Geride bıraktığımız haziran (2014) ayında medyada öne çıkanlara –aslına bakarsanız çoğunlukla çıkmayanlara (!)- kişisel ve mecburen taraflı bir bakış isterseniz, buyurun buradan okuyun...
TÜRKİYE’DE AYIN İNSANI
Haziran ayında “Türkiye’de Ayın İnsanı,” Cannes’da Altın Palmiye ödülü kazanan yeni filmi (Kış Uykusu) 13 Haziran Cuma günü gösterime giren Nuri Bilge Ceylan oldu. Sinema kariyerinde izlediği özgün yolu 55 yaşında Cannes’daki büyük ödülle taçlandıran Ceylan haziran ayında kendisinden ve filminden daha önce hiç bir filmine nasip olmadığı kadar söz ettirdi. Filmden herkes başka bir şey anlarken Kış Uykusu filmini nasıl anlatmalı, bilemiyorum. Ama film için akla gelebilecek en güzel betimlemeyi galiba Fatih Özgüven sarf etmişti: “Kış Uykusu’na acilen, biraz da kolaycı bir metafor bulmak gerekirse, bu şaşırtıcı bir biçimde güncel bir şey olurdu: Son zamanlarda polis karargâhı olmasına izin verilen Atatürk Kültür Merkezi...” Yani, “tuzukuru ve özenti cumhuriyet bohemliğine karşılık halk çocuklarının iradesi!” Son zamanların en iyi Türk filmlerinden olan Kış Uykusu’nun asıl derinlikli karakterleri, karlar içindeki kibir krallıklarında yattıkları uzun uykudan bir türlü uyanamayan şehirli yarı-aydınlardan ziyade, büyüyünce polis olmak isteyen, yer yer imam olan, mahkûm olan, şoför olan, öğretmen olan “halk çocukları!”
DÜNYADA AYIN İNSANI:
Takımı 2014 Dünya Kupası’nda Brezilya’ya çeyrek finalde yenilip elenmiş bile olsa Kolombiyalı futbolcu James Rodriguez, haziran ayında bence “Dünyada Ayın İnsanı” diye bahsedebileceğimiz biri oldu. Muhteşem bir top hakimiyetine sahip olduğunu turnuva maçlarında gösteren genç futbolcunun, Uruguay maçında “olmaz böyle güzellik” denilen bir takım organizasyonunun ardından attığı harika gol uzun süre hafızalardan silinmeyecek gibi görünüyor. “Maçtan sonra yıldız oyuncuların yanıma gelerek bana sarılmasından mutluluk duyuyorum” diyen Rodriguez aslında haziran ayına büyük bir renk ve keyif katan yeni futbol yıldızlarının belki de ilk sırasında geliyordu. Rodriguez’in pek çok Türk erkeğini mahalle maçlarının amatör futbol coşkusuna geri döndüren ışığı uzun ve daim olsun!
AYIN OLAYI
Haziran ayının en trajik olaylarından biri, 1994 yılında yaşanan (ve savaş uçaklarının da dahil olduğu) Kuşkonar Katliamı’ndan sağ kurtulan İbrahim Sağnak’ın Şırnak’taki maden ocağında meydana gelen göçükte hayatını kaybetmesi oldu. Oysa Sağnak ailesi 38 kişinin hayatını kaybettiği Kuşkonar Katliamı’ndan sonra çareyi köyleri Bêsûke’yi terk edip Dêrgûl (Kumçatı) beldesine yerleşmekte bulmuşlardı. Burada kaçak ocaklarda günlük 70 TL yevmiyeyle geçimini sağlamaya çalışan evli ve 3 çocuk babası İbrahim Sağnak’ın (30) tek bir gün sigorta kaydı yoktu! Yıllarca hiçbir sosyal güvencesi olmadan çalışmıştı. Ama işte bizim “ileri demokrasimizde”, özellikle de “orasında” durum budur: Bidonların içinde indiğin madendeki göçükte hayatını kaybedince haber olursun! Bir günlüğüne!
AYIN MANŞETİ
13 Ekim 1996’da yayın hayatına başlayan ve hem haberciliğiyle hem de renkli kalemleriyle Türkiye'nin bir dönemine –özellikle de Susurluk Skandalı’yla başlayan bir döneme- damgasını vurmuş Radikal gazetesinin kapanması –özellikle çalışanları ve bir dönemi onun üzerinden takip etmiş okurları için- ayın en buruk gelişmelerinden biri oldu. Arşivinde ses getiren çok sayıda haber ve manşeti olan Radikal gazetesi 21 Haziran 2014 tarihinde bu kez kendisini haber yapıyor ve “Bize Ayrılan Kağıdın Sonuna Geldik” manşetiyle okurunun karşısına son kez çıkıyordu. Manşet gazetenin son dönemiyle birlikte çok tartışıldı. Ama haklılığından, doğruluğundan önce, gün gibi aşikar burukluğuyla haziran ayına mıhlanmıştı işte!
AYIN HABERCİSİ
T24’ün başarılı habercilerinden Hazal Özvarış, Radikal gazetesinin kapanışına giden süreci ve fondaki farklı Türkiye dinamiklerini anlamamıza katkıda bulunmak üzere gazetenin 18 yıllık serüveninde imzası olan Mehmet Yılmaz, İsmet Berkan, Tuğrul Eryılmaz ve Eyüp Can ile birer gün arayla söyleşi yaparak okurun kafasındaki pek çok sorunun giderilmesine olanak tanıdı. Bazen doğru cevaplardan ziyade tarihe doğru soruları sormak, sorabilmek daha önemli olabiliyor. Hazal Özvarış, Radikal’in kimi okurları, hatta çalışanları için belki bir kırıklık, bir hüzün ya da kızgınlıkla biten hikayesinin ardından şehrin bazı mahallelerinde hâlâ böyle soru sormakta direnen gazetecilerin var olduğunu hatırlattı, dijital alemden. Keşke şehrin bir başka mahallesinde de kağıtta direnen kaplanlar var olmayı sürdürebilseydi!
AYIN ÖNGÖRÜSÜ
Mücahit Bilici’nin 21 Haziran tarihli Taraf gazetesinde “Bir Vicdan Koalisyonu İhtiyacı” başlığıyla kaleme aldığı yazısı, geride bıraktığımız ayın iz bırakan öngörülerinden birini de içinde barındırıyordu. Bilici, değerli tespitler içeren yazısında, “bugün muteber bir muhalefet yokluğundan kaynaklanan siyasi boşluk artık vicdanların teneffüsünü zorlaştıran bir insani boşluğa dönüşmektedir. Bu yüzden Türkiye’nin acilen bir vicdan koalisyonuna ihtiyacı var” şeklinde bir değerlendirme yapıyor ve “AK Parti’ye siyasi muhalefet siyasi aktörlerin işidir ve siyasi bir pozisyondur. Fakat vicdan temelinde insani muhalefet herkesin ihtiyacıdır,” diyordu.
AYIN EN İYİ KÖŞE YAZISI
Yaklaşık 20 yıl boyunca İslamcı, muhafazakâr medyada çalışan gazeteci Levent Gültekin, 8 Haziran 2014 tarihinde Radikal 2’de kaleme aldığı “Durmak Zorundayız, Bu Yola Devam Edemeyiz” başlıklı yazısında, “Her yere ‘Huzur İslam’da’ yazarken, İslamcılar olarak, toplumsal huzursuzluğun kaynağı haline geldik (...) Bu iktidar döneminde hak, hukuk, adalet hiç olmadığı kadar yara aldı,” diyerek bu ülkenin dindarlarını özeleştiriye ve “hasar tespit raporu” çıkarmaya çağırıyordu. “Bu topluma ‘Dindarlık iyi bir şeydir’ diyecek yüzümüz kaldı mı?” diye haykıran Gültekin, “madem iyi bir şey, size niçin tesir etmedi?” diye sorduklarında, ne cevap vereceğiz?” diye soruyordu. Gültekin’in çıkışı sadece cesur değil yalnız bir çıkış olarak da kaldı.
AYIN EN EĞLENCELİ KÖŞE YAZISI
Hürriyet gazetesinin en eğlenceli ve en serinkanlı üslûba sahip yazarlarından Kanat Atkaya geçen ayın en keyifli yazılarından birine 10 Haziran 2014’te imza atıyordu. “Ne diyeydi Bozdağ? Mahmut mu diyeydi?” başlıklı yazısında Atkaya, “Ahmet’i, Nedim’i çarmıha geren, Zekeriya Öz’le çaydan nargileye koşan, Cemaat’in gezilerinden dönüşte güzelleme kompozisyonlarında birincilik yarışı yapanların bugünkü hallerini” hatırlıyor, hatırlatıyor ve sinema tarihimizin –Şener Şen ile dile gelen- unutulmaz repliklerinden biri eşliğinde soruyordu: “Ne diyeydi [Bekir] Bozdağ? Mahmut mu Diyeydi?”
AYIN EN UFUK AÇICI FİKİR YAZISI
Anthony Barnett’in Haziran 2014 tarihli Birikim dergisi için verdiği “Yeni Dünya Siyaseti ve Sol” başlıklı söyleşişi geçen ayın en ufuk açıcı yazılarından birine yer açmış oldu. OpenDemocracy isimli internet yayınının da kurucusu ve editörü olan İngiliz yazar, dergi adına Barış Özkul’un gerçekleştirdiği söyleşide, Gezi Direnişi’nden islamofobiye, Arap Baharı’ndan sosyalizm idealine geniş bir perspektifte şu yaşadığımız dünyaya bakıyor ve zihin açıcı şeyler söylüyordu.
Yazı 2003 yılının Haziran ayında kaybettiğimiz “Associative Democracy” kitabının yazarı, İngiliz Marksist kuramcı Paul Hirst’in bir zamanlar ortaya attığı “associationism” terimini Türkiye bağlamında düşünmek için de iyi bir fırsat oldu. Evet, bu harala-güreleden, zaman ve insan öğütücü kısır Türkiye gündem ve cenderesinden kendimizi sıyırıp bir ara düşünmeliyiz de. Düşünmek ufuk açabilir. Ancak galiba ilkin okumalıyız!
AYIN MEDYA ANALİZİ
Ümit Kıvanç’ın şahsi bloğunda 29 Haziran 2014 tarihinde yer alan “Cemaat Dışarıdan Nasıl Görünüyor” başlıklı yazısı, belki medyayı merkezine alan bir analiz yazısı olarak kurgulanmamıştı. Ama onu öyle okumak da mümkün. Çünkü Kıvanç’ın, Abdülhamit Bilici'nin 28 Haziran'da Zaman gazetesinde yayımlanan, "Bizden geçmiş insanlık bile!" yazısından hareketle kaleme aldığı analizinde Türk İslâmcılığının en karakteristik özellikleri arasında saydığı özellikler dindar medyanın da dönem sonu karnesi gibi! Dolayısıyla yazıyı bir taraftan da medya analizi gibi görmekte bir beis yok. Özellikle de “Son sınırına varmış benmerkezcilik ile her türlü günahı başkasının üstüne atma çocuksuluğunun” dindar medyamıza ne ölçülerde sirayet ettiğini iyice gördüğümüz bir dönemi yaşadıktan sonra...
AYIN KİTABI
Haziran ayında baskı yapan önemli kitaplardan biri Ruşen Çakır ile Semih Sakallı’nın imzasını taşıyan ve Metis Yayınları’ndan çıkan “100 Soruda Erdoğan x Gülen Savaşı” başlığını taşıyordu. Soru-cevap formunda ilerleyen kitap, 12 yıllık iktidar ortaklığından birbirinden nefret eden hasımların sert kavgasına dönüşmüş AKP-Cemaat ilişkilerinin farklı evrelerine ve dinamiklerine olduğu kadar Cemaat’in ulusal ve uluslararası stratejilerine de açıklık getirmeyi deniyor.
AYIN DEMECİ
26 Haziran günü Bülent Arınç’tan geldi “ayın demeci.” Hani derler ya, “tarihi” (!) bir demeçti: Şöyle diyordu Arınç: “Konuştuğumuz, görüştüğümüz bütün arkadaşlarımız, Sayın Başbakanımızın istişare ettiği her kesim, kendisinin cumhurbaşkanı adayı olması noktasındaki görüşlerini bildirdi. Bir tek şey kaldı, o da Sayın Başbakanımızın bu konuda takdirleri. Eğer kendisi de niyetli olursa, arzu ediyorsa, biz 1 Temmuz günü bu açıklamanın yapılacağına inanıyoruz.” Evet, ilk iki cümlede değişen özneleri ve takdir (!) makamlarını gördükten sonra, geriye aslında “bir tek şey kalıyor;” o da, bu gerçeğin gözlerimizi yaşartması. Hadi hayırlısı!
Twitter: @akdoganozkan