Suriye'nin Kuzey Batı'sında yakın tarihlerde faaliyete geçtikleri anlaşılan, adı sanı belli de olsa, arkasında kimlerin bulunduğu tam olarak bilinmeyen bazı silahlı örgütler, Türkiye'nin bölgedeki askeri varlığına karşı son zamanlarda sıklığı giderek artan birtakım bombalı saldırılar gerçekleştiriyor. Son saldırılarını geçen hafta gerçekleştiren bu gizemli ve "taze" örgütlerin bölgedeki hareketliliğiyle birlikte, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne (TSK) yönelik saldırıların yeni bir karakter kazanmış olduğunu söylemek sanırım yanlış olmayacak. Asli kaynağı belli değilse de, bu saldırılarla Türkiye'ye verilmek istenen ana mesaj, "Burası senin için artık tehlikeli bir bataklık, kalacaksan hayatını zorlaştırmaya kararlıyız" gibi duruyor.
2020 Mart'ından bu yana resmi düzeyde bir ateşkesin hüküm sürdüğü İdlib sınırları içinde gerçekleşen ve sadece TSK güçlerini hedef alan son dönemdeki saldırıları, isimleri daha önce duyulmamış, sosyal medya üzerinden dolaşıma soktukları mesajlarla varlığından haberdar olunan "Seriyyet-i Ensar Ebu Bekir es-Sıddık" (Sadık Ebu Bekir'in Yardımcıları Müfrezesi) grubu ya da "Tanzim et-Talia el-Mücahide" (Öncü Cihatçı) ile Abdullah bin Uneys Cemaati gibi örgütler gerçekleştiriyor.
Bölgedeki bu tip saldırıların ilki 28 Ağustos (2020) tarihinde yaşanmıştı. Kısa adıyla Ebu Bekir es-Sıddık grubunun üstlendiği ilk saldırı Hama kırsalındaki Sellet es-Zuhur köyü yakınlarındaki TSK üssüne yönelik bomba yüklü araçla gerçekleştirilmişti. Sonuncu saldırı ise geçen hafta perşembe günü öğlen saatlerinde, yani 15 Nisan'da (2021) İdlib'in merkezinde meydana geldi. Bu son saldırıda, TSK'ya ait bir aracın geçişi sırasında, yola döşenmiş bir el yapımı patlayıcı infilak ettirildi ve askeri araç kullanılamaz hale geldi. Saldırının sorumluluğunu, bildirilerinde TSK personelinden "NATO'ya bağlı askerler" şeklinde, Ankara'nın Suriye'de desteklediği muhalif cihatçı yapılanmalardan ise "Ceyşü'l Veseni" (putperestler ordusu) ifadeleriyle söz eden "Seriyyet-i Ensar Ebu Bekir es-Sıddık" isimli grup üstlendi.
Son 7-8 ay zarfında TSK'ya yönelik saldırıların büyük kısmını gerçekleştiren örgüt, 15 Nisan tarihli son saldırının bir hafta öncesinde de (8 Nisan 2021) benzer bir saldırı düzenlemiş ve Cebel Zaviye bölgesindeki TSK'ya ait bir konvoyu yine el yapımı bir patlayıcı ile hedef almıştı. O gün yapılan açıklamada saldırının "Afrin'de Türk askerleri tarafından hedef alınan kadınların intikamı" olduğu ileri sürülmüştü. TSK bu gelişmenin ardından Tel Rıfat ve çevresindeki YPG mevzilerini hedef almıştı.
Adını son zamanlarda duyurmaya başlayan bir diğer örgüt olan Tanzim et-Talia el-Mücahide örgütü ise, isminin ilk kez kayda geçtiği 10 Şubat tarihli saldırısında, Lazkiye'yi Halep'e bağlayan M4 karayolunda devriye görevi yapan TSK konvoyunu Eriha beldesi yakınlarında el yapımı patlayıcı düzeneğiyle hedef almıştı.
Bölgedeki gelişmeleri yakından takip eden Halid Abdurrahman isimli bir gözlemci/analistin dökümünü verdiği saldırı kayıtlarına göre, örgüt TSK güçlerini 2020 yılı içinde 28 Ağustos, 7 Aralık ve 31 Aralık tarihlerinde olmak üzere 3 kez hedef aldı. 2021 yılının ilk 3,5 aylık dilimi içinde ise örgütün 4, 16 ve 25 Ocak ile 24 Şubat, 13, 15 ve 23 Mart ile 8 ve 15 Nisan tarihlerinde olmak üzere 9 kez hedef aldığı anlaşılıyor. Kısacası, saldırılar giderek yoğunlaşıyor.
Ebu Bekir es-Sıddık isimli örgütün açıklamalarına baktığımızda, Türkiye ile işbirliği yapan muhalif silahlı grupları "cihada ihanetle" suçladığını ve Suriye sahasındaki tüm Müslümanları, "mürtedlere karşı mücadeleye" çağırdığını görüyoruz.
Terminolojisi El Kaide ile IŞİD'i çağrıştırsa da, örgüt daha 28 Ağustos 2020 tarihli saldırının ertesinde yaptığı açıklamada, Suriye'nin içinde veya dışında hiçbir grup ya da cemaatle bağlantıları olmadığının altını özellikle çiziyor ve saldırıların devam edeceğini duyuruyordu.
Peki kim bu gizemli yapılar?
Radikal İslamcı örgütler üzerine uzmanlığıyla bilinen ve "Center for Global Policy" isimli Amerikan düşünce kuruluşunun da analistlerinden olan, Swansea Üniversitesi doktora programı öğrencisi Aymen Cevad El Tamimi, kişisel bloğunda 27 Mart tarihinde kaleme aldığı analiz yazısında, Ebu Bekir es-Sıddık'ın şimdiye kadar üstlendiği tüm saldırıları TSK'ya karşı gerçekleştirdiğinin altını çiziyordu.
Söz konusu cihatçı örgütlerin açıklamalarını yakından takip eden BBC İzleme Servisi'nden Mina Al-Lami'nin görüşlerine yer veren BBC Türkçe'nin konuya ilişkin haberinde ise, "temel olarak kim olduklarını, köklerinin ne olduğunu ve arkalarında gerçekten kim olabileceğini bilmiyoruz," deniyor ve hemen ardından şu yorumda bulunuluyordu:
"HTŞ'nin İdlib'de Türk birliklerinin hareketine izin vermesi ve hatta gerilimi düşürme çabaları kapsamında bazen Türk birliklerine eşlik etmesi, HTŞ'nin bu diğer cihatçı grupların gözünde itibarını azaltıyor."
TSK ve onun Şam Yönetimi'ne karşı mücadelede desteklediği silahlı güçler, Suriye'nin Kuzey Batı'sında başından bu yana ya Suriye Arap Ordusu (SAO) birlikleriyle ya YPG'nin ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kuvvetleriyle ya da Şam yönetiminin sahadaki müttefiki bazı İran yanlısı milis güçleriyle çatışıyor. İdlib'e askeri ve siyasi açıdan hâkim durumdaki silahlı muhalif yapılanma olan Heyet Tahriru'ş Şam (HTŞ) örgütüyle TSK arasında ise çatışma yaşanmıyor. TSK'nın bölgedeki varlığına çok gönüllü olmasa da onay vermiş olan örgüt, zaman içinde Ankara ile ihtilaflı olduğu yeni hususlar belirse de bunları sineye çekmeyi ya da rafa kaldırmayı bilmiş, hatta mevcut durumdan kendi bölgesel hegemonyasını pekiştirerek çıkarken Batı'da kendisine uluslararası meşruiyet kazanmak yolunda girişimlerde bile bulunabilmişti. HTŞ, TSK unsurlarının M4 karayolu üzerinde Rus askeri polisiyle birlikte devriye görevi icra etmesine haftalarca süren sivil protesto gösterileriyle karşı çıkmış, yer yer yolu kapatmış, ancak bundan yaklaşık 1 yıl önce gösterilerde ölümlerle sonuçlanan çatışmaların ardından, örgüt Ankara'ya yönelik itiraz ve muhalefetini rafa kaldırarak yolu devriye geçişlerine açmıştı.
Geçen yılın ağustos ayı sonlarında ise İdlib bölgesinde birden Ebu Bekir es-Sıddık adı verilen ve TSK'yı hedefine yerleştiren bir örgüt çıktı meydana. TSK'ya yönelik saldırılar 2020 Ağustos'u ile birlikte aslında yeni bir karakter kazanıyordu. Türkiye'nin bölgedeki askeri mevcudiyetine yönelik itirazlar, bu bombalı eylemlerle, bir anlamda "burası senin için tehlikeli bir bataklık, kalacaksan hayatını zorlaştırmaya kararlıyız" şeklinde dile getiriliyordu.
Tabii bir hükümet gücünün fiili tam otoritesinin bulunmadığı ve farklı yapılara ait çok sayıda örgüt ile istihbaratçının fink attığı İdlib ile Hama kırsalında bir grubun silahlı saldırı gerçekleştirmesi zor bir şey değil. Zor olan, bu saldırıyı yapan örgüt ve örgütlerin daha büyük yapılar tarafından sırf Ankara'yı hedef almak üzere taşeron olarak kullanılıp kullanılmadığını bilebilmek.
TSK'nın bölgedeki mevcudiyetine yönelik itirazları yapan kesimlerin son zamanlarda -açık kanallarla ifade edilmese de- Ankara'nın bölgedeki "partnerlerini" de kapsadığını biliyoruz. Bir başka deyişle, bu saldırıların ardında, söz konusu örgütleri kullanmayı hedefleyebilecek SAO güçleri ya da YPG olacağı gibi, Ankara'yı bir dönem mecburi partner olarak görmüş HTŞ gibi güçlerin -uzak ihtimal gibi görülse de- işin içinde dolaylı desteği de olabilir. Bu destek Suriye'deki El Kaide yapılanması" olarak ön plana çıkan ve HTŞ'nin sahada son zamanlarda pek görünmemeyi tercih eden hasmı olarak da görülen Tanzim Hurasseddin'den de geliyor olabilir, Türkiye'ye Suriye'nin kuzeybatısında Astana süreciyle açtığı krediyi sonlandırmaya yaklaşan Rusya'dan da…
Kısacası, Ankara'nın bölgedeki askeri varlığına karşı olan bu güçlerden biri veya birkaçı bu itiraz(lar)ını (!) adı duyulmamış ya da yeni duyulan örgütleri taşeron olarak kullandıkları bazı saldırı eylemleri üzerinden "uyarı" şeklinde dillendirme yoluna gidiyor da olabilir.
Verilmeye çalışılan mesaj da, bundan yıllar önce, henüz Türkiye'nin bölgede tek bir askeri bile yokken, kimi uluslararası gözlemcilerin ifade ettiği şekliyle, "Suriye Türkiye'nin Vietnam'ı olur, ona göre," olabilir!