Epey zamandır medyanın en sevdiği malzemelerden biri, “CHP’de istifa depremi” haberleri. Hele ki, “olaylar gelişip,” işler “CHP’de istifa depremi sürüyor” biçimine terfi ederse, tadından yenmez oluyor. Medyamız nazarında istifa, başka partilerde meydana geliyorsa, en fazla “şok gelişme” kabilinden, CHP’de ise “deprem.” N’apalım bizim medya tektoniğimiz (!) böyle. Biz öncüsü, kendisi ve artçısı ile istifanın çevik ve sürükleyici olanını arzuluyor, bekliyoruz.
Geçtiğimiz ay basın yayın organlarımız için böyle bir “hareket” imkânı doğdu. CHP’nin “sağa kaydığını” ve “sol şeriti” boş bıraktığını düşünen Ankara milletvekili Emine Ülker Tarhan partisinden istifa etti. Gelişme karşısında bazı hükümet yanlısı gazeteler bu kez deprem klişesinden sıyrılmış görülüyorlardı. Sabah gazetesi analojiyi “işkenceden” yana kırmış ve manşetini “CHP’de istifa işkencesi: Her hafta bir istifa” şeklinde belirlemişti.
Peki neydi o “işkencenin” amacı: Sert ulusalcılar partiyi “sarsarak kendisine getirmek için” manşetlerden inmeyecekleri “hareketlilik” dolu haftalar planlamıştı. Çünkü, onlara göre, “CHP sağa kayıyordu.”
“Eksen kayması” önemli bir iddia ve cevaplanması gerekiyor.
Önce şunu hatırlatayım. 30 Mart 2014 yerel seçimlerinin hemen akabinde (21 Nisan 2014 tarihinde) bu sütunda yazdığım bir yazıda, “seçimler aslında CHP’ye, ‘iktidar olmak istiyorsan toplumun sadece modern kesimlerini hedeflemeyip geleneksel muhafazakâr seçmenlerin olduğu merkeze doğru yürümelisin’ demiş oldu,” şeklinde görüş belirtmiş ve şunları ilave etmiştim:
“CHP bu çağrının gereğini yapmak üzere belirli bir vadede kendisini yeniden konumlamak isteyebilir. Ve sancılı olacağı aşikar bir süreçle merkeze daha fazla yaklaşırken bugüne dek yapamadığını yapıp bu uğurda kimleri ya da hangi değerlerini ‘feda’ edeceğini de belirlemek isteyebilir. (...) Otoriter popülizmin bu denli yükseldiği bir Türkiye’de desteği geniş halk kitlelerine yayılarak aramaya yeltenecek, kuvvetli bir CHP bu ülkenin geleceği adına son derece önemli.”
Aradan geçen ve bizi bir cumhurbaşkanlığı seçiminin içinden de geçiren yaklaşık 7.5 aylık zaman diliminde bu tahminlerimin büyük ölçüde gerçekleştiğine tanık olduk. CHP kemikleşmiş tabanı dışındaki geniş halk kitlelerinden de destek görebilmek üzere tedrici bir hareketlilik içine girdi. Ancak CHP’deki sert ulusalcı kanat Ekmeleddin İhsanoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığına olduğu kadar Mehmet Bekaroğlu’nun CHP’ye katılmasına karşı da mesafeli oldu. Evet hareketlilik var ama “sancılı” bir süreçten de geçiyor parti. Peki bu ne anlama geliyor? Bu kanadın eleştirilerinde de ifade edildiği gibi, CHP sağa mı kayıyor?
Bu soruya cevap vermeden önce sağ (ve de tabii sol ile) ne kastettiğimizi açmamız gerekiyor. Fakat amacım meseleyi –en azından bu yazıda- teorik bir zeminde ele almak değil. Bir kaç güncel soru sorarak bu konu üzerinde bir miktar zihin egzersizi yapabileceğimizi düşünüyorum. İşte sorularım:
Aslında cevaplar soruların içinde. Hâl böyleyken “Türkiye 24 Ocak 1980’den bu yana neo-liberal politikaları, bazen yırtarak, yağmalayarak hayata geçiriyor. Bu da hem ülkenin ekonomik kaynaklarını, hem de değerlerini bozuyor. Buna verilecek cevap sol bir cevaptır” diyen Bekaroğlu hangi referanslarla sağa yerleştiriliyor, anlamak güç. Muhtemelen bu kanada göre, bir insan aynı anda hem itikat sahibi bir Müslüman hem de sol olamaz; bir Müslüman, “Türkiye’ye sol lazım” diyorsa bile sağcıdır ve CHP sağa yürüyordur.
Benim görebildiğim kadarıyla, CHP’de bulunduğu noktadan daha sağa kaymaya yönelik bir girişim yok. Daha ziyade kendisini sivil alanda diri tutma çabası var. Ama buna da ne kadar sevinebiliriz bilmiyorum. Zira belki böyle bir çaba var ama sivil, toplumsal hareketlerle sarmalanma yok. Filizlenmiş toplumsal hareketlere kuvöz imkanı tanıma yok. Bu yönde bir paradigma değişimi yok! Çünkü, -belki çok kıymetli bir takım münferit çabalar olsa da- CHP’de projeleri tetikleyecek sistemik düşünce üretimi yok! Çünkü CHP’de mutfak yok! Salon var, oturma odası var, hatta yemek odası var, mutfak yok!
Geçen gün CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu çok güzel bir şey söyledi: “CHP bir düşünce kuruluşu değildir. Programı, ilkeleri, tüzüğü, yönetmelikleri olan bir siyasi yapıdır. O siyasi yapının kökleri vardır, gelenekleri vardır, geleceğe bakışı vardır.” CHP lideri bu açıklamaları işi partiye “çakarak ayrılmaya” vardıran sert ulusalcı kanat mensuplarının eleştirilerine karşılık yaptı. Söyledikleri mantıken doğru elbette.
Ancak bütün bu “hareketliliğin” arkasında temelde en geç 7, belki de 5 ay sonra yaşanacak olan genel seçimlerin olduğunu düşündüğümüzde, bu doğruluğun hiç bir önemi kalmıyor. Çünkü şurası çok açık ki, CHP 2015 Genel Seçimleri’ni ilkeleri, tüzüğü, kökleri, gelenekleri, hatta “parti disiplini” ile kazanmayacak. Bunlar belki bir kurultay kazanmak için yeterli olabilir. Ama seçim kazanmak için olmaz, olmuyor, olmadı!
Toplum o ilkeleri, tüzüğü, disiplini sahiplerine geniş bir yetki vermede yeterli görseydi ,CHP zaten 30 küsur yıldır bu dar alana sıkışmazdı.
Doğrusu şu ki, önümüzdeki kritik seçimlerde CHP % 30 bandına ulaşıp aşabilirse, bunda muhtemelen, “Başbakan’ın eşi Emine Hanım” ile “türbanlı işçi Emine Hanım” arasındaki sınıf farkına işaret eden Müslümanların artık hiç bir yadırgatıcı tavırla karşılaşmadan kendilerini bu partinin içinde ve onun sahibi gibi hissedebilmeleri de belirleyici olacak.
Eğer CHP 2015 genel seçimlerinde başarılı olabilirse, bunda Kürtlerin CHP’nin ortaya koyabileceği “barış programına” bakıp çözüm sürecini tamamına erdirecek partinin bu olduğuna ikna olması belirleyici olacak.
Yani, olası bir başarıda en büyük rolü, CHP’nin Türkiye partisi olabilme becerisi ve çözülüşe gider görüntü veren Türkiye toplumunu “normalleştirme” ve kimlik siyasetlerinden azade kılabilme yeteneği oynayacak!
Dolayısıyla, Kılıçdaroğlu partisinin bir “düşünce kuruluşu” olmadığını söylerken ne kadar haklıysa, CHP’nin bu hedeflere yürüyecek bilgi ve analiz üreten bir mutfağa sahip olmadığını söyleyenler de o ölçüde haklı. CHP böyle bir mutfağı Gezi sonrasında kurmuş olsaydı, belki kendisini aynı zamanda sosyal demokrat Müslümanların ve Kürtlerin partisi haline getirecek programatik düşünce üretimleri de mümkün hale gelebilirdi. Almanya’da sosyal demokratların araştırma, politika üretme merkezi olarak faaliyet gösteren Friedrich Ebert Stiftung vakfı benzeri sosyal bilimler araştırmaları içinde olan bir yapı örgütleyebilseydi, toplumun temel açmazlarıyla ilgili olarak sloganlar ve semboller üzerinden siyaset yapmak zorunda kalmaz, daha sol/sağ tarifinde takılmazdı.
Şimdi seçimlere bu kadar az kalmışken böyle bir adım pek mümkün görünmüyor. Ama seçim kampanyasına Davutoğlu başbakanlığı aldığı gün start vermiş AKP karşısında CHP’nin bir zafer kazanabilmesi için Alevi Açılımı’ndan çok daha fazlasına, belki de önce “düşünce açılımına” ihtiyaç duyduğu da çok açık.
twitter: @akdoganozkan