Yeri geldi mi ne kadar eşsiz olduğunu haykırmaktan geri durmadığımız İstanbul’da “bayındırlık” ve “imar” adı altında son 50 yılda yaptığımız ve bu şehri -biraz daha eşsiz kılmak yerine- biraz daha eksik hale getiren icraatlar listesine bir yenisi daha eklendi.
Hayat sevincimi biraz daha yok eden bu “son hadiseyi” hemen anlatayım.
Sarıyer Demirciköy’e gelmeden yaklaşık 1 km. önce yolun sola dirsek yaptığı yerde bundan bir kaç yıl önce tesadüfen arabamı durdurup sağ taraftaki ormanlık alana doğru kısa bir yürüyüş yapmıştım. Bu yürüyüşün daha hemen başında önümde benden daha düşük kodda kilometrelerce karelik enfes bir ormanlık çanağın uzandığını görerek büyülenmiştim.
Bir orman denizine bakan bu enfes “balkonda” şahane manzarayı seyre koyulacaktım ki, başımın biraz üzerinden onlarca küçük orman kartalı ve şahinin uçtuğunu gördüm. Yırtıcı kuşlar ciddi bir termal hareketlilik olmadığı için çanağın içinden geçerken alçak irtifadan uçuyor, bulunduğum yükseltiye yaklaştıklarında yeniden yükselmeye başlıyorlardı. İşte tam bu noktada da onları yakın mesafeden ve sırtlarından görebiliyordum. O gün belki bir saat içinde yüzlerce yırtıcının Avrupa içlerine doğru göçüne tanık oldum.
Dünyada bu kadar çok sayıda yırtıcı kuşu bu mevsimde bu kadar yüksek sayılarda ve bu kadar yakından ancak bir kaç yerde daha görebilirdiniz. Ve biri Garipçe’de diğeri de Rumeli Feneri Yolu üzerinde bulunan o şanslı noktalara o gün birini daha eklemiştim. Geçen bahar ve bu yılki bahar Demirciköy’de keşfettiğim o “balkondan” günlerce yırtıcıları izledim.
Ama seneye izleyemeyeceğim!..
Çünkü geçenlerde oraya yeniden uğradığımda o güzelim çanağa açılan noktanın yerle bir olduğunu, dozerlerin geniş bir bant üzerinden ormanı kilometreler boyunca halı gibi tarayarak yok etmiş olduklarını gördüm. Yüzlerce, binlerce saplı, sapsız meşe tam bu noktanın üzerinden geçecek şekilde doğranmıştı. Belli ki, 3. köprüye çıkacak otoyol tam bu noktadan geçirilecekti. Ağzım açık, gözlerim meşe cesetleriyle çevrili toprak yolda kalakaldım. Daha vedalaşamamıştım bile. Sanki o dozerler o ormanın değil de, yaşama sevincimin, bu sevinci yarınlara ulaştırma ümidimin üzerinden geçmişti.
Demek ki, ben buradan genç şahinlerin ve arı şahinlerinin süzülerek geçtiğini bir daha göremeyecektim. Hiç bir kızıl şahinin el teleklerinin ucuna “ne renk” diye heyecanla bakamayacaktım. Hiç bir küçük orman kartalının “başımın üstünde yeri” olmayacaktı. Hiç bir atmaca, hiç bir delice, buradaki meşe ormanında dinlenip düş göremeyecekti. Bir daha hiç bir kerkenezin o özgün kanat hareketleriyle havada asılı kaldığına tanık olamayacaktım. Bir şah kartalın uzaktan “uzun far” gibi hissedilen hücum hattındaki kanatbaşı çıkıntılarına bakamayacaktım doyasıya. Kalakaldım!
Bir mucize yerle bir olmuştu. Biliyorum ki, Avrupalı kuş gözlemcileri bu saydığım kuş türlerinden 3-5 tanesini kendi ülkelerinde bir arada görebilmek için bazen koca bir hafta sonlarını feda ederler. Oysa 2012 yılının sadece 31 Mart günü İstanbul Kuş Gözlem Topluluğu'ndan diğer arkadaşlarımla birlikte Sarıyer semalarından 12-14 bin adet küçük orman kartalı ile 3 bin civarında leyleğin ve binlerce şahinin, atmacanın geçtiğine tanık olmuştuk.
Bir yıl sonra, yani 2013 yılı 31 Mart günü gördüğüm toplam yırtıcı sayısı ise 10 binlerle ifade edilecek düzeydeydi. Bunlardan bazıları sırtlarını görmeme imkan tanıyacak denli düşük bir irtifadan ve yakından geçmişti. Sırf bu nedenle her yıl bahar aylarında İstanbul’a çok sayıda Alman, İngiliz, Hollandalı kuş gözlemcisi geliyor. Çünkü onlar da biliyor ki, bu muhteşem doğa olayına İstanbul dışında dünyanın başka hiç bir yerinde bu yoğunlukta tanık olunamaz.
Neden olunamaz?
Çünkü “eşsiz İstanbul’umuz” göçmen kuşlar için Avrupa’nın en işlek hava “otoyolu”nu barındırıyor. Nedir bu “havayolu”, hemen aktarayım. Yırtıcılar ve leylekler gibi büyük kanatlı kuşlar her ilkbahar Afrika’dan kuzeye, Avrupa içlerine doğru göç eder, oralarda ürer, yavrularını besleyip büyütürler. Sonbahar gelince de birlikte dönüşe geçer ve kuzeyli rüzgarları arkalarına alarak yeniden Afrika’nın ılıman sulak alanlarına dönerler.
Bu binlerce kilometrelik zorlu rotayı minimum enerji harcayarak bir an önce tamamlamak isterler. Onlara bu olanağı kara kütlelerinin üzerinde oluşan sıcak termal hava hareketleri verir. Denizler üzerinde bu sıcak hava hareketleri olmadığından, kuşlar Akdeniz’i boydan boya geçmek yerine karaların üzerinden ilerleyip denizi en kısa noktadan aşarlar.
Dünyanın bu köşesinde on binlerce yıldır bu geçişe uygun 3 rota var. Bunlardan biri Cebelitarık Boğazı, diğeri Sirte Körfezi – Sicilya - İtalya güzergahı, bir diğeri de İstanbul Boğazı...
Yapılan gözlemler 1 km’lik dar deniz hattıyla İstanbul Boğazı’nın bu rotalar arasında en yoğun geçişe sahne olduğu yolunda. Yırtıcıların büyük kısmı Hatay-Belen Vadisi üzerinden giriş yaptıkları Anadolu’yu en kestirme karasal yoldan aşıyor ve Boğaz’ı kat ederek Sarıyer-Garipçe ile Büyükdere-Kocataş arasındaki bant üzerinden Avrupa’ya çıkıyorlar. Böylece bahar aylarında bu bölgenin semalarından sayıları yarım milyona yakın süzülerek göç eden büyük kanatlı kuş geçiyor. Ötücülerle birlikte bu rakam belki üçe, beşe katlanıyor.
Boğaz geçişinin en iyi gözlemlendiği nokta Sarıyer - Rumeli Feneri yolu üzerinde, Koç Üniversitesi’ni geçtikten 500m. sonra, keskin viraj olarak tabir edilen nokta. İkincisi, Sarıyer-Garipçe köyünün hemen girişinde sağ taraftaki düzlük alan. Bir-iki yıl önce çıktığım yürüyüş sırasında bunlara Sarıyer Demirciköy yakınlarındaki o noktayı da ilave etmiştim.
‘3. Köprü’yü ve ona bağlanacak otoyolu işte kuşların bu güzergahı üzerine yapacaklar…
Avrupa ülkelerinde olsa ekolojik bir değer olarak derhal koruma altına alınacak olan bu önemli doğa alanına bunun için giriyor o dozerler. İstanbul’un bir “eşsizliğini” daha bizlerden alıp elimize gururlanacağımız betondan bir “bayındırlık” gerdanı daha tutuşturmak için.
İstanbul gibi bir şehirde yaşadığım için kendimi mutlu hissetmeme sebep olan hazinelerimizden biri daha gidiyor.
Dozerlerin bu hareketi, Belgrad Ormanı'nda üreyen alaca sinekkapan ve kara leylek gibi ender görülen türleri de, hemen Demirciköy kıyılarında üreyen tepeli karabatak ve halkalı küçük cılıbıt gibi türlerin de geleceğini etkileyecek.
Ve o hazine yitip giderken pek çok şeyi de beraberinde götürecek. Belki de şimdi içinde “daha fazla İstanbul” bulacağımız, “İstanbul’da Artık Göremeyeceğiniz 101 Şey” adlı bir kitap yazmanın zamanı gelmiştir.
Ama tadınızı şimdilik daha fazla kaçırmayayım. Bu şehrin kuzeyinde “yükselen DDT (dinamit, dozer ve testere) hareketimiz” sayesinde bundan böyle artık neleri göremeyeceğimizle ilgili olarak bu seferlik bu kadarını anlatmakla yetineyim.
Evet, şehrin kuzeyinde “yükselen DDT hareketinin” yöneticileri diyorlar ki, “Doğayı sevme, arkasındaki detaylarla ilgilenip peşine düşme, buralardan kendine bir hayat sevinci devşirme! Yoksa pişman olursun!”
Memleketin bütün arsaları, ağaçları ve “parkları” onların zaten. Hiç değilse ümitlerimizden ve hayat sevinçlerimizden ellerini çekebilseler!