Varsayalım ki, bir NATO üyesi olan Yunanistan -büyük bir gizlilik içinde gerçekleştirdiği bir sabotaj operasyonu ile- bir başka NATO üyesi olan Türkiye’nin Ege’deki bazı stratejik varlıklarını havaya uçurdu. Yunanlar kendilerini gizlediği ve olayı üstlenen olmadığı için failin kim olduğunu bir süre öğrenemedik. Ve yine varsayalım ki, Yunan hükümeti komşusuna yönelmiş bu saldırıyı kınayarak dikkatleri IŞİD’e çevirip onu sorumlu tutan açıklamalar da yaptı ve konunun kendilerince de soruşturulacağını söyledi. Ancak aradan geçen dört ay gibi bir sürenin sonunda operasyonun bizzat Yunan Başbakanınca aylar öncesinde tezgahlandığı ortaya çıktı. Olay bir -ve belki de en önemli yönüyle- bir NATO ülkesinin bir başka NATO ülkesine karşı düşmanca bir silahlı saldırı gerçekleştirmiş olması. Peki, böyle farazi bir olayın gerçekleşmesi durumunda Türk hükümeti -NATO ittifak sözleşmesinin, üye ülkelerinden birinin silahlı bir saldırıya uğraması durumunda bu saldırının herkese yapılmış olduğu varsayımından hareketle- kendisine askeri yollardan yardım etmelerini öngören 5. maddesini işletme yoluna gider mi? Bu soruya tereddütsüz cevabımız “evet” olur, değil mi!
Peki bir an için Türk hükümetinin böyle bir yola gitmediğini, hatta kendisine yönelik böylesi düşmanca bir saldırı hiç yaşanmamış gibi yapıp bu konuda sustuğunu varsaymaya çalışalım, Mümkün mü bu?
Evet, Yunanlar bizi mazur görsün, varsayımsal bir olaydan söz ediyoruz. Ama olmayacağını düşünebildiğimiz böylesi bir sabotaj eylemi NATO bünyesi içinde yakın bir tarihte gerçekleşti. Daha doğrusu gerçekleştiği birkaç aylık bir gecikmeyle ortaya çıktı. Bu kez aktörler farklı ve “gerçek” idi. Olayın mağduru Almanya idi! Peki fail kimdi? Hemen ayrıntılara girerek anlatalım:
Rusya ile Almanya arasında uzanan Kuzey Akım (Nord Stream) doğal gaz boru hattında 26 Eylül 2022 tarihinde ciddi bir sızıntı meydana geldi. Milyarlarca metreküplük doğal gazın geçtiği boru hatlarının bir süre sonra tamamen devre dışı kalmasına yol açan olayın bir kaza değil sabotaj olduğu görüşü hemen ortalığa hâkim oldu. Olay karşısında Almanlar paralize olmuş gibi tamamen sessiz kalırken Amerikalılar hemen Rusya’yı suçladılar. ABD Enerji Bakanı Jennifer Granholm, olayı “sabotaj eylemi” olarak tanımlayarak Kremlin’i suçladı ve konunun aydınlatılması yönünde soruşturma yürütüleceğini açıkladı. Avrupa Birliği ve NATO kurmayları da benzer şekilde düşünüyordu. Hatta Avrupa Birliği’nin (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi ve Komisyon Başkanı Josep Borrel, “Avrupa enerji altyapısına yönelik, kasıtlı herhangi bir kesinti kabul edilemez ve buna çok net ve ortak bir karşılık verilir,” diyordu. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’e göre de, bu kesinlikle bir sabotaj idi ve üye ülkelerin altyapılarına yönelik böyle bir saldırıya İttifakça “kolektif bir karşılık” verilirdi. Stoltenberg, Kuzey Akım boru hatlarına yapılan sabotaj konusunu Danimarka Savunma Bakanı Morten Bodskov ile de hemen ele almıştı. Anlayacağınız, NATO çok kızmıştı!
The Telegraph gazetesi, Rusya’nın bu saldırıyı nasıl gerçekleştirmiş olabileceğine dair 28 Eylül’de bir haber yapıyor, fotoğraf olarak da Putin’in “su altı limuzini” de denilen C Explorer tipi, kaptan köşkü şeffaf, mini bir denizaltıyla su altına indiği eski bir fotoğrafı manşetine taşıyordu. Her şey çok açıktı: “Sabotajın arkasında Putin vardı!” Bazı Amerikan düşünce kuruluşları ise, Rusya’nın bu sabotajla birlikte artık Avrupa’ya Kuzey Akım 1 üzerinden doğalgaz tedarik etmemek için bahaneler uydurmaya gerek duymayacağını, hatta bunu mücbir sebep olarak göstererek sözleşmelerde “haklı fesih” yoluna gideceklerini, böylelikle tazminat taleplerinden de kurtulabileceklerini bile dile getirdi. Gazprom’un boru hatları hasar gördüğü için sigortadan tazminat alarak kazançlı çıkacağını söyleyen “uzmanlar” bile oluyordu.
Basın, konuyu daha fazla deşmeye gerek yok, demeye getiriyordu. İlk büyük tepkilerin ardından olay unutulmaya bırakıldı. Patlamalardan dört ay kadar sonra, Pulitzer ödüllü ünlü ABD’li gazeteci Seymour Hersh, ismini açıklamadığı ülke içi kaynaklarından aldığı bilgilere dayanarak, sabotaj eyleminin bizzat ABD Başkanı Joe Biden’ın emriyle CIA tarafından ve Norveç’in desteğiyle gerçekleştirildiğini ortaya koydu. Tabii, şok, şok, şok!
Hersh’ün aktardığı bilgilere göre, ABD Donanması’na bağlı derin su dalgıçları Norveç’in de yardımıyla, NATO’nun Haziran 2022’deki “Baltops 22” donanma tatbikatı sırasında, Baltık Denizi’nin altından Kuzey Akım boru hatlarına sekiz adet C4 tipi patlayıcı yerleştirmiş ve bunları üç ay sonra uzaktan kumandayla patlatmışlardı. Patlayıcılardan altı tanesi istenildiği şekilde patlamış, ikisi başarısız olmuştu.
Hersh bu konuyla ilgili olarak Berliner Zeitung gazetesine de uzunca bir röportaj verdi. Deneyimli gazetecinin 14 Şubat tarihli gazetede yer alan bilgilerine bakılırsa, Joe Biden Kuzey Akım doğal gaz boru hatlarını havaya uçurmaya Almanya hükümetine güvenmediği için karar vermişti. Beyaz Saray, Berlin’in Moskova'ya yönelik yaptırımları sorgusuz sualsiz desteklemeyi bırakabileceğinden endişe etmiş ve böyle bir operasyonla Almanya’nın Rusya’dan aldığı gazı bir oldubittiyle “kesmeye” karar vermişti.
Amerikalılar boru hatlarına yönelik gerçekleştirecekleri operasyonlarına dair planlarını Norveç’in yanı sıra İsveç ve Danimarka ile paylaşmış, doğal (!) olarak Alman hükümetine bir bilgi vermeye gerek duymamışlardı. Boru hattını imha etmeye yönelik karar Başkan Biden tarafından çok önce verilmiş, operasyonun planlaması Biden’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’a bırakılmıştı. Sullivan, bu amaçla daha 2021 yılı Aralık ayında CIA, Dışişleri Bakanlığı, Hazine Bakanlığı ve Genel Kurmay Başkanlığı temsilcilerinin katıldığı bir toplantı gerçekleştirmiş ve bu ekipten Kuzey Akım boru hatlarının imhası için bir plan geliştirmelerini istemişti. CIA, 2022 başlarında planı ortaya koymuştu bile. Washington’un sabotajdaki rolünün gizlenmesi için gerekli her türlü istihbarat, karşı-istihbarat faaliyeti yürütülecekti. Kongre’ye konuyla ilgili bilgi vermeye ihtiyaç duyulmamıştı.
Bir diğer deyişle, Amerikalılar sabotaj eyleminin planlamasına Ukrayna Savaşı başlamadan yaklaşık bir yıl önce girişmişler, planı tamamlamış, zamanını kollamış, bombaları yerleştirmiş ve uygun bir zamanda da düğmeye basmışlardı. Bir diğer deyişle, bir NATO üyesi ülke (ABD), bir başka NATO üyesi ülkeden (Norveç) yardım alarak bir başka NATO üyesi olan, Almanya’nın sözleşmeyle bağlı olduğu Kuzey Akım boru hatlarının sızıntılarla devre dışı kalmasına yol açacak bir sabotaj faaliyeti gerçekleştirmişti.
Deneyimli gazeteci Hersh’ün aktardığı bilgilere göre, bombaların Amerikan silah şirketi Raytheon yapımı standart bir sonar cihazından gönderilen düşük frekanslı sinyaller ile uzaktan patlatılmış olması mümkündü. Yani, Almanya’nın kıymetli varlıklarını imha etme operasyonunda teknolojik beceri “13 yıllık Stinger stoku ile 5 yıllık Javelin stoğunu Rusya – Ukrayna savaşı sayesinde 10 ayda tüketerek” mükafatını alan Raytheon’a bırakılmıştı.
Böyle düşünceli (!) NATO üyesi “müttefiklerin” varken düşmana ne hacet!
Bu arada, sabotaj eyleminin duyulmasının ardından hiçbir büyük Amerikan gazetesi, Başkan Joe Biden ile ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşlerden Sorumlu Müsteşarı Victoria Nuland tarafından Kuzey Akım boru hatlarına yönelik daha önce savurulan tehdit ifadelerini hatırlamamış (!), o sözleri mercek altına almaya gerek duymamıştı.
Basın bu olayda şahane (!) bir sınav vermişti! 2015 yılında Hersh’ü “araştırmacı gazeteci” olarak nitelendiren Business Insider, söz konusu haberinden sonra, 9 Şubat 2023’te ondan “itibarını yitirmiş” bir gazeteci olarak söz etmişti. Aynı gün Der Spiegel de, Hersh’ü “tartışmalı bir ABD gazetecisi” olarak tanımlıyordu. Oysa aynı Alman medya kuruluşu 2016'da Hersh’ü “efsane” gazeteci olarak nitelendirmişti,
Bir diğer deyişle, Kuzey Akım haberi Hersh’ü “efsanevi”den “tartışmalı”ya, hatta “itibarını yitirmiş”e çevirmişti...
Şimdi sorumuz şu:
Bütün bu gelişmeler olup biterken susan “efsanevi” Almanya, önce “tartışmalı” hale getirip sonra da “yitirdiği itibarını” geri kazanabilecek midir? Bu nasıl mümkün olacaktır? Savunma Bakanı’nın aklından geçtiği gibi, mevcutta 183 bin olan profesyonel asker sayısını 350 bine çıkarır, 100 bin olan ihtiyat personeli rakamını da 1,2 milyona çıkarırsa hallolur mu mesela mesele?
Ayrıca… “Üye ülkelerin altyapılarına yönelik böyle bir saldırıya kolektif bir karşılık verilir” diyen NATO bu ortaya çıkan gerçeklere ne “karşılık” verecektir? Geçenlerde omzuna koyulan bir taşınabilir tanksavar Javelin füzesiyle sahada “prova yapan” Estonya Başbakanı Kaja Kallas gibi prezantabıl bir hanımı genel sekreterliğe getirerek imaj tazeleme yoluna gitmesi ve diğer üyelerin de bu arada olup bitenleri hazmedip “yutması” mümkün müdür?
Biraz daha büyük bir savaşa doğru yürünse, unutulur mu mesela, böyle küçük meseleler? “Bir dost sabotajı” olarak görülüp geçilir mi?