Daha önce de altını çizmiştim, Türkiye'de ABD'ye duyulan hiddet Washington yönetiminin Ankara'ya yönelik cezalandırıcı adımlarının ardında tam olarak nasıl bir bakış açısı yattığını anlamamıza engel teşkil ediyor. Bir sürü soru bu nedenle, ya "emperyalizm bölgeyi istikrarsızlaştırmak istiyor" ya da "S-400'e çok kızdılar" ezberleri içinde eriyip gidiyor. Oysa iki ülke ilişkilerinin seyrini anlamamız açısından o hiddete ya da toptancı bakışa kurban edilmemesi gereken çok önemli sorular var ki, bunların cevapları, o seyir içindeki kırılma anlarını ve gidişatı bize daha net gösterebilir.
Örneğin…
Neden Donald Trump giderayak, üstelik Pentagon'un yeni dönem bütçesini dahi beklemeden Türkiye'ye yönelik yaptırımlarla ilgili yasa hükmünü alelacele uyguladı?
Neden nihai kararı halefi Joe Biden'a bırakmayı tercih etmedi? Amerikan devlet mekanizmaları böyle bir kararın yeni Başkan'a bırakılmaya gerek bile olmadığını mı düşündüler?
Neden yeni Başkan Biden göreve geldikten sonra birçok Orta Doğu lideriyle telefonda bile olsa görüşürken, hatta Suriye Demokratik Güçleri (SDG) komutanı Mazlum Abdi'ye - annesinin vefatı nedeniyle - ocak ayında taziye telefonu açtığı dahi ileri sürülürken, NATO'daki en güçlü iş ortaklarından biri olan Türkiye'ye üç ay boyunca telefon açmadı? Neden o beklenen telefonu açtığında da sadece "24 Nisan'da Ermeni Soykırımı'nı tanıyacağını" haber vermek için aramış oldu?
Bu ve buna benzer birçok soruya soğukkanlı yanıtlar aramak önemli. Bu arayışla beraber benim karşımızda belirdiğin düşündüğüm (içinde kuşkusuz YPG'ye verilen destek, S-400, F-35 meselelerini de barındıran) ve yine soru formunda dillendirmeyi tercih ettiğim ihtimaller şunlar:
İHTİMAL 1: Acaba ABD yönetimi kendi bünyesinde hiçbir fikir ayrılığı yaşamadan, hiçbir çatlak ses olmadan, yekpare bir bütün olarak, iki ülke arasındaki ilişkilere en büyük darbeyi indirdiğini kabul ettikleri S-400 konusunda Türkiye'ye yönelik yaptırım ve tehditlerin işe yarayacağını mı düşündü? Türk hükümetini kademe kademe dozunu artırabilecekleri hissi veren yaptırımlar ve önemsiz hissettirmeler yoluyla dize getirebileceğine mi kani oldu?
İHTİMAL 2: Yoksa, Amerikan devlet aygıtı içinde Türkiye'ye karşı takınacak tavır konusunda fikir ayrılıkları belirdi ama nihayetinde yaptırımlarla hedeflenen sonucun alınamayacağını düşünen kesimler, "Türk hükümeti yaptırımlar tokadını yesin de, bak nasıl aklı başına geliyor" diyen kesimleri ikna etmede başarısız mı oldu?
İHTİMAL 3: Yoksa, yoksa Amerikalılar, Obama döneminden başlayarak "Suriye sahasına yansıyan "Pentagon-YPG ilişkisi" ve "15 Temmuz" dönemeçlerinin Ankara ile Washington arasındaki müttefiklik ilişkisine onarılması zor hasarlar verdiğini, Türkiye'nin de buna karşılık stratejik ortaklıklarını ve karşılıklı bağımlılık ilişkilerini çeşitlendirme gayretlerine hız verdiğini, bunun artık kalıcı bir gerçeklik olduğunu" mu gördüler? Ve böyle düşünürken, bir yandan da "Rusya ile Türkiye arasında tesis edilmekte olan ortaklığın kısa vadede değişmesi kolay olmayan jeopolitik bir gerçekliğe dönüşmekte olduğu" hükmüne mi ulaştılar?
Bir diğer deyişle… Amerikalılar, 2021 yılına geldiğimizde, "biz bölgeye ve Kürtlere yönelik mevcut perspektifimizi koruduğumuz müddetçe Türkiye'yi yaptırımlarla da olsa yolundan döndürmenin mümkün olmayacağı" sonucuna mı ulaşmışlardı?
O halde, Washington'un yaptırımlarla hedeflediği, ikili ilişkilerin bazı yerlerdeki kopuşunun altını cümle aleme ilan etmek ve -Ankara bu yeni jeopolitik gerçeklikte el yükseltmeye kalktığında- kendisini izole etmeye yönelik girişimlerin Avrupa'da da yankı bulmasını ve kademe kademe geniş bir cepheye yayılmasını sağlamak olabilir mi?
Eğer öyleyse, bu üçüncü ihtimalden yola çıkarak, Amerikalılar, Türkiye'yi bir anda "düşman kampa" yerleştirdiler diyemeyiz elbette. Amerikalılar bir yandan yukarıda özetlediğim kanaatlere sahipken, bir yandan da Türkiye ile diğer alanlardaki işbirliklerini menfaatleriyle çelişmediği müddetçe ve ortada bir gerilim yokmuş gibi devam ettirebilecektir. Hatta değişen küresel ve bölgesel dengelere bağlı olarak yeni oyunlar kurabilecek, Ankara'daki mevcut yönetime, onlara olmazsa da istikbaldeki bir Ankara yönetimine Beyaz Saray'ın Rusya ile Çin'i çevreleme stratejilerine uygun olarak o ülkelerdeki "Müslüman halkları demokrasiye teşvik" (!) rolünü seve seve tevdi edebileceklerdir.
Eğer gerçekler üçüncü ihtimale daha yakın ise… O zaman…
BİR) Biden ile Erdoğan arasındaki 14 Haziran'da gerçekleşecek görüşmede ne YPG meselesi ne S-400 ne de F-35 konusunda anlamlı bir mesafe kat edileceğini umabiliriz. Zira Ankara ile Washington arasındaki ikili ilişkilerde büyüyen ciddi sorunların çözümü o sorunların asıl neşet ettiği noktada gerçekleşebilir. Washington'un Fırat'ın doğusuna yönelik tasavvurunda ve YPG'ye desteğinde köklü bir değişim sinyali olmadıkça, ne o krizin bir sonucu olan S-400 krizi ne de onun da sonucu gibi görülen F-35 yaptırımları meselesinde anlamlı bir ilerleme bekleyebiliriz, sanıyorum.
İKİ) Bu arada zaten F-35 yaptırımlarının Ankara tarafından çok kritik görülmediğine, hatta programdan çıkarılmanın Türkiye'nin savunma bütçesini ciddi bir yükten, savunma güvenliğini de olası bir riskten kurtardığına yönelik bir bakış da var Ankara'da. Dolayısıyla Ankara için belki de öncelikli ve acil hedef, F-16'ların modernizasyonu çalışmalarını sekteye uğratan yaptırımların kaldırılması olabilir. Ankara bu adımda sadece bunu mümkün kılabilecek bir tavizi düşünebilir. Amerikalılar da, "şu konuda şöyle bir ‘iyi halini' görürsek, neden olmasın' diyebilir. Bazı yeni "jestler" söz konusu olabilir.
ÜÇ) Bu görüşmeden ikili ilişkilere dönük hakiki bir "yol haritası" çıkacağını da beklememek lazım. Erdoğan'ın karşısında doğrudan iletişim ile ilişkiyi yönettiği ve görüşmelerde hızla karar alınabilen Trump gibi bir "CEO" yok, artık "devlet işlerini aceleye getirmeyen" ABD devlet aygıtının has temsilcisi Biden var.
DÖRT) İlişkilerdeki "pürüzler" çözülmeyecek belki ama, gülümsemeler eşliğinde verilecek özgüven düzeyi yüksek fotoğraflardan sonra, "ABD ile Türkiye'nin yakın müttefiklik ilişkisi" mutlaka bir kez daha teyit edilecektir. Görüşmenin "son derece yapıcı ve verimli" geçtiği belirtilecek, "ilişkilerdeki pürüzlerin aşılmaya çalışıldığı" da muhtemelen ifade edilecektir.
BEŞ) "Biz Rusya ile değil asıl sizle 100 milyar dolar ticaret hedefine koşmak istiyoruz, abisi" mesajı da görüşmede Amerikan tarafına net olarak aktarılacaktır. ABD'li yatırımcıların pandemiden çıkarken "hızla büyüyen" (!) ülkemize akmasının nasıl kendi avantajlarına olduğu da büyük ihtimalle dile getirilecektir. Baz etkisiyle olduğu pek telaffuz edilmese de, yılın ilk çeyreğinde yüzde 7 ile beklentilerin üstünde büyüdüğü görülen "Türkiye'nin dünyada üçüncü sırada, OECD'de ise birinci sırada" yer aldığı, yılın ikinci çeyreğinde ise yüzde 17-20 aralığında bir büyüme beklendiği, "yatırımcının koşa koşa buraya gelmesi gerektiği" de Amerikalılara olmasa da iç kamuoyuna zaten hatırlatılacaktır.
ALTI) Bu arada görüşmede dile getirilen ifadelerin çevirisinde ve ülke kamuoylarına aktarılışında bazı ciddi farklılıklar da bulunabilir. Onlar "ev ödevi" vermeyi severler, malum. Bizimkiler de "iyi niyetli" (!) okumaları.
YEDİ) Bu arada, malum şahsın "vallahi de billahi de Turan'ı kuracağız kardeşlerim" sözlerinin tek alıcısının ya da pazarlamacısının memleket sınırları içinde olup olmadığı, gerek NATO liderler zirvesinde gerekse de bu ikili görüşmede netleşmese bile iki ülke arasında bundan sonraki dönemde yapılacak istişarelerde belirginleşebilir. Bu "yeni dönemde" Türkiye'ye bir yeni "ergenekon destanı" için yer ve rol açma çabalarının izlerine tanıklık etmek çok da sürpriz sayılmayacaktır.