Filistin toprakları "bir anda" yeniden kana bulandı. Türkiye dahil birçok Müslüman ülke halklarına sorsanız, olan bitene bir kez daha, "İsrailliler kutsalımıza, Mescid-e Aksa'ya dokundular, karşılıksız bırakmadık, İsrail de bu yüzden saldırdı" şeklinde açıklama getireceklerdir.
Oysa, olaya "dini kutsiyet" ezberleri üzerinden indirgemeci açıklamalar getirmek meseleyi bir kez daha anlamamızı zorlaştıracaktır. Elbette ki, işgal ve abluka altındaki Filistin topraklarında yaşananları geniş bir açıdan kavramak için, olayların Kudüs'ün doğusundaki Şeyh Cerrah'ta yarım asırdır yaşadıkları evlerinden mahkeme kararlarıyla tahliye edilmeye çalışılan Filistinlerle bağlantısını kurmak da yetmez. Bununla yetinmeyip 1919 tarihli Balfour Deklarasyonu'na, hatta yerleşimci kolonyalizmin başlangıç pratiklerine kadar geri gitmemiz gerekir. Ancak yaşadığımız bu son gelişmede bölgedeki siyasal aktörlerin gelinen noktadaki paylarının ne olduğunu ve neden böyle olduğunu anlayabilmek için, her şeyden önce İsrail ve Filistin'in siyasal tablosunda son dönemde yaşanan kilitlenmeleri kavramamız da gerekiyor. Bu şekilde şimdi bir kez daha başvurulmaya çalışılan "savaş" anahtarının hangi kilitlenmelerin açılmasında uygun görüldüğünü anlamamız da kolaylaşacaktır.
Hadi gelin, şimdi bu kilitlenmelerin seyrine kronolojik bir düzlemde ve genel hatlarıyla bakmaya çalışalım:
Hatırlanacağı gibi, Filistin topraklarında bir Filistin geçici özyönetim kurulmasını öngören Oslo Anlaşmaları (1993-1995) sonrasında, Filistin'de ilk Devlet Başkanlığı seçimleri 2005 yılında yapılmış ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) kurucularından Mahmud Abbas dört yıllık bir süre için Filistin Devlet Başkanlığı görevine getirilmişti. 2002 yılında yürürlüğe giren Filistin Anayasası, Filistin Ulusal Yönetimi'ndeki genel seçimlerin her dört yılda bir yapılmasını öngörse de, bu bir türlü mümkün olmadı ve Mahmud Abbas 16 yıldır bu koltukta oturmayı sürdürdü.
Aslına bakılırsa, 2005'teki Başkanlık Seçimleri sonrasında, Filistin'de 25 Ocak 2006'da bir yasama seçimleri yapıldı. Sandıktan yüzde 44,5 ile birinci parti çıkan Hamas, Meclis'teki 132 sandalyenin 74'ünü kazanmış olsa da seçim sonrasında kurulan Fetih-Hamas koalisyon hükümeti de uzun ömürlü olamadı ve neticede ortaya Hamas'ın Gazze'yi, El Fetih'in de Batı Şeria'yı kontrol ettiği iki parçalı bir Filistin tablosu ortaya çıktı.
Batı Şeria ve Gazze'de birbirinden ayrı yönetimlerin idarede bulunmasının Filistin toplumunda bir bölünmüşlük yarattığı ve bunun bölgedeki İsrail dışında hiçbir aktörün işine yaramadığı zamanla daha belirgin bir şekilde ortaya çıkacaktı. Buna rağmen 2006'dan bu yana devam eden bu parçalanmışlık altında yeni bir genel seçim de bir türlü mümkün olamadı.
Filistin'deki siyasi gruplar bu bölünmüşlüğü gidermek için son yıllarda uzlaşı arayışlarını yoğunlaştırdılar. Bu kapsamda Mısır, Ürdün, Katar, Türkiye ve Rusya gibi ülkelerin de arabuluculuğuyla Hamas ile Fetih Hareketi arasında 2020 yılı sonlarına doğru bir yakınlaşma sağlandığı görüldü.
Filistinli grupların genel sekterleri ve temsilcileri, işgal altındaki Batı Şeria'da bulunan Ramallah'ta ve Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta eş zamanlı olarak 3 Eylül'de, İstanbul'da ise 22 Eylül'de toplantılar gerçekleştirdiler. Görüşmeler olumlu sonuçlandı ve ülkede 14 yıldır yapılamayan seçimlerin gerçekleştirilmesi yönünde önemli adımlar atılmaya başlandı. Nihayet taraflar bölünmüşlüğü gidermenin ve siyasi meşruiyeti sağlamanın yolunun detayları üzerinde anlaşılan bir seçimden, yani sandıktan geçtiği konusunda anlaşmaya vardılar. (Bu arada hemen belirtelim, Batı Şeria'da yaklaşık 2,5 milyon civarında Filistinlinin yaşadığı tahmin ediliyor. İşgal altındaki Doğu Kudüs'te 350 bin, ablukadaki Gazze'de ise 600 bin Filistinli kişi yaşıyor.)
31 Aralık 2020'de Abbas'a bir mektup gönderen Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye, "seçimlerin daha önce şart koşulduğu gibi eş zamanlı olarak değil, sırasıyla yapılmasını kabul ettiklerini" de bildirdi.
Bunun üzerine Mahmud Abbas, Filistin Merkezi Seçim Komisyonu Başkanı Hanna Nasır ile bir dizi görüşme gerçekleştirdi ve neticede Filistin topraklarında Yasama, Başkanlık ve Ulusal Meclis seçimleri yapılmasını öngören bir kararname hazırladı. El Fetih ile Hamas arasındaki bir uzlaşmanın ürünü olarak da görülebilecek olan ve Mahmud Abbas'ın 15 Ocak 2021 tarihinde Ramallah'ta imzaladığı bu kararnameye göre, 22 Mayıs 2021'de milletvekili, 31 Temmuz'da devlet başkanlığı ve 31 Ağustos'ta Filistin Ulusal Konseyi seçimleri yapılacaktı. Filistinliler 15 yıl sonra ilk kez sandık başına gidecekler ve temsilcilerini seçeceklerdi.
Buraya kadar her şey yolunda gibi görünüyordu.
Ancak İsrail kontrolündeki (Doğu) Kudüs topraklarını da kapsayan bir seçim yapılabilmesi için İsrail otoritelerinin de mutabakatına ihtiyaç vardı. Tel Aviv yönetimi, bu konuda bir karar/onay için Filistin yönetiminden 23 Mart'ta yapılan İsrail Genel Seçimleri'ne kadar beklemesini istemişti. Ancak İsrail seçimleri tamamlanmış, sonuçlar açıklanmış olmasına rağmen yeni bir hükümet bir türlü kurulamamış ve Tel Aviv yönetiminden Ramallah'a Kudüs'teki Filistin seçimlerine ilişkin olumlu ya da olumsuz bir yanıt gelmemişti.
İsrail yönetimi özellikle Hamas'ın Kudüs'te varlık göstermesini ve seçim kampanyası yürütmesini istemiyordu. Hatta, seçim hazırlıkları kapsamında Doğu Kudüs'e gitmesi durumunda Filistin Merkezi Seçim Komisyonu Başkanı Hanna Nasır'ı gözaltına almakla tehdit ediyordu. Mahmud Abbas da, Tel Aviv yönetiminin İsrail'de henüz bir hükümet kurulmamış olmasını gerekçe gösterip işgal altında bulunan Doğu Kudüs'teki Filistin seçimlerine ilişkin kendilerine bir cevap vermekten kaçınmasına içerlediğini belirtiyor ve "Kudüs olmaksızın seçimlere gitmeyeceğiz," şeklinde konuşuyordu.
Rakiplerinin bakış açısına göre, 85 yaşına gelmiş olan ve son zamanlarda yozlaşmayla anılmaya başlanan Mahmud Abbas, kendisi için yeterli ikbal görmediği seçimleri ertelemeyi ya da iptal etmeyi gündeme getirebilirdi. Hamas ise bu seçimle nüfuz alanını Gazze'den Batı Şeria ile Doğu Kudüs'e de taşımaktan yanaydı. Seçimlerin Kudüs'te yapılmasının farklı yolları da olduğunu savunan Hamas, Abbas'ı seçimleri iptal etmek için bahane aramakla suçlamaya başlamıştı. Hamas için seçimler Kudüs'ün Filistin devletinin başkenti olduğunun teyit edilebilmesinin de bir aracıydı ve ertelenmemeliydi.
Dolayısıyla Filistin topraklarında bir seçimin Doğu Kudüs'ü de kapsayacak şekilde gerçekleştirilmemesi Filistinliler için "kabul edilmez" bir durum olarak belirmekteydi.
Gelelim İsrail'deki aktörlere… Mart ayında İsrail'de yapılan parlamento seçimlerinin ardından hükümeti kurmakla görevlendirilen ancak sağcı ve dindar partilerden oluşan bir koalisyon kabinesi oluşturmak istese de yasal 28 günlük süre içinde bunu başaramayan Likud Partisi lideri Binyamin Netanyahu için ise Hamas'ın Doğu Kudüs'te değil Filistin seçimlerini kazanması, kampanya yürütmesi bile "kabul edilemez" görülmekteydi. Zaten, seçimlerin yaklaşmasıyla birlikte İsrail yetkilileri, Hamas'ın Batı Şeria'daki adaylarını sıklıkla göz altına almaya başlamıştı.
Koalisyon kabinesi kurabilmek için Dindar Siyonist Partisi ve ultra sağcı Yamina Partisi gibi siyasi aktörlere ihtiyacı varken, Hamas'ın Kudüs'te etkinlik göstereceği bir seçim, Netanyahu'nun iktidar şansının büsbütün zayıflaması anlamına da gelebilirdi. İsrailli radikal sağ gruplara gelince... Onlar zaten bütün olup bitenleri "terör örgütü Hamas'ın Yahudi toplumuna bağrında meydan okuması" olarak anlamaya yatkındı. Ne olursa olsun "meydan Filistinli radikallere bırakılmamalı," düşman ısrar ederse cezalandırılmalıydı.
İsrail'deki aktörler meseleye artık tamamen iç politikanın dinamiklerine uygun tercihlerle yaklaşacaklar ve gerilimi "göze göz" (!) anlayışı içinde tırmandıracaklardı.
Peki hangi meydan ve ne zamanda?
Evet, mevzumuz işgal altındaki Filistin topraklarında geçiyor ise, bu sorunun cevabını pek de uzak yerde aramaya gerek kalmıyor: Müslümanların o coğrafyadaki en kutsal mabedi kabul edilen Mescid-i Aksa ile Filistin'in bağımsızlığına dikkat çekmek için 1982'den bu yana Ramazan ayının son cuma günü kutlanan Kudüs Günü, taraflar arasındaki konfrontasyonun "prelüd etabı" olarak seçilirse arzulanan etki yaratılabiliyor.
Kudüs Günü bu yıl 10 Mayıs'a denk geliyordu. Yani Müslüman aleminin "İydû'l Fıtr" adıyla kutladığı Ramazan Bayramı'nın hemen öncesindeki cuma gününe… Böyle bir günde gerilimin tırmandırılması, birilerine savaşa giden ve toplumlararası radikalleşmeyi tırmandırmaya, belki de seçimlerin de ertelenmesine yarayacak bir kapıyı açma fırsatı verebilirdi.
Uzatmayalım. O gün olanları, sonrasını ve gelinen noktayı biliyorsunuz. Filistinlilerin temsili demokrasi hayallerine topyekûn son verebilecek bir şiddet dalgası için ihtiyaç duyulan nefret orjisi dozajına 24 saat içinde ulaşılmıştı.
Gelinen konjonktürde Kudüs'teki Arapları destekleyerek seçimlerde bu bölgedeki oy oranını artırma fırsatını gören Hamas Yönetimi, 10 Mayıs'ta İsrail'e ültimatom verdi ve, "Güvenlik güçlerinizi saat 18.00'e kadar Tapınak Dağı ve Şeyh Cerrah Mahallesi'nden çekmezseniz saldıracağız" açıklamasını yaptı. İsrail'in bu ültimatoma cevabı orduyu alarm durumuna geçirmek ve sığınakları açmak şeklinde oldu.
11 Mayıs 2021 günü, yani Kudüs Günü'nde ise (dini) Yeşiva okulları öğrencisi yüzlerce genç, kaynağını Eski Ahit'teki Hakimler kitabından (16.28) alan ve İsrail'deki radikal sağ unsurların ezbere bildiği, 1996 tarihli "Beni Anımsa" şarkısını Müslümanların kutsal mabedi Mescid-i Aksa'nın avlusunda çıkan yangından yükselen alevlere bakarak söylüyor, iştah ve nefretle "intikam" haykırıyorlardı:
"Ey Egemen Rab, lütfen beni anımsa, Ey Tanrı bir kez daha beni güçlendir; Filistinlilerden bir vuruşta iki gözümün öcünü alayım."
Tıpkı, yaşadığı Batı Şeria'daki evin kundaklanması sonucu 2015 Temmuz'unda yanarak ölen 18 aylık Filistinli bebeğin (Ali Said Devabişe) ölümünü bir Yahudi düğününde ellerinde tüfeklerle dans ederek kutlayan İsrailli radikal sağ gruplar o şarkıyı o gün nasıl söyledilerse, aynı intikam iştahı ile… Ve bu kez, Mescid-i Aksa'nın arka tarafında bulunan Batı Duvarı'nın (Ağlama Duvarı'nın) hemen önünde…
Ülkedeki bazı kilitlenmeleri aşmaya yarayacak nefret tetiklenmişti… O günden başlayarak İsrail havadan ve karadan Gazze Şeridi'ni vurmaya başladı. Hamas da roketleriyle İsrail hedeflerini. İsrail hava saldırılarını takip edecek ve zaten abluka altındaki bir açık hava hapishanesi görünümdeki Gazze'yi yerle bir edecek bir kara operasyonunun da bugünlerde eli kulağında olduğu görülüyor. Siyaset o tarihten bu yana İsrail ve Filistin topraklarında kan ile yeniden şekillendirilmeye çalışılıyor. Ve kan simsarları ellerini oğuşturarak heyecanla dip toplamı bekliyor.
Bakalım bölgedeki tansiyonda yaşanan bu eskalasyon, Filistin topraklarında 22 Mayıs'ta, 31 Temmuz'da ve 31 Ağustos'ta yapılması planlanan seçimlerin geleceğini ve aynı şekilde İsrail'deki hükümet kurma çalışmalarının yönünü, bölgedeki bazı liderlerin kaderini nasıl değiştirecek?
Bakalım Netanyahu, İsrail'de kuramadığı hükümet için aradığı dinamiği Gazze'ye savaşta bulabilecek mi?
Bakalım Ortadoğu'daki hangi liderler, Filistin'in kurtuluşu davasıyla en ufak bir ilgisi olmayan demagojik "iyi gün dostluklarından" kendi iç sahalarında fayda devşirmeye çalışacaklar?
Bakalım, İslamcıların tutarsız, ham ve çoğu kez anti-semit hamasi tutumlarının Şeyh Cerrah'ta evlerinden mahkeme kararlarıyla tahliye edilmeye çalışılan Filistinliler için bir faydası, Filistin halkının özgürlük mücadelesine bir katkısı olacak mı?
Bakalım bu şiddet sarmalı, Filistin'in iki parçalı bölünmüşlüğünün aşılmasına mı derinleşmesine mi katkıda bulanacak?