ABD Başkanı Donald Trump görevini, seçim öncesinde Tahran yönetimi ile yumuşama sinyalleri vermiş olan yeni Başkan Joe Biden'a devredene kadar dünya diken üstünde olmaya devam edecek gibi görünüyor. Zira, İran'ı Orta Doğu'yu daha büyük bir ateşin içine atabilecek bir savaşın pimini çekmeye kışkırtan girişimlerinin ardı arkası kesilmiyor.
Bizler tam, "Tahran İranlı nükleer bilimci Muhsin Fahrizade'nin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan suikasta, Irak'taki ABD elçilik ve üslerini hedef alan sert bir karşılık vermeyecek herhalde," derken, geçtiğimiz hafta içinde Tahran yönetimini dolaylı da olsa kışkırtabilecek başka bazı girişimlerin varlığına daha tanık olduk.
Bunlardan birinde Suudi Arabistan Savunma Bakanlığı, Kraliyet Hava Kuvvetlerine bağlı savaş uçaklarının ABD'nin nükleer kapasiteli, uzun menzilli stratejik bombardıman uçaklarına (B-52H) İran Körfezi yakınlarında eskort ettiğini gösteren bazı video görüntüleri servis etti. Söz konusu B-52 uçakları geçtiğimiz haftaki yazımızda da belirttiğimiz gibi, Kuzey Dakota'da bulunan Minot Hava Kuvvetleri üssünden kalkıp Atlas Okyanusu'nu geçerek 10 bin km'den fazla mesafedeki İran Körfezi semalarında "Tahran'a diş göstermiş" idi. Yeni servis edilen görüntülerde Amerikan B-52'lerine eskort eden Suudi Arabistan jetlerinin ülkenin en önemli sanayi şehri olan, Kraliyet Deniz Kuvvetleri'ne bağlı bir donanma komutanlığının da olduğu İran Körfezi kıyısındaki Cübeyl şehri üzerinde uçtuğu görülüyor.
Bu arada Irak Eski Başbakanı Haydar el-Abadi, ülkesindeki bir televizyon kanalına verdiği demeçte, bu yılın hemen başlarında düzenlenen Kasım Süleymani suikastında kullanılan Amerikan SİHA'sının ölümcül uçuşunu Bağdat yönetiminin onayıyla gerçekleştirildiğini açıkladı.
Hatırlanacağı gibi, 3 Ocak günü insansız hava araçlarıyla gerçekleştirilen ABD saldırısında İran Devrim Muhafızları'nın Kudüs Gücü biriminin komutanı olan General Kasım Süleymani, Uluslararası Bağdat Havalimanı yakınlarında öldürülmüştü. Saldırıda Irak ordusu bünyesinde görev yapan milis gücü el-Haşd el-Şabi'nin (Halk Seferberlik Güçleri) Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi El-Muhendis de Süleymani ile birlikte hayatını kaybetmişti.
Eylül 2014-Ekim 2018 arasında Başbakanlık yapan Haydar el-Abadi'nin, Süleymani suikastının yaklaşık 1 yıl ardından yaptığı söz konusu açıklama, Bağdat ile Tahran yönetimi arasındaki ilişkileri yıpratma potansiyeli taşıdığı gibi, Irak ordusu bünyesindeki Şii milis güçlerini bu ülkedeki ABD üslerine yönelik "intikam" saldırıları gerçekleştirmeleri konusunda "teşvik edici" bir karakter de taşıyor.
Gelişme ile ilgili olarak "zamanlama manidar" demek de mümkün. Zira İsrail gizli servisi tarafından yapıldığı savunulan Fahrizade suikastı 27 Kasım günü meydana geldi. Siyasi gözlemciler, İran'ın sert bir karşılık vermesi halinde bölgede ABD'nin de dahil olacağı geniş çaplı bir savaşın tetiklenebileceğini dile getiriyorlardı. Bu arada İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı Tuğgeneral İsmail Kaani yine Kasım ayı sonlarında Bağdat'a bir ziyaret gerçekleştirmişti. Bağdat'ta Başbakan Mustafa el-Kazımi ve Cumhurbaşkanı Berhem Salih ile görüşen Kaani, ziyaretinde ülkedeki Şii milis güçlerinin liderleri ile de buluşmuş ve onlardan Joe Biden Beyaz Saray'daki görevine başlayana dek Irak'taki ABD hedeflerine yönelik herhangi bir saldırı gerçekleştirmemelerini istemişti.
Bir diğer deyişle, Tahran yönetimi bütün provokasyonlara rağmen itidalli davranacağının işaretlerini vermiş ve sessiz kalmanın iktidarın ülke içindeki muhalefet karşısında yol açacağı prestij kaybının ağır maliyetini de üstlenmeyi seçmişti.
Trump'ın bölgeyi görevden ayrılmadan önce açık bir savaşa sürüklemek istediği düşüncesinde olan Şii milis güçleri de, ABD Başkanı'na bu yönde herhangi bir bahane, bir meşruiyet imkânı vermek istemediklerini özellikle kaydediyorlardı.
Ancak Şii milislerin yekpare bir bünyenin parçaları olmadığını da unutmayalım. Kaani'nin itidal çağrılarına rağmen Irak ordusu bünyesindeki bazı Şii milisler Tahran Yönetimi ile aynı paralelde düşünmeyebiliyorlar. Nitekim bu gruplardan, Kays el- Hazali komutasındaki Asaib Ehli'l Hak, geçtiğimiz 3 hafta içinde Bağdat'taki ABD Büyükelçiliği'ne birkaç kez roket saldırısı gerçekleştirerek Tahran'ın çağrılarına pek aldırış etmeyeceğini net bir şekilde ortaya koydu.
Malum, İran Barack Obama'nın 2015'te imzaladığı, ancak Donald Trump'ın 2018 yılında tek taraflı olarak çekildiği nükleer anlaşmaya yeni Başkan Joe Biden'ın geri döneceği beklentisi içinde. Zira beş hafta sonra Başkanlık görevine başlayacak olan Joe Biden, seçim öncesinde bu yönde beyanat vermişti. Biden, P5+1 ülkelerinin beş yılı aşkın bir süre önce İran ile imzaladığı ve bu ülkenin nükleer programını duraklatması karşılığında yaptırımların kademeli bir şekilde kaldırılmasını öngören anlaşmaya ABD'nin yeniden dahil olacağını açıklamıştı.
Hâl böyle olunca Tahran Yönetimi, Beyaz Saray'ın yeni sakini ile bu konuda yürüteceği müzakereleri riske atmak istemiyor. İran, Beyaz Saray'ın yeni sakini ile ılımlı bir başlangıç yapabilme umuduyla kendisini hedef alan saldırılar karşısında itidalli bir tutum almaya çalışsa da, 20 Ocak tarihine kadar geçecek sürede neler yaşanabileceğini tam olarak kestirebilmek mümkün değil.
O güne değin, ABD'nin Haşdi Şabi bünyesindeki Şii gruplardan birinin bölgedeki bir silahlı eylemini bahane edip İran'a saldırıda bulunma ya da Tahran'ın Körfez monarşilerinden birine veya Orta Doğu'daki bir ABD hedefine olası bir Pentagon bombardımanını tetikleyebilecek bir saldırıda bulunma ihtimali -çok güçlü değilse de- her zaman var.
Nitekim, Amerikan New York Times gazetesi dört Amerikalı yetkiliye dayandırdığı 16 Kasım tarihli haberinde, ABD Başkanı Donald Trump'ın Beyaz Saray'daki bir toplantıda İran'ın Natanz'daki nükleer tesisini vurma teklifinde bulunduğunu ancak bundan vazgeçirildiğini yazmıştı.
Ayrıca, Walla News isimli bir İsrail gazetesi de, Kasım ayı sonlarına doğru geçtiği bir haberinde, İsrail ordusunun ABD Başkanı Donald Trump'ın görev süresi dolmadan önce İran'ı vurması ihtimaline karşı hazırlık yaptığını yazmıştı. Haberde, İran'ın vurulacağına dair net bir istihbarat olmadığı belirtilirken, İsrailli yetkililerin 20 Ocak'a kadar geçecek sürenin "hassas bir dönem" olduğunu dile getirdiğine de yer verilmişti.
Aynı haberde, adı açıklanmayan üst düzey İsrailli bir yetkilinin ABD'nin İran'ı vurması halinde bunu önceden İsrail'e bildireceğini dile getirdiği ancak Tel Aviv yönetiminin tam olarak hazır olmamaktan endişe duyduğu, bu nedenle de orduya gerekli hazırlıkları yapması talimatının verilmiş olabileceğini aktardığı ifade edilmişti.
Neticede, önümüzdeki 5 haftanın -Orta Doğu'nun topyekûn bir ateş sarmalı içine girmemesi açısından- epeyce kritik olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Bölgede İran'ı kuşatmaya dönük girişimlerin yoğunlaştığı bir dönemde, Ankara'nın Tahran ile ilişkilerinde ilave bir dikkat ve hassasiyet içinde olması şart. Özellikle de ABD'nin yakın bir gelecekte kaşıması fazlasıyla mümkün bazı bölgesel ihtilaflara yaklaşırken özel bir hassasiyet içinde olmak gerekiyor. Hele de İran'ın kuzeybatısındaki bölgelerin Azerbaycan'ın bir parçası olduğunu içeren iddiaların şu veya bu şekilde dillendirilmesi anlamına gelecek ifadelerin Washington tarafından "cesaretlendirici" bir tonda karşılanacağını ve şu konjonktürde bölge barışına kesinlikle hizmet etmeyeceğini unutmamak gerekiyor. Tabii Biden'a vermek istediğimiz olası işbirliği mesajları arasına bunu da dahil etmek gibi özel bir gayemiz yok ise!