir epeyce rahatsız ediyordu. Nitekim, Beşşar Esad’ın Tahran’dan vazgeçmeyeceğine yönelik işaretlerini son haftalarda artırma çabasına girişmesinin ardında o rahatsızlığın olduğunu söylemek sanırım yanlış olmayacaktır.
Putin her ne kadar Savunma Bakanı Sergey Şoygu’yu Şam’a gönderip, Esad’ın Moskova’nın desteğinden şüpheye düşmemesi konusunda telkinde bulunmasını sağladıysa da, Suriye hükümetinin içine Tahran’ın yanı sıra Bağdat’ı da katan arayışlarına fren yaptırma ihtimali pek yok gibi. Çünkü yukarıda saydığımız tüm gelişmeler aynı savaşın benzer dinamiklerinin farklı coğrafyalardaki izdüşümleri. Ve Şam’ın bu çerçevede endişeli olmasını anlayabiliriz. Bizler Bağuz’dan Tenef’e, Tenef’ten Golan Tepeleri’ne kadar olan coğrafyada farklı çıkar ve ittifak gruplarının farklı çatışmalarına tanık oluyormuşuz gibi hissedebiliriz. Ama 1980-1988 arasında yaşanan İran-Irak Savaşı’ndan bu yana Ortadoğu’da bazı aktörleri değişmiş gibi görünse de, bizler 40 yıldır aslında hep aynı savaşı izliyoruz.