Son günlerde İdlib’de "Astana süreci çöktü mü" ya da "Ne o? Ruslarla mı çatışacak mıyız" dedirten ilginç gelişmeler meydana geliyor. Ne oluyor peki İdlib’de? Bir taraftan Rus Hava Kuvvetleri’nin desteğiyle 24 Ocak’ta üç cepheden büyük bir kara taarruzuna girişen Suriye Arap Ordusu’nun Ma’arretünnu’mân kasabasını cihatçılardan arındırdıktan sonra, kuzeydeki Serakip şehrine doğru ilerlemeye çalıştığını görüyoruz. Suriye Ordu birlikleri tam denetim sağlamak istedikleri ve Şam’ı Halep’e bağlayan M5 karayoluna sadece güneyden değil kuzeydoğudan da sarkma girişiminde bulunuyor. Birlikler Halep’in batısındaki Raşidin bölgesinden, Halep’in güneybatısındaki stratejik Han Tuman ve Halidiye beldelerinden, ayrıca bunların da güneyindeki Zerba kasabası ile Zeytan üzerinden de M5’e erişmeye çalışıyorlar.
Öte yandan, M4 karayolunun M5 ile birleştiği kritik kavşak olan Serakip’in Suriye Ordusu’nun denetimine geçmesini istemeyen Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) 31 Ocak’ta şehrin hem kuzeyinde hem de güneyinde, 1 Şubat’ta ise doğusunda yeni gözlem istasyonları kurduğunu ve Serakip’e çıkan yolları bu şekilde Suriye Ordusu’na kapatma çabası içinde olduğunu görüyoruz. Ankara’nın bölgedeki hareketliliği bunlarla da sınırlı değil. TSK’nın Hatay’dan İdlib’in kuzeyine Kefr Lusin geçiş noktasını kullanarak tank ve zırhlı askeri araç sevkiyatı yaptığını öğreniyoruz. Derken, Türkiye’nin -kâğıt üzerinde olsa da- Rusya gibi "terörist örgüt" statüsünde gördüğü Hey’et Tahriru’ş Şam örgütüne bağlı Asaibu’l-Hamra savaşçıları, TSK’nın gözlem noktalarından birinin birkaç km kuzeyinde, Halep’in batısındaki Cemiyyetu’z Zehra mihverinde Suriye ordusu ve müttefiklerine saldırı başlatıyor. Hem de örgüt komutanı Ebu Muhammed El-Cevlani ile Şer’i Meclis başkanı Abdurrahim Attun huzurunda şehadet üzerine ahidleştikleri bey’at töreni görüntülerinin akabinde…
İlk bakışta, bu durum, Ankara ile Moskova’yı Suriye sahnesinde karşı karşıya getirmeye dahi namzet olağanüstü bir inatlaşma olarak beliriyor. İki ülke arasındaki ilişkilerin endişe verici şekilde gerilmeye başladığını gösteren başka gelişmeler de oluyor. Fırat Kalkanı bölgesi içerisinde yer alan El Bab’dan güneye doğru hareketlenen TSK destekli milislerin Suriye Ordu birlikleri ile çatışmaya girdiğini, bölgeye doğru hareketlenen Türk F-16’larına Rus uçaklarının engel olduğunu, bir gün sonra da Rus uçaklarının El Bab’a hava saldırısı düzenlediğini öğreniyoruz.
Sahadaki bu gelişmelere son günlerde Türk tarafının "Astana çöktü mü" dedirten tondaki demeç ve açıklamaları eşlik edince endişeler ister istemez artıyor. Tüm bu gelişmeler çerçevesinde, "İdlib’de neler oluyor, yoksa harbe mi giriyoruz" sorusu şu günlerde Suriye özelinde sorulması belki de en doğal soru olarak beliriyor.
Tabii bu soruya geçerli bir karşılık bulabilmek, İdlib’de olup bitenleri anlayabilmek için, Suriye fotoğrafına 360 derecelik bir çerçeveden bakmamız gerekiyor. Bunu yapmaz da yalnızca İdlib’e bakarsak, bırakın o soruya bir cevap bulmayı, bir süre sonra hiçbir şey göremez hale bile gelebiliriz.
Dolayısıyla, madem ortada bir savaş ve bu savaşın çok sayıda cephesi, veçhesi var, o zaman 2020 yılı tarihli İdlib defterine Suriye sahnesine çıktığımız 2016 yılı Ağustos ayından bu yana nerelerden nasıl geçip hangi bakiye ile ulaştığımızı hatırda tutarak bakmamız şart.
Bu yazıda ben bunu yapmaya ve bu amaçla biraz geçmişe dönerek Ankara’nın 2020 Şubat’ında İdlib’e bakarken bütüncül bir çerçevede neyi gördüğünü, hangi hedefler bakiyesiyle bu noktaya ulaştığını anlamaya çalışacağım. Bunu yapmadan, hele de ortada Rusların sahadaki mevcut hamlelerine meşruiyet sağlayan Soçi Mutabakatı gibi bir uzlaşı da varken Ankara’nın İdlib’de neye itiraz ya da isyan ettiğini görebilmek zor olur, sanıyorum.
Geçmişe dönmek derken de elbette TSK’nın bölgedeki silahlı gruplara destek vererek giriştiği üç askeri operasyonu kast ediyorum.
Ankara son gerçekleştirdiği Barış Pınarı Harekâtı (9 Ekim-17 Ekim 2019) ile Tel Abyad’ın batısından Resulayn’ın doğusuna kadar yaklaşık 150 km’lik bir güzergâh üzerinde 30 km civarında bir derinlik de sağlayarak bir "güvenli bölge" oluşturmuştu belki, ama gerek Amerikalıların gerekse de Rusların engellemelerinden ötürü bu harekâtta çok önemli iki stratejik hedefine ulaşamamıştı.
Bir kere her şeyden önce Ankara’nın "Barış Pınarı Harekâtı" ile oluşturduğu "güvenli bölge"nin güneyinden de geçen M4 karayolunun denetimi Ankara’ya bırakılmamıştı. YPG’nin Fırat Nehri’nin batısındaki Menbiç’ten, doğudaki Kamışlı’ya kadar uzanan stratejik karayolu bağlantısını sağlıyordu M4 karayolu. Bunu kontrol edemeyince de, Ankara bölgedeki Kürt milisleri bu harekâtla izole etmeyi başaramamıştı.
İkincisi… Halep ve Menbiç’ten gelen M4 karayolu aynı zamanda "Barış Pınarı" bölgesinin güneybatı ucunda yer alan Ayn İssa ile güneydoğu ucunda yer alan Tel Temir kasabalarından geçiyordu. Her iki kasaba da stratejik açıdan çok önemli kavşaklardı. Ayn İssa, Kobani’yi (Ayn el-Arap’ı) hem Rakka muhafazasına (iline) hem de petrol kuyularınca zengin olan Deyrizor muhafazasına bağlıyordu. Ancak, TSK desteğindeki silahlı muhalif grupların bu kasabalarda kontrolü ele alması engellenince, Kürt milislerin bu bağlantıları canlı kalabildi.
Benzer şekilde Tel Temir de yine Kobani’yi Suriye’nin Haseke muhafazasına, oradaki petrol kuyularına ve PKK’nın etkin olduğu Irak’ın kuzeyindeki Sincar’a bağlayan bir kavşak noktasıydı. Ankara’nın desteğindeki gruplar burada gerek YPG gerekse de Suriye Arap Ordusu birlikleri ile sert çatışmalara girmiş, ancak son sözü masada Ankara’ya fren yaptıran Moskova söyleyince, silahlı grupların Ayn İssa’ya olduğu gibi ile Tem Temir’e girmesine de izin verilmemişti.
Kısacası bu Harekât neticesinde YPG’nin sadece önemli ikmal yollarına değil aynı zamanda gelir üretme kaynaklarına ulaşımı da engellenememişti. Malum, YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG), Suriye’nin kuzeydoğusunda ülkenin en zengin petrol yataklarının bulunduğu Deyrizor, Haseke ve Rakka’da hakimiyetini sürdürüyordu. Suriye İnsan Hakları Ağı’nın (SNHR) 19 Eylül 2019’da yayımladığı rapora göre, Suriye’nin petrol ve doğal gaz üretiminin yüzde 80’ini SDG kontrol ediyordu ve bu bölgelerdeki 20 petrol kuyusundan 11’i SDG’nin denetimindeydi.
Bir diğer deyişle, Ankara bu harekât ile ne YPG’nin Kobani’den güneye ve doğuya, Irak’a kadar uzanan ikmal yollarının denetimini ele geçirebilmiş ne de gelir kaynaklarının önünü kesebilmişti.
Barış Pınarı Harekâtı’nın sonuçlarını Fırat Kalkanı (24 Ağustos 2016 - 29 Mart 2017) ve Zeytin Dalı (20 Ocak 2018 - 24 Mart 2018) harekâtları ile birlikte değerlendirdiğimizde, Ankara’nın yaşadığı ve etkileri İdlib’e sarkan hayal kırıklığını daha net gösteren yekûn tabloyu görmemiz kolaylaşır. Evet, TSK belki askeri operasyonlarla YPG’nin Suriye-Türkiye sınırı boyunca kesintisiz bir hakimiyet kuşağı oluşturmasının önüne geçmişti, ama stratejik hedeflerinin önemli bir kısmına da ulaşamamıştı.
Neydi o eksik kalan hedefler? Önce Fırat Kalkanı Harekâtı’na bakalım… Bir kere Amerikalılar Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) Fırat Kalkanı Harekâtı ile yedeğine aldığı milis güçlerin Suriye Savaşı’ndaki çok önemli düğüm noktalarından biri olan Menbiç’e ulaşmasına engel olmuşlardı. Fırat Nehri üzerindeki geçitleri kontrol eden bir bölgede bulunan Menbiç, ülkenin en önemli enerji kaynaklarından biri olan Teşrin Barajı’nın da 30 km batısında yer alıyordu. Menbiç, Fırat’ın doğusundaki Kürtlerin Fırat’ın batısı ile lojistik destek ve savaşçı nakli bağlantılarını sürdürebilmesi açısından da kritik bir işleve sahipti. TSK desteğindeki ÖSO milislerinin Menbiç’e erişimini engellemek isteyen ABD güçleri Fırat Kalkanı Harekâtı sırasında bir yandan bölgedeki devriyelerini artırmış, bir yandan da SDG’nin Arap bileşenlerinden Ceyşu’s Suvvar örgütü ile Menbic Askeri Meclisi’nin (MAM) Sacur suyu istikametinde takviye yaparak TSK destekli milislerin önüne set çekmesini sağlamıştı.
Zeytin Dalı Harekâtı’na gelince… Ankara’nın stratejik hedeflerinin tamamına ulaşamadığı bir diğer harekât olmuştu Zeytin Dalı. TSK ve desteklediği güçler bu harekâtta belki YPG’nin Suriye-Türkiye sınırının batısında, Akdeniz’e yakın bir coğrafyada hakimiyet oluşturmasının önüne geçmişti ama denetim sahasına stratejik Tel Rıfat ilçesini katamamıştı. Moskova’dan Tel Rıfat vizesi alamadığı için de YPG’nin ne El Bab’ın batısında ne de Halep’in kuzeyinde varlık göstermesini engelleyebilmişti. Kürt milisler bu harekât ile birlikte belki Afrin’i boşaltmış ama bu kez de Tel Rıfat ilçesi ile çevre köylere çekilerek buradaki hakimiyetlerini pekiştirmişti. Ruslar TSK desteğindeki silahlı grupların Tel Rıfat’a girmesine izin vermeyince de, ilçedeki YPG güçleri Şam Yönetimi’nin denetimindeki toprakları köprü olarak kullanarak doğudaki Menbiç ve Kobani bölgesine uzanan ikmal hatlarını canlı tutabilmeyi başarmışlardı. Kürt milisler Türkiye sınırına 18 kilometre mesafedeki ve 442 kilometrekareye yayılan Tel Rıfat’taki varlıklarıyla Azez ile TSK denetimindeki diğer bölgelere istedikleri zaman taciz ateşi açma imkanına da kavuşmuşlardı.
Özetle, çatışmaların iyice hararetlendiği İdlib’de Ankara ile Rusya’yı karşı karşıya getiriyormuş gibi bir izlenim veren son gelişmeleri yukarıda bahsettiğim bu harekâtların bakiyesi ışığında da düşünmek gerekiyor. İdlib bölgede TSK desteğinde hareket eden muhaliflerin sıkıştığı son kale. Suriye topraklarında giriştiği askeri operasyonlarında çok önemli bazı stratejik hedeflerine ulaşamayan Ankara için bu kalenin Rusya ve Suriye hükümetinin oyun planına uygun bir şekilde düşmesi demek, bölgede manevra yapabilecek, eksik kalan stratejik hedefleriyle ilgili yeni oyun kurabilecek herhangi bir alan kalmaması da demek. Yani Suriye Savaşı defterini büyük ölçüde kapatıp sonuçlarıyla yüzleşeceği faza geçmek demek!
Bu nedenle de Soçi Mutabakatı’nın altına attığı imzaya, Ruslarla vardığı bütün uzlaşılara rağmen, Ankara’nın İdlib’te Suriye Arap Ordusu’nun önüne manialar çekiyormuş gibi bir görüntü vermesinin, M5 karayolunu M4’e bağlayan Serakip’in kuzeyinde, güneyinde ve doğusunda yeni gözlem noktaları kurarak şehre giden yolları kesmesinin, El Bab’daki silahlı muhalif grupları hareketlendirmesinin -kabul edilebilir olmasa da- "anlaşılabilir" yönleri var.
Ankara, İdlib’teki son mermilerini "doğru" kullanmak, Rusya-ABD ilişkilerinin ihtilaf ve çelişkilerine yaslanarak yürütmeye çalıştığı politikasında son kozlarını kullanmak ve bu şekilde Suriye ile arasındaki sınıra dair genel tasavvurunu temel alan hedeflerinin bazılarına ulaşmayı denemek istiyor.
Bunu yapabilir mi, başarabilir mi, her şeyden önce böyle bir imkân var mı, bilmiyoruz. Ancak gerek Ayn İssa, gerek Tel Temir, gerekse de Menbiç ve Tel Rıfat gibi stratejik kavşaklarda hakimiyet sağlayamamış Ankara’nın Suriye Arap Ordusu’nun İdlib’deki işini karşılığında bazı güvenceler almadan kolaylaştırmasını beklemek zaten saflık olurdu. Ankara’nın belki M4’ün güneyine yönelik olarak Rusya’ya telaffuz etmiş olduğu bir askeri talebi yok. Ancak Suriye’nin kuzeyinde düzenlediği üç harekâtında erişme imkânı bulamadığı hedeflerinden belki en azından birine ulaşmak için açılım yapacağı potansiyel bir zemin olduğunu hissediyor.
Gerçekleşir ya da gerçekleşmez, bugün en azından bu doğrultuda bir ümidi var. İdlib cihatçılardan tamamen temizlendiğinde ve kendisi de sahadan çekilip asker üniformasını da çıkardığında böyle bir ümidin tamamen hayal olacağının, masada işlerinin zorlaşacağının gayet iyi farkında. Tabii bu süreçte ne ABD ile ne de Rusya ile ilişkilerini çöpe atma lüksü olmadığını, biriyle ilişkisini güçlü kılmak için diğeriyle de iyi ilişki içinde olması gerektiğini de biliyor.
Şunu da ilave edelim ki, Ankara’nın bu baskısı gerek ABD’nin gerekse de Rusya ile Şam Yönetimi’nin Kürtlerle ilişkilerinin geleceği açısından da ayrı bir test olma özelliği taşıyor.
Twitter: @akdoganozkan