Bağımsız gazetecilik platformu P24’ün daveti üzerine bir grup gazeteci ve yazar olarak 15-18 Temmuz tarihlerinde çıktığımız Ege gezisinde duraklarımız İzmir, Manisa, Soma ve Denizli idi. Amacımız ise 10 Ağustos’taki cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik olarak –klişe tabiriyle- seçmenin nabzını tutmak.
Ancak seçimlere sadece 25 gün kala ortada hâlâ hararetli bir seçim kampanyası olmayınca, o nabzı tutmak da kolay olmuyor. Hani bazen hemşire ya da hekim hastadan nabız almakta zorlanır ya. Bizim durumumuz biraz bunu andırıyor! Sokaktaki vatandaş da bu “vizitimizdeki” zorluklara çeşitli nedenlerle çanak tutabiliyor. Ama “hasta ex olmadığına” göre, ortada elbette bir tansiyon (!) var. Sadece, bunu ölçmek için, doğru açıyı yakalamak, biraz derini hissetmek gerekiyor.
Bizler P24 gezisinde bunu hakkını vererek yapabildik mi, doğrusu bilemiyorum. Ayrıca, ne kadar çok kişiyle konuşursak konuşalım, Lacan’dan biliyorum ki, insan pek güvenilir bir referans da değildir. İşaret ettiği yere bakmak bazen yanıltıcı olabilir! O yüzden hem o işaret edenlere hem de benim gibi aktarıcıların söylediklerine ihtiyatı elden bırakmadan yaklaşmakta fayda var.
Ege’de sadece sokaktaki vatandaş değildi dinlediğimiz. Bölgede esnafla, tüccarla, sanayiciyle de görüştük, siyasetçilerle ve yerel medya mensuplarıyla da. Bu görüşmelerde benimsedikleri siyasi anlayışları Köşk’e yakın göstermek için özel gayret içinde olanlar kadar, “siyaseten doğrucu” bir anlayışla düşündüklerini kendilerine saklayanlar yahut ancak imalarla ele verenler de oldu.
Siyaset odaklarına gelince... AKP’de “milli irade” konusundaki aşırı özgüven, CHP’ye geldiğimizde yerini ihtiyatlı bir iyimserliğe bırakıyor. Selahattin Demirtaş’a ise bu Ege şehirlerinde % 5-7 arasında şans tanınırken, HDP’nin (bazen BDP’nin) bu oranı yüzde 10’a taşıma arzusu içinde olduğu görülüyor.
Konuştuğum kişileri ihtiyatla dinlememe ve çoğu kez klişe demeç ve yorumlarla karşılaşmama rağmen, derinlerde “önemli” ya da “sıradışı” bulduğum bazı gözlemlerim, tanıklıklarım da oldu. Önce onları sıralayalım; sonra da bu hususlara detaylı bakalım:
BİR: Ege’nin kaderi İç Anadolu’ya bağlı
İzmir, Manisa ve Denizli’nin 30 Mart yerel seçimlerinde sergilediği aritmetik cumhurbaşkanlığı seçimlerine aynen yansıyacak olursa, CHP ve MHP’nin mutabakat adayı olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nun en azından bu bölgede % 50’nin üzerinde bir oy alarak Cumhurbaşkanlığı koltuğuna daha fazla yaklaşacağı söylenebilir.
Ancak tabii bu aritmetik üstünlük, İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanı seçilebilmesi için tek başına yeterli olmayacak. Denizli CHP İl Başkanı Nuri Çavuşoğlu bu gerçekten hareketle şöyle bir tespit yapıyor:
“Ekmeledddin Bey, Akdeniz, Ege ve Marmara’da çok iyi oy alacak. Hatta biz yerel seçimlerde Denizli çevresinde AKP’ye oy vermiş köylerin bazılarında dahi mevcut tabloyu geliştireceğimizi, Ekmeleddin Bey’e daha çok oy akacağını düşünüyoruz. Ekmeleddin Bey, buna ancak İç Anadolu’yu ekleyebilirse kazanacak. Kendisinin Yozgatlı olması ve İç Anadolu kültürüne uzak olmayışı önemli bir avantaj.”
Çavuşoğlu haksız sayılmaz. İhsanoğlu’nun Ege’deki destekçilerinin kaderi, Yozgat’ta, Kırşehir’de, Nevşehir’de, Kayseri’de yürüteceği kampanyanın başarısına, sergileyeceği performansa ve burada MHP kadrolarının göstereceği efora bağlı olacak. Yani paradoksal gibi görünse de, İzmir’de yüzleri güldürse güldürse Yozgat güldürecek!
İKİ: Borçlanan vatandaş borçlandırana oy atıyor
Özellikle İzmir’de tansiyonu ilk bakışta Türkiye’nin kültürel bölünmüşlüğü belirliyor gibi bir hava var. Ancak biraz derine indiğinizde asıl belirleyici olanın ekonomik faktörler olduğunu görüyorsunuz. “Merkezden bölgelere yetki devrine adaylar nasıl bakıyor”, “anadilde eğitim” vb. demokratikleşme konuları sohbetlerimize bir türlü sızamıyor.
Özellikle İzmir’de genel kanı Ege’nin bir bütün olarak iktidarın nimetlerinden yeterince yararlanmadığı ve toplumun orta ve alt gelir tabanında büyük sıkıntılar yaşandığı yönünde. İzmir’de yaklaşık 50 bin kişiye istihdam sağlayan Kemeraltı esnafı çok mutlu değil. Onlar için 2013 ve 2014 ile birlikte işler iyiye gitmiyor.
Aslında Ege’deki illerde muz, çay ve fındık dışında her tür tarım ürünü yetişiyor. Arazi müthiş verimli. Manisa gibi yılda 2-3 kez mahsul alınan iller, ilçeler var. Ama çiftçi ürününün para etmediğinden yakınıyor, maliyetlerinin yüksekliğinden ve durumundan şikayet ediyor. Denizli’de ise aslında 10 yıl öncesiyle kıyaslanmayacak bir sektörel çeşitlilik var. Sadece tekstil ve konfeksiyona yaslanan bir şehir değil artık Denizli. Metal, bakır kablo, mukavva, cam, enerji gibi sektörler gelişmiş durumda. Kent bir sağlık turizmi merkezi olmaya da soyunuyor. Ama Ege Bölgesi bir türlü ihracatın ithalatı karşılama oranını % 100’ün üzerine çıkaramıyor. Toplumun alt kesimlerinin tasarruflarını, işçi sınıfının ufkunu ve gelir düzeyini geliştiremiyor.
Manisa’da da benzer denebilecek bir durum var. Orada da işler bir yönüyle kötü değil. Örneğin, Manisa Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Ertuğrul Aytaç’ın dediği gibi, Manisa’da işsizlik ciddi bir boyutta değil. Hatta pek çok yerde teknik eleman eksiğini kapatmak için daimi bir işçi arayışı var. Ama Yeni Asır gazetesi Manisa Büro Şefi Ali Filizkan’ın hatırlattığı gibi, Manisa Organize Sanayi Bölgesi’nde 40 bin kişi çalışıyor. 35 bini asgari ücret ya da asgari ücrete yakın maaş alıyor. Ve bu insanlar bankalara önümüzdeki 3 yıllarını borçlanmış durumdalar. Yani vatandaşın kazancı banka borçlarına gidiyor.
Peki, durum buysa... Yani karşımızda tasarruf yapabilen, refah içinde bir vatandaş değil de, borç harç içinde bir vatandaş varsa, neden bu iktidara oy verir? Mesela Manisa’da sadece tarımla geçinen köylüden nasıl olur da % 63 oy alır AKP? Manisa Olay gazetesi yazarı Fatih Özsümer’e göre, bu ülkede insanlar 2001 Krizi’nde “öyle bir dayak yediler ki, kızgın sacın üzerinde oynamaya çalışan ayıya” döndüler: “O dehşet dönemin enflasyonundan ve sıkıntılarından kurtulunca, önlerini görebilmek, enflasyonsuz ortamda uzun dönemli borçlanabilmek çok güzel geldi. Bunun etkisiyle demokrasi, insan hakları gibi konuları ikinci plana attılar. Ve borçlanmalarını sürdürebilecek ekonomik istikrar her şeyden önemli hale geldi.”
Ege’de ekonomik açından şu an için en sıkıntılı noktalardan biri en az 301 insanını faciada yitirmiş Soma. 4 bin 100 civarında esnaf var bu ilçede. Bunca insanın pamuk ipliğine bağlı iktisadi hayat Soma Faciası sonrasında adeta durmuş halde. Faciayla madencilerden sonra en büyük sıkıntıyı taşımacılık/nakliye sektörü görmüş. Soma’da 3 bin civarında kamyoncu var. Ocakların kapanmasıyla birlikte kamyoncular benzincilere, benzinciler esnafa, esnaf da tüccara borçlarını ödeyemez hale geldi. Bir halka çökünce bütün bir zincir etkileniyor. Ve uzun dönemli borçlanarak geleceğini ipotek altına aldırmış vatandaş kredi borçlarını ödeyemez hale geliyor.
Böyle bir durumda da, yeni bir siyasi ya da ekonomik kriz halkın en korktuğu şey oluveriyor. Sonuçta da seçmen zaafların bir an önce halının altına süpürülmesi ve mevcut iktidarın sürmesinden yana tavır alıyor. Özellikle Manisa’da ve Soma’da görüştüğümüz iş ve işçi temsilcilerinin eleştirel bir tutum takınarak teyit ettikleri bakış açısı bu doğrultuda oldu. Kendi kayıplarına kayıtsız kalındığını düşünen bazı madenciler, devletin her ölen madenci ailesine 2 ev ile 154 bin TL verecek olmasına bakarak, “keşke biz de ölseydik” diye dile getiriyorlar çaresizliklerini. İşin kötüsü Soma’da çaresiz durumdaki madencinin tarıma dönme şansı da yok. Maden İş Sendikası Ege Bölgesi 3 Nolu Şube Başkanı Cafer Bülbül kentte ocakların açılmasını bekleyen madencinin bu çaresizliğini şöyle ifade ediyor: “İki kişilik bir aile, karı/koca, mevsiminde çok çalışırsa ancak 1 ton tütün yapabilir. Martta tarlaya girip ekimde çıkarak en kalitelisini yaparsan, 1 ton tütün için kasım, aralıkta 12 bin TL alırsın. Bu tütünü elde etmenin maliyeti ise 5-6 bin TL. Yani 2 kişi çalışacaksın, bir yılda 6 bin TL kazanacaksın, sosyal hakkın, güvencen de olmayacak. Asgari ücretle bile çalışıp daha fazlasını kazanmak varken kim bunu yapar?”
ÜÇ: RTE’den kurtulmak için RTE’ye oy verecekler var
Ege gezimiz sırasında zaman zaman bana 1982 Anayasa Referandumu’nu dolaylı olarak anımsatan bir koku da aldığımı itiraf etmem lazım. Hatırlanacağı gibi, 7 Kasım 1982 tarihli anayasa oylaması cunta liderini Çankaya Köşkü’ne taşıyacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile birleştirilmişti. Referandumda hem bugünkü anayasamız kabul edilmiş, hem de askeri cuntanın lideri Kenan Evren halkın % 91 “evet” oyuyla cumhurbaşkanı seçilmişti. Kuşkusuz Evren’in bu denli yüksek oy alarak cumhurbaşkanı seçilmesinde etkili olan en temel faktör, bu seçime rakipsiz girmiş olmasıydı. Seçmenin, “ülkede terörü bitiren” (!) kişi olarak gördüğü bir askeri onurlandırma iradesi de açıktı. Ancak halkın bir bölümü de bu referandumda “evet” oyu verirken, Kenan Evren’in cumhurbaşkanı seçilmesinin askerin kışlasına ya da kenara çekilmesine vesile olacağını düşünmüş, o yüzden böyle davranmıştı. Nitekim seçmen bir yıl geçmeden yapılan genel seçimlerde askerin kurdurduğu partiye itibar etmeyerek cunta yöneticilerini kurguladıkları senaryoda ofsayta düşürdü. Ege gezisi sırasında seçmenin 30 yıl önceki bu tavrını anımsatan bir hissiyat da gözlemledim. Kimi siyasi gözlemciler göre, geleneksel AKP tabanındaki seçmenlerin tamamı Recep Tayyip Erdoğan’a memnuniyetlerinden dolayı oy vermeyecek; “Recep Tayyip Erdoğan’dan kurtulmak” istedikleri için ona oy verebilecekler de var. Bu gözlemcilere bakılırsa, özellikle dış politikada giderek artan riskli hamleler ve ülkede gerilen siyasi hava istikrarın sürekliliğine yönelik endişeleri de beraberinde getiriyor. Ancak siyasi rekabet eksikliğinin bir türlü aşılamadığı ülke atmosferinde, Erdoğan’ı yumuşak bir geçişle siyaset sahnesinin dışına taşımak, kimilerine göre en “feasible”, en pürüzsüz çözüm.
Bu tutumla sandığa gidecek olan seçmen yarın öbür gün kendisine sorulması halinde, Erdoğan’a cumhurbaşkanlığını aşacak süper yetkiler vermeyi de düşünmüyor. Belki de bu yüzden insanların isimlerini vererek dillendirmek istediği bir seçenek değil pek bu. İzmir’de yayınlanan bir gazetenin tepe yöneticisi bu yöndeki düşüncesini şöyle dillendiriyor: “Bazı bilinçli AKP seçmenleri, Recep Tayyip Erdoğan’dan kurtulmak için onu Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtmak istiyorlar. ‘Gitsin cumhurbaşkanı olsun, gitsin otursun’ diyorlar. Ve bu insanların sayıları hiç de az değil.”
Erdoğan’dan memnuniyetleri yılların seyri içinde azalmış olan bu seçmenlerin neden başka bir adayı tercih etme yoluna gitmediği sorulabilir elbette: Cevap şöyle: AKP’li seçmen bugüne kadar Recep Tayyip Erdoğan’ın rakiplerine şans vermedi. İhsanoğlu’nu da Tayyip bey kadar iyi tanımıyor. Ayrıca yumuşak bir geçiş olsun, kendisi de sarsılmasın istiyor. Manisalı bir serbest meslek erbabı bu durumu şu vecizlikte dile getiriyor: “Manisalı oyunu Tayyip Erdoğan’a verecek. Kimi memnuniyetten kimi mecburiyetten. ”
Öyle görünüyor ki, mecburcuların serinkanlı olanları kendilerini en azından bundan sonra “o kadar da mecbur” hissetmek istemiyor. Sayılarının ne kadar olduğunu bilemiyoruz ama bir zamanlar “kızgın saçta oynayan” insanların bir kısmı artık Ege’de serinkanlı bir serbestiyetin tadını “sağlı-sollu” çıkarmak, artık serin sularda yüzmek istiyor.
Son Söz: Kime 'alışamadık' telgrafı çekilecek?
Ege bölgesinde düşüncelerini aldığımız, kanaatlerini dinlediğimiz kişiler Cumhurbaşkanlığı seçiminin sonuçlarına dair farklı düşüncelere sahip olsalar da, çoğunluk seçimin kaderini büyük oranda katılım oranının belirleyeceğine inanıyor.
Katılımın yüzde 80’in altında kalacağını tahmin eden çok sayıda AKP’liye göre, Recep Tayyip Erdoğan daha ilk turda Türkiye genelinde % 53-56 bandında bir oy alarak cumhurbaşkanı seçilecek. Onlara göre, seçim çoktan bitmiş, sonucu çoktan satın alınmış durumda. Hatta AKP’nin yeni liderine güven oyunu aralayacak Haziran 2015 genel seçimleri bile erken bir tarihe, mesela Mart 2015’e çekilecek. Artık gözler AKP’yi ve Türkiye’yi bundan sonra yönetecek kadroların bu şehirlerin ihtiyaçlarını ne ölçüde tanıyan/cevap veren kişilerden oluşacağında.
Bir diğer deyişle, Ege’de ekonominin direksiyonuna kimlerin oturacağı asıl merak konusu. Acaba Binali Yıldırım gibi adı İzmir ile, Bülent Arınç gibi Manisa ile, Nihat Zeybekçi gibi Denizli ile anılan kişiler bu şehirleri uzun süredir bekledikleri bir “take-off” ile yerden alıp “uçurmaya” imkân verecek koltuklara oturabilirler mi? AKP cenahında merak edilen ve bazılarının muhtemelen cevabını da bildiği sorular bunlar.
CHP kadrolarında ise umut var. Seçmenlerinin tereddütlü olanları ise Ekmeleddin İhsanoğlu’na yönelik çekincelerini yavaş yavaş geride bırakıyorlar. Ancak kampanya süresi tüm CHP’lileri İhsanoğlu lehine sandığa gitmeye ikna etmek için yeterli mi? Bunu bekleyip göreceğiz. Tabii mesele yaz ortasında sandığa gitmek şeklinde konulunca, işin İhsanoğlu’nu henüz tam olarak sindirememiş CHP seçmenlerinin Foça, Çeşme ve Kuşadası gibi merkezlerdeki yazlıklarından dönme oranında bittiği sanılmasın. Bu seçimin tarihini belirlemiş olanlar bir ölçüde kaderini de çizmişler. Zira 10 Ağustos, Ege’de tarım alanındaki pek çok seçmenin bağda, tarlada, tütün kesiminde, üzüm hasadında olacağı bir tarih. Bu seçmenler dönüp oy kullanır da seçime katılım oranını % 85’lere ulaştırırlarsa, cumhurbaşkanını belirleme işi ikinci tura taşınabilecek.
Bu da Ekmeleddin İhsanoğlu’nun seçilme şansını artıracak bir gelişme olacak. Aksi takdirde İhsanoğlu’nun adaylığına alışamayan ve böyle bir adayla “altı okun törpülendiğini” düşünen sert ulusalcı bazı seçmenler, “size alışamadık” telgrafını, epeyce “alışık” oldukları Recep Tayyip Erdoğan’a çekmek durumunda kalacaklar. Tercih 10 Ağustos’ta onların!
Twitter: @akdoganozkan