Ankara Kürt petrolünün vanasını elinde tutmanın stratejik bir ayrıcalık olduğunu düşünüp rahatlatıyor kendisini belki ama, biri onlara Orta Doğu’nun hızla değişen dinamikleri içinde bir vananın, hele de 45 milyar varillik petrol rezervine sahip olmanın yanında bir detay olduğunu söylemeli. (Acaba Putin Ankara’ya biraz da bunu söylemek için mi geldi?)
Zira biri petrolünü satacak, bir başkası da alacak ise ve bu iki aktör bu konuda aralarında bir anlaşma yapmışlar ise, vanayı da istedikleri yere -hatta bir gün bir bakmışsınız Suriye’ye dahi- koyuverirler. Bu kadarı elbette abartı içeriyor olabilir ama bugün hem Irak hem Suriye coğrafyasında görülen çok net bir gerçek var. O da, Kürtlerin oyunu artık tek bir oyuncunun kurmasını beklemek gibi bir zafiyete düşmek niyetinde olmaması. Partnerlerini artırıp ellerindeki seçenekleri zenginleştirme çabasındalar. Doğru, Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) 2014’te Ankara ile -merkezî Irak yönetiminin tüm itirazlarına rağmen- Kuzey Irak petrolünün Türkiye üzerinden Akdeniz’e taşınması doğrultusunda anlaşmaya varmıştı belki, ama şimdi öyle anlaşılıyor ki, Erbil’in artık cebinde başka kartları, başka anlaşmaları da var.
Kürtlerin böyle bir ihtiyaç duymalarının elbette tarihsel sebepleri de var. Ancak her şeyden evvel şunu anlayalım ki, KBY 2014’ün Kürdistan’ı değil. IŞİD’di, işgaldi, savaştı, ekonomik krizdi filan derken 2017’nin sonlarına doğru geldiğimiz şu noktada, artık yeni dinamiklerin filizlendiği, yeni dengelerin serpilmekte olduğu bir coğrafyadan söz ediyoruz.
Sözün özü, bizim “Kuzey Irak” diyerek zaten bir faz geriden takip ettiğimiz bölge, “vanasını” ya da “soluk borusunu” elinde tuttuğumuz bir coğrafya olmaktan çıkarken –bağımsızlık referandumu gibi bir aracı devreye sokarak intihar etmiş değil- bir faz daha ileri sıçramış konumda. (Biz hangi fazda kaldık bu arada o da çok önemli, ama konumuzdan sapmayalım.) Ve KBY’nin bu ileri sıçrama hamlesinde en önemli partneri olarak Rusya belirmiş durumda.
Ruslar Ortadoğu’ya bir oyun kurucu olarak 30 Eylül 2015’te, yani bundan tam 2 yıl önce geldiler. Suriye askeri sahasındaki başarılarını diplomasi alanındaki atılımları takip etti. Savaşın sona erdirilmesi için Astana inisiyatifini geliştirdiler. Ülkenin kuzeyinde ve güneyinde çatışmasızlık bölgeleri oluşturulmasını sağladılar. Neredeyse sıcak bir çatışmanın eşiğine geldikleri Ankara’yı, liderliğini üstlendikleri safa, İran, Suriye (ve Hizbullah) ile aynı safa çektiler. Ruslar sadece Suriye’de değil Irak’ta da ABD çıkarlarına alternatif arayışlar içinde oldular. Bir yandan Erbil ile bir yandan da Bağdat ile iyi ilişkiler geliştirdiler.
Ancak Rusların aksiyonerliklerini sadece askeri ve diplomatik sahadaki performanslarıyla sınırlarsak meseleyi bütünüyle kavrayamayız. Ruslar sessiz adımlarla enerji kaynakları sahasında da çok önemli adımlar attılar ve bu alanda kendilerine epeyce yol açtılar. Savaşın gürültüsü içinde çok duyulmuyor belki bu adımlar ama yarının şekillenmesi açısından değerlendirildiğinde çok çok önemli. Bunları bilmeden Suriye ve Irak Savaşı’nda sona doğru hangi ihtilafların bizi beklediğini, niye beklediklerini anlamamız zor.
Ancak bugünkü konumuz bahsinde muhtemelen daha önemlisi şu: Kürtlerin referanduma giderken içlerini bir ölçüde rahat tutmalarının ardında kanımca 45 milyar varillik petrol rezervine ve 5,66 trilyon metreküp doğal gaz rezervine sahip bölgede son dönemde Ruslar ile geliştirdikleri güçlü ilişkiler, yaptıkları çok kıymetli anlaşmalar yatmakta.
Hangi anlaşmalar bunlar ve Kürtler Rusya ile çok güvendikleri stratejik bir ilişki mi geliştirdiler, anlatayım:
Haziran ayı başlarında St. Petersburg’da “21. Uluslararası Ekonomi Forumu” adını taşıyan çok önemli bir etkinlik gerçekleştirildi. Bu, Davos’taki Dünya Ekonomi Forumu’na alternatif olarak düzenlenen bir etkinlik. Üç gün süren forum, gelişmekte olan ekonomiler ve genel anlamda dünya ekonomisindeki kilit konuları görüşmeye yönelik uluslararası bir platform niteliğinde. Ve son yıllarda katılımcıları da artıyor.
Bu seferki foruma 130 ülkeden hükümet liderinin yanı sıra, 230’u yabancı, 650’si yerli şirket yöneticisinin de aralarında olduğu yaklaşık 10 bin kişi katıldı. Petersburg Uluslararası Ekonomi Forumu sırasında Türk basının büyük kısmının dikkatinden kaçan çok önemli bir anlaşma imzalandı. Anlaşma, Rus petrol devi Rosneft ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) arasında idi ve 20 yıllık bir petrol anlaşmasını içeriyordu. Anlaşmaya göre Rusya, KBY’den çok ciddi miktarda ham petrol satın alarak bunu Almanya’daki rafineri tesislerine taşıyacak ve orada işleyecekti. Ruslar bu amaçla KBY’de 3 milyar dolarlık yatırım yapacaktı.
Al Monitör muhabiri Mahmut Bozarslan’ın bir makalesinde de altını çizdiği gibi, bunun anlamı şuydu: Ruslar Kürt petrollerine talip idi.
Peki şimdi soralım öyleyse? Kürt petrolüne talip Moskova ile Erbil arasındaki böyle bir anlaşmanın bir diğer anlamı da, Rusların yapacağı yatırımla bizim elinde “vanasını” tuttuğumuz boru hattından eskisine nazaran daha çok petrol akacağı ve bizim de cebimizi daha fazla dolduracak para kazanacağımız olabilir mi? Ya da o vananın yanına bizim cebimizi biraz daha dolduracak yeni bir vana daha eklenmesi olabilir mi bunun anlamı?
Olabilir!
Peki Putin Ankara’da bu anlaşmaların bizim için diptoplamda ne anlama geleceğini biraz daha net telaffuz etmiş, çekincelerimizi gidermiş ve en sonunda da “aman sevgili dostum sakın bir yanlış yapma ve hem daha çok kazan hem de öbür işlerimizi riske atma” demiş olabilir mi?
Olabilir!
Olmayabilir de!
Ama şu an için bildiğimiz, Ruslarla KBY arasında geliştirilen ilişkilerin söz konusu petrol anlaşmasıyla sınırlı kalmamış olmasıydı. Taraflar ayrıca Irak Kürdistanı’ndaki jeolojik potansiyeli çok yüksek beş sahada petrol sondaj ve üretim çalışması yapmak için de bir anlaşma imzalamıştı. Bu amaçla bir “joint venture” kurulacaktı.
Bütün bunların bir diğer anlamı da şuydu: Rusya 45 milyar varillik petrol rezervine ve 5,66 trilyon metreküp doğal gaz rezervine sahip olduğu söylenen Kürdistan enerji coğrafyasında asli oyuncu olmaya doğru yol alıyordu. Söz konusu anlaşmanın imza töreninde bizzat bulunan KBY Başbakanı Neçirvan Barzani, anlaşma için şöyle diyordu: “Bu, Kürdistan bölgesinde onca sorunlu yılın ardından güvenin yeniden tesis edildiğinin kesin bir işaretidir.”
Evet bölge en azından Rusların “güvenine” mazhar olmuştu. Ayrıca iki ülke arasında pekişen ilişkilerde gelinen boyut söz konusu petrol anlaşmalarıyla sınırlı değildi. Dünyanın önde gelen doğal gaz ihracatçısı ülke konumunu da pekiştirme peşindeki Rusya, St. Petersburg’daki Uluslararası Ekonomi Forumu’nda bir başka anlaşmaya daha imza attığını duyurmuştu. Moskova Erbil ile bir doğalgaz projesi üzerinde de anlaşmıştı. Tarafların Petersburg’da imzaladığı projeye göre, Rosneft Irak Kürdistanı’nda 2020’de yıllık 30 milyar metreküp doğal gaz taşıma kapasitesine sahip olacak bir doğal gaz boru hattı inşa edecekti. Proje, Yap İşlet Devret modeliyle hayata geçirilecekti. Rosneft’ten Eylül ayının 18’inde yapılan basın açıklamasına bakılırsa, boru hattı sadece Kürdistan bölgesinin doğal gaz ihtiyacını karşılamayacak, aynı zamanda ilerleyen yıllarda Türkiye’ye ve Avrupa pazarlarına da doğal gaz sağlayacaktı.
Peki şimdi bir kez daha soralım öyleyse? Bu anlaşmanın bir diğer anlamı da, Rusların bizim artan doğal gaz ihtiyacımızın da bir kısmına cevap verecek bir projenin içinde olduğu muydu?
Evet, mümkün!
Türkiye’nin her yıl ihtiyaç duyduğu doğalgaz miktarının 50 milyar metreküp olduğunu, mevcut uzun vadeli doğal gaz sözleşmelerimizin 4-9 yıl içinde sona ereceğini, ayrıca gaz talebimizin 2030’da 70 milyar metreküpe ulaşacağını, dolayısıyla ilave 20 milyar metreküp bulmamız gerektiğini hatırlatalım.
Ama bunların kimler aracılığıyla nasıl gerçekleşeceğinin teyidini de her zaman olduğu gibi tarihe bırakalım.
Tabii en başta söyledim. Kürtler partnerlerini artırmak, çeşitlendirmek istiyorlar. Bu nedenle Barzani ülkesinin geleceğini sadece Ruslarla attığı adımlara bağlamış değil. Ayrıca Rusya’nın rakipleri de boş duruyor değiller. Londra Borsası’na kayıtlı şirketlerden olan ve Kuzey Irak’ta Tak Tak ve Tavke’de olmak üzere sadece 2016’da günde ortalama 53 bin 300 varil ham petrol üretmiş Genel Enerji -toplam 311.5 milyar metreküp doğalgaz rezervine sahip- Miran ve Bina Bavi’de doğalgaz sahalarını geliştiriyor. Genel müdürlüğünü bir Türk’ün yaptığı bu şirket de sonuçta KBY’yi Türkiye’nin artan doğalgaz talebinin tedarikçisi yapmaya çalışıyor. Öte yandan, -Birleşik Arap Emirlikleri merkezli gaz şirketi Dana Gas ile Crescent Petroleum’un büyük ortaklar olarak belirdiği- The Pearl Petroleum Konsorsiyumu ise Süleymaniye yakınlarındaki Kor mor ve Çemçemal sahalarında 1.2 milyar dolarlık yatırım gerçekleştirdi. Konsorsiyum, doğal gaz üretimini yılda 3.2 milyar metreküpe çıkarmayı planlıyor.
Bütün bu gelişmeler aslına bakılırsa, politikanın bıçak sırtı bir durumda ticaretin ve ekonominin yol göstericiliğine işaret eden gelişmeler. Yoksa birbiriyle çelişen şeyler değil.
Şimdi gelelim belki en başta yer vermem gereken bir hususa. Yani, KBY’deki bağımsızlık referandumu konusunda Rusya’nın ne düşündüğüne. Moskova, enerji alanında attığı adımları Barzani bağımsızlık referandumu düzenledi diye bir kalemde çöpe atacak bir tutum içinde olabilir mi?
En iyisi bu konuda onların ne dediklerine odaklanmak.
Bir kere Rusya Irak Kürtleriyle çok iyi ilişkilere sahip. Erbil'de 2007'den beri konsolosluğu bulunuyor. KBY’nin de Moskova’da bir temsilciliği var. Ruslar sadece Barzani ile değil, Irak Kürdistanı’ndaki bütün siyasi hareketlerle karşılıklı ilişkiler geliştirmeye önem veriyor.
Moskova her şeyden önce öyle referandum sonucunun iptal edilmesinden ya da KBY’ye yaptırım uygulanmasından yana değil. Ve Bağdat, Tahran ve Ankara’yı yok sayacak bir tutum içinde konuşmaktan özenle kaçınarak dikkatli bir dil kullanıyorlar. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, temmuz ayı sonlarında referandum konusuyla ilgili olarak KBY merkezli Rudaw kanalına açıklamalarda bulunurken bu şekilde dikkatli bir dil kullanmayı seçiyordu. Şöyle demişti Lavrov: “Daha önce de dile getirdiğim gibi, referandumu Kürt halkının özlemlerinin bir tezahürü olarak değerlendiriyoruz. Tabii nihai kararlar verilirken bu adımın politik, jeopolitik, demografik ve ekonomik sonuçlarını dikkate alarak hesap yapılmalı. Kürt meselesinin günümüz Irak’ın sınırları aşan çıkarımları olduğu, komşu ülkelerdeki durumu da etkilediği dikkate alınmalı. (...) Kürt halkının iradesinin barışçıl bir şekilde ifade edilmesinde yanayız. Referandum sonuçlarının uygulanmasındaki final adımların bahsettiğim faktörler gözetilerek atılmasını umuyoruz. Anladığım kadarıyla, Kürdistan Özerk Bölgesi yönetimi komşu ülkelerle, başkentleriyle irtibat halinde. Bağdat ve Erbil tarafından mümkün kılınması halinde bu sürecin normal, karşılıklı saygıya dayalı bir biçimde yürümesini teşvik etmek için üzerimize düşeni yapmaya da hazırız.”
Lavrov epeyce temkinli bir dil kullansa da, Rusya’nın Erbil’deki konsolosluğunda dört yılı aşkın bir zamandır Başkonsolos Yardımcısı olarak görev yapan Yevgeni Arzhançev referanduma karşı daha pozitif bir bakış açısına sahip.
Unutmayalım ki, onun görev yaptığı dönemde Mesud Barzani iki kez Moskova’yı ziyaret etti ve en üst düzeyde ağırlanarak hem Başkan Vladimir Putin ile hem de Başbakan ile görüştü. Yevgeni Arzhançev’in Ağustos ayı sonlarında Erbil’de verdiği bir demecinde referandumla ilgili söyledikleri şöyle:
“Kanaatimce Moskova Kürdistan halkının alacağı kararı destekleyecektir. Zira halk oylamasıyla alınmış bir karardır, insanların yaptıkları seçimleri nasıl olur da dinlemezsiniz. (…) Elbette ki her [komşu] ülkenin kendi çıkarı söz konusu. Başkalarının kanaatlerini paylaşmıyoruz, eğer Kürdistan halkı bağımsızlıktan yana karar vermişse, bize de buna saygı duymak düşer.”
Şimdi hal böyleyken ve gelişmeler bu merkezde iken, Putin’in son Türkiye ziyaretinde Ankara ile neler konuştuğu ve nasıl telkinlerde bulunduğunu merak ediyor insan. Taraflar bu konuda doyurucu bir açıklama yapmasa da, referandum konusunun görüşmede geçmemiş olma ihtimali yok gibi. Zaten BBC’nin Moskova'da günlük olarak yayınlanan Moskovsky Komsomolets gazetesinde yer alan Elena Yegorova imzalı makalesine dayanarak aktardığına göre, “Putin'in Erdoğan ile yediği akşam yemeğinin ‘menüsünde’ Suriye'nin İdlib eyaletindeki çatışmasızlık bölgeleri, S-400 füzeleri ve ‘Kürdistan bağımsızlık referandumu’ vardı.”
Şimdi bu üç konuyu tek bir cümle içinde geçiren bir telkin benim aklımdan geçiyor. Ama onu telaffuz etmek yerine, bekleyelim tarih gerçeğin ne olduğunu kendi bildiği gibi göstersin.
Bu arada bölgedeki enerji kaynakları üzerinde beliren yeni dengelerin bölgesel değil küresel bir gelişmenin bir parçası olarak okunması lazım geldiğini de unutmayalım. Bakın yukarıda adını andığım Rus petrol devi Rosneft, dünyanın en hızlı gelişen petrol ve doğal gaz pazarlarından biri olan Hindistan’ın en büyük üreticisi Essar Oil’i satın almak üzere olduğunu geçtiğimiz yaz aylarında açıkladı. Şirketin yüzde 49’u için 13 milyar dolar ödeyecek Ruslar. Bu Hindistan’ın bir seferde gördüğü en büyük yatırım tutarı.
Eylül ayının ilk haftasının sonunda başka önemli bir haber geldi. Elbetteki dünyadaki önemli fırsatları tek başlarına kucaklamanın mümkün olmadığını bilen Rosneft yetkilileri, şirketlerinin yüzde 14,16’sını 9 milyar dolara Çin petrol şirketi CEFC China Energy’ye satmakta olduklarını açıkladılar.
Bir diğer deyişle, bölgemizde yukarıda sıraladığım gelişmeler yaşanırken, Rusya ile Çin dünya enerji kaynakları üzerindeki küresel işbirliklerini bu dev rakamlarla çok ciddi bir şekilde derinleştiriyorlar.
Twitter: @akdoganozkan