Son günlerde Orta Doğu'da tüm aktörler 20 Ocak 2021'de yemin ederek başkanlık görevine başlayacak olan Joe Biden dönemine yönelik mevzi alma hazırlıkları içinde görülüyor. Hepsi de Trump'ın "topal ördek" dönemini iyi kullanıp kendilerini maksimum faydayla Biden dönemine taşıma gayreti içinde. Suudi Arabistan'dan İsrail'e, İran'dan Katar'a, Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nden (KBY) Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG), bunların bu amaçla neler yaptıkları, biz fazla içe odaklandığımız için gözlerden kaçabiliyor. Gerçi bu yazıda amacım, söz konusu "mevzi alma" gelişmelerinin (tamamının) neler olduğunu aktarmak ve Biden ile birlikte dünyayı nasıl bir Orta Doğu'nun beklediğini anlamaya çalışmak değil. Ama bu aktörlerin zaman zaman ortak bir payda çerçevesinde buluştukları "IŞİD kartı" cephesinde neler olduğunu önemli görüyor ve bu yazıda en azından bu konuya değinmek istiyorum.
Bakın IŞİD'de değil ama "IŞİD kartı" cephesinde her şey nasıl da birbirine bağlı ve çorap söküğü gibi ilerliyor…
Bugün Biden dönemine hazırlık olarak göreceğimiz hamlelerden ilki, Ekim ayı başlarında Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından alınan Suriye'deki El Hol mülteci kampının kısmen boşaltılması kararı oldu. YPG'nin ana omurgasını oluşturduğu SDG'nin bu kararı ABD'deki Başkanlık seçimlerinin 1 ay öncesinde alınıyordu. Haseke'nin doğusunda Nisan 2017'de açılan El Hol mülteci kampında, silahlı çatışmalarda yakalanarak tutsak edilen Suriye ve Iraklı IŞİD örgütü mensupları ile ailelerin yanı sıra 40'ın üzerinde ülkeden birkaç bin yabancı savaşçının da bulunduğu 72 bin kişinin yaşadığı söyleniyordu.
Amerikan Sesi (VOA), "15 bin Suriyeli El hol kampından çıkarılabilir" yazdıktan kısa bir süre sonra kamp boşaltılmaya başladı. YPG'nin iç güvenlik birimi yetkilileri, Batı tarafından yalnız bırakıldıklarını, kampta az sayıyla asayişi sağlamakta zorlandıklarını dile getirerek aldıkları kararı savunuyorlardı. Kamptan serbest bırakılan kadın ve çocuklar daha güvenle yaşayacakları bölgelere göç ettiler. Örgüt militanı olduğu bilinen erkeklerin akıbeti ise meçhuldü. İddiaya göre, YPG unsurları bazı Irak kökenli İŞİD mensuplarını, Irak hükümeti güçlerine karşı, kimi Suriye kökenli İŞİD mensuplarını da Suriye hükümeti güçleri ile Rusya askeri birliklerine karşı eylem yapmak şartıyla serbest bırakıyordu.
Kısa süre içinde IŞİD'in Suriye ve Irak'taki sönmüş görülen varlığının canlanma emareleri gösterdiğini ortaya koyan kimi silahlı eylemler patlak vermeye başladı. Örgütün Irak'tan çıkarılması ve kentlerin geri alınmasının üzerinden 3 yıl geçtikten sonra, IŞİD militanları özellikle Kerkük, Diyala, Musul, Salahaddin ve Anbar vilayetlerinin kırsal kesimlerinde saldırılara yeniden başlamıştı.
IŞİD sadece Irak'ta "canlanmamış," Suriye'de de özellikle 2017'deki yenilgisi akabinde çekildiği Hama muhafazasının doğu kırsalında Suriye Arap Ordusu (SAA) birliklerine kayıplar verdiren eylemler yapmaya başlamıştı. Öyle ki, son günlerde Suriye Arap Ordusu'nun IŞİD'e yönelik yılın en büyük operasyonuna hazırlandığı, bu amaçla ülkenin batısından Bediye el Şam bölgesinin kuzeybatısına doğru takviye birlikler gönderdiği haberleri görmeye başladık.
Derken… O da nesi! Denilene göre, IŞİD'liler Türkiye'de de eylem hazırlığı içindeydi. Suriye'de savaştıktan sonra Türkiye'ye intikal ederek "uyuyan hücre" durumuna geçen örgüt militanlarına yönelik güvenlik güçleri "hücre evi operasyonları" yapıyordu.
Velhasıl ABD'deki başkanlık seçimlerinin hemen öncesinde, Batı basınında "IŞİD'in tekrar sahaya dönmeye çalıştığı, Irak ve Suriye'de kaybettiği toprakları iki yıl sonra yeniden kontrol etmeye odaklandığı" konusunda uyarı nitelikli çok sayıda yazı yayınlanmaya başladı. Trump'ın asker çekerek bölgeyi "boş bırakmasını" fırsat bilen örgüt, "hür dünyanın" başına yeniden bela (!) oluyordu. "Demokrat Biden" bölgeyi boş bırakmamalı, ABD'yi bölgede yeniden "hür dünya koalisyonunun" (!) başına geçirecek hamleler yapmalıydı.
Zaten Biden'a hazırlanan Pentagon yetkilileri El Hol kampını "IŞİD ideolojisinin yeniden örgütlenmesi açısından bir kuluçka yuvası" şeklinde tanımlıyordu. O yuvalara yeniden girmenin zamanı geldi de geçiyordu!
Ekim ayının ortalarında, El Hol Kampı'ndan binlerce km uzakta, başka şeyler oldu. Fransa'nın başkenti Paris'te görev yaptığı okulunda öğrencilerine Hz. Muhammed'in karikatürleri üzerinden ifade özgürlüğün kavramını anlatmaya çalışan bir öğretmen başı kesilerek vahşice öldürüldü. Ardından Avrupa'nın çeşitli kentleri birbirini takip eden cihatçı terör saldırılarının hedefi olmaya başladı. Saldırının ardından Fransız yönetiminin ilk tepkisi "İslamcı ideolojiye karşı savaş halindeyiz" olmuştu. Hemen sonrasında ise Avusturya'da bir radikal İslamcı saldırı gerçekleşti. Viyana'da 4 kişinin öldüğü saldırıyı IŞİD üstlendi.
Bu eylem ve saldırılarla birlikte kimi çevrelerde "Avrupa'yı Müslümanlardan seyrekleştirme" olarak da değerlendirilen bazı girişimler olduğu görüldü. Müslüman dernekler ve cemaatler daha sıkı denetlenecekti. Devletler bu topluluklar üzerinde daha fazla söz hakkına sahip olmayı arzuluyordu. Avrupa'nın en kalabalık Müslüman topluma sahip ülkesi olan Fransa'nın sekülerizmi tartışma yaratıyordu. Macron'un vahşi cinayete kurban giden öğretmenin cenazesinde yaptığı açıklamalar ve alınan önlemler, hafiften bir "medeniyetler çatışmasını" tetikler gibi olmuş ve Irak, Suriye, Lübnan, Yemen, Filistin, Bahreyn, Libya, Tunus gibi merkezlerde protesto gösterileriyle karşılanmıştı.
Bu arada Trump Yönetimi'nin, ABD askerlerinin 55 km derinliğinde bir bölgeyi işgal ederek üs kurdukları Suriye'nin güneydoğusundaki El Tenef'ten dahi giderayak çekilmeyi konuşmaya başladığı duyuldu. John Bolton ile Pentagon'un bir yıl önce akıllarından bile geçiremeyeceği bir şeydi bu. Amerikalılar Suriye'nin birçok yerinden çekilseler bile Tenef'teki varlıklarını muhafaza edeceklerdi. Ama Şam'da Ekim ayının ikinci yarısında hükümet temsilcileriyle bir takım gayrı-resmi görüşmeler yapan üst-düzey Amerikan görevlisi masaya neleri getiriyordu acaba?
Derken 3 Kasım'da daha hâlâ resmi sonucunu alamadığımız ABD Başkanlık seçimi gerçekleşti.
Seçim sonrası neredeyse 3 hafta geçti. Bu süre zarfında, benim de geçen haftaki yazımda aktardığım üzere, ortalıkta Trump yönetiminin giderayak Irak ve Afganistan'dan asker çekmeye hazırlanmakta olabileceğine yönelik iddialar dolaşmaya başladı. Çok geçmedi, benim o yazıyı kaleme alışımdan sonra 2 gün geçmişti ki, böyle bir çekilmenin ihtimal dahilinde olduğu Beyaz Saray kaynaklarınca teyit edildi. Çekilme, artık "üç nal" ile bir ata kalmıştı.
Seçimlerden bugüne geçen zaman zarfında El Kaide lideri Ayman ez Zevahiri'nin Afganistan'da doğal yollarla öldüğü, örgütün iki numarası Ebu Muhsin el-Masri'nin de Afgan güvenlik güçlerince öldürüldüğü haberleri de çıktı. Ama cihatçı örgütlerin komuta kademelerinin yok edildiğine yönelik haberler, Amerikan askerlerinin Orta Doğu'da asıl şimdi çok ihtiyaç duyulduğunu destekleyecek haber ve yorumların önüne geçmemeliydi
Öte yandan, ABD ile müttefikleri bölgede yarattıkları istikrarsızlık ortamını, IŞİD ve SDG üzerinden kurmaya çalıştıkları oyunlarla kendi avantajlarına döndürmeye çalışırken, bu örgütler de olan biteni kendi cephelerinden değerlendirip kullanmaya çalışıyorlardı.
SDG, "IŞİD yeniden şişeden çıkıyor" mesajını vererek Batı'ya ve müstakbel Biden Yönetimi'ne bunun kontrol altına alınması çağrısında bulunuyordu. Gel deniyordu, Biden'a, gitme, gel!
SDG'nin haklı olduğu bir nokta vardı. Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi'ne (OCHA) göre, 24 bin 300 Suriyeli dahil 64 bin 377 kişinin yaşadığı söylenen kampın iktisadi maliyeti yüksekti. Gerçi Trump, ABD ile YPG arasında askeri düzlemde kurulmuş işbirliğini bu yılın Ağustos ayında petrol alanına doğru genişleterek, örgüte bir soluk borusu uzatmıştı, ama şimdi kim bu zorlu dönemde petrolden gelen parayla savaşta ABD ve YPG kuvvetlerine teslim olmuş IŞİD üyeleri ile ailelerini besleyecekti!
Bu arada El Hol Kampı, Uluslararası Koalisyon mensubu Batılı ülkeler arasında zaten uzun süredir bir ihtilaf konusuydu. Trump, TSK'nın Fırat'ın doğusuna yönelik gerçekleştirdiği Ekim 2019 tarihli Barış Pınarı harekâtı öncesinde, "IŞİD'i yendik artık eve dönüyoruz" diyerek Suriye'nin kuzeydoğusundan asker çektiğinde, El Hol'da tutulan IŞİD'li savaşçıların maddi ve manevi maliyetinden de kurtulmak istemişti. Bu amaçla da, önce kampta tutulan IŞİD mensuplarından yabancı uyruklu olanlarının ülkeleri tarafından alınmasını ve oralarda yargılanmalarını talep etmişti. Ancak başta Fransa, Almanya ve İngiltere olmak üzere Batılı ülkeler kendi vatandaşları olan militanları kendi ülkelerine alıp orada yargılamak istememişti.
Bu ülkeler, ABD'nin "o zaman en azından biz çekilirken bu bölgeye asker gönderip bir güç boşluğu oluşmasını önleyin" şeklindeki isteğini de karşılıksız bırakmışlardı. Zira böyle bir durum bu ülkeleri Ankara ile doğrudan karşı karşıya getirebilecek, bu yetmezmiş gibi bir de Avrupa'ya yönelik yeni bir mülteci dalgasını kapılarına yığacak bir ihtilafı tetikleyebilecekti. Böyle bir şeyi kimse istemiyordu.
O durumda Trump, çekilme sırasındaki gelişmeleri iki aktör üzerinden yürütmek mecburiyetinde kalmıştı. ABD bölgeden asker çekerken Barış Pınarı Harekatı'nı icra etmek için eli tetikte bekleyen NATO'daki müttefikine iç politikada kullanabileceği güzel bir fırsat armağan ediyordu belki ama, El Hol kampının bütün kontrolünü YPG'ye devrederek de bu örgüte Suriye hükümeti ve Rusya ile yürüteceği pazarlıklarda önemli bir koz sunmuş oluyordu.
SDG, kampı önce Ankara'nın operasyonunu engellemek ya da durdurmak amacıyla Batı'ya yönelik bir uyarı olarak kullanmak istedi. Bunun için de ilk elde 4 bin civarında IŞİD mensubunu serbest bıraktı. Bunda kuşkusuz Suriye'nin doğusundaki Arap aşiretlerin güvenini kazanma hesabı da vardı. Ancak bu gelişmeler Batı'da arzulanan infiali yaratamayınca, SDG daha sonrasında kampı Suriye ve Rusya hükümetiyle yürüttüğü pazarlıklarda bir koz olarak kullanmayı denemeye yöneldi. Ancak zamanla görüleceği gibi bu koz orada da pek bir işe yaramadı.
Aslında El-Hol kampı ilk olarak I. Körfez Savaşı (1991) sırasında Iraklı mülteciler için kurulmuş ve Irak'ın işgali (2003) sırasında da Iraklı mültecilerin barınması için Suriye sınırında açılan üç kamptan biri olmuştu.
Uzun lafın kısası, Birleşmiş Milletler'in her fırsatta "insani dram" olarak bahsettiği bir olgu ise söz konusu olan, o kamp on yıllardır orada! Bu süre zarfında insani dramların biri gelip diğeri geçti El Hol'den. Ancak o dram giderilmediği gibi silahlı birtakım devlet ya da devlet dışı aktörlerin elinde büyütüldükçe büyütüldü ve insanların daha da radikalleşmeye terk edildiği, adeta bir "laboratuvar" işlevi gördü. IŞİD, bir zamanlar ABD'nin Irak'taki en büyük cezaevi olan Bucca Kampı'nın laboratuvar nitelikli koğuşlarında doğmuştu. El Hol Kampı laboratuvarlarından neler çıkacağını da ilerleyen yıllarda daha net göreceğiz, sanıyorum.
2021'e beş kala potansiyel bir tehlike olarak görülerek kendi ülkelerine kabul edilmedikleri için El Hol'de halen çoluk çocuk yaşam mücadelesi veren binlerce mülteci var. Ve bu kamp, yukarıda saydığım aktörlerin elinde tehdit aracı ve maşa işlevi görmeyi sürdürüyor.
Bir başkadır, Orta Doğu… Aktörler, maşalar değişir belki ama… Kaderi maalesef bir türlü değişmez!