Koalisyon hesaplarıydı, “provokasyon” eylemleriydi, şuydu buydu derken 7 Haziran 2015 seçimlerinin bazı sonuçları gözden kaçabiliyor, hatta göze görünmez olabiliyor. Barometrede yüzde 10’a takılı gözler bu kez 276’nın peşine düşünce gerisi gölgede kalabiliyor. O yüzden şunların altını çizip hatırlamakta yarar var:
HDP’nin aldığı yüzde 13 oy Recep Tayyip Erdoğan’ın beklentilerini dizginlemek isteyenlerin cephesinde büyük bir coşkuyla karşılanırken, Kürt sorununun çözümünden ve barıştan yana olanların elinin güçlendiği şeklinde yorumlandı. Bunu böyle okumak elbette doğru. Ancak işin başka bir yönü de var. Neticede, muhafazakârı ve seküleriyle Kürtler tek bir partide konsolide oldular. “Çözüm süreci”nin bir oyalama ve aldatma olduğunu gören HDP’nin Doğu’da diğer partileri silip süpürmesini sağladılar; Kürdistanî bir yek vücut hali sergilediler. Seçim sonucunu böyle de okuyabiliriz.
Bu durumu ülkede barış cephesinin güçlenmesi perspektifinden değerlendirerek pozitif yönleriyle ele almak mümkün. Ancak bu, madalyonun bir ve imkân/fırsat yüzüdür. Aynı madalyonun bir de tehdit yüzü olduğu unutulmamalıdır.
90 yıllık cumhuriyet tarihinde geldiğimiz şu nokta, kendilerini bir türlü bu ülkenin kurucu unsurları ve eşit vatandaşları olarak göremeyen Kürtlerin özlem ve taleplerini artık sadece bir siyasi parti üzerinden ifade edebilen etnik bir topluluğa dönüşmüş olduklarını gösteriyor. (Tek bir örnek verelim: 20 yıl önce Kürt siyasal hareketi Ağrı’da yüzde 20 oranında bile oy alamıyordu. Bu rakam bugün yüzde 80 olmuştur. İsteyen kafasını kuma gömmeyi ve HDP mitinglerinde Türk bayrakları aramayı sürdürebilir. Bağımsızlık oylaması bile yapılan İskoçya’da İskoç Ulusal Partisi (SNP) Mayıs 2015 seçimlerinde İskoçya genelinde oyların sadece yüzde 50’sini alarak “tarihi zafer” kazanmıştı, unutmayalım.)
Bir diğer deyişle, tarihte hiç olmadığı kadar Türkiye’nin bölünmesiyle sonuçlanabilecek bir eşiğe gelmiş görünüyoruz. Eldeki bu sonuçlar, Türkiye Cumhuriyeti’ni bugüne dek yönetenlerin –ve bu yönetimde son 13 yıldır pay sahibi olanların- vatanın tüm sathını Türkiyelileştirme konusunda ne denli başarısız olduklarını göstermektedir. Bir ülke için temelde bundan daha büyük bir başarısızlık olamaz. Bu başarısızlığın sorumlusu da, 7 Haziran sahnesine Kürtlerle Türklerin (önce gönüllerde) yeniden birleşmesi yönündeki olumlu seyre etki edebilecek yegâne kaynak olarak beliren HDP değildir.
Şimdi soru şu: Onlarca yıllık kesintisiz inkâr, oyalama ve çözümsüzlük perspektifi sonucu aldığımız bu başarısız “karne” ile buradan nereye gideceğiz?
Seçim sonrası Türkiye haritasının nerelerde hangi renklere boyandığını gördük. HDP Türkiyeli kimliğinin, ancak Kürdistanî kimliğini de korursa, bir siyasal değer taşıdığını bize anlatmak için Türkiye haritasının doğusundaki illeri yüzde 80’ler mertebesinde kendi rengine boyadı.
Şimdi bu durumda, HDP’nin Kürdistanî kimliğini çöpe atarak Türkiyeli kimliğine sahip çıkabileceğine inanan var mı?
Hadi diyelim seçimlerde oylarını MHP’ye kaptırmamak için milliyetçiliğe abanmak dışında bir şans görmeyen AKP geçici bir “renk körlüğü”ne kapıldı ve bu rengi göremiyor. Peki, HDP dışındaki muhalefet partileri ne düşünüyor?
Hak ve özgürlükler mücadelesinde HDP ile ortaklaşmayı düşünüyorlar mı?
Bunu bugün düşünmüyorlarsa, ne zaman düşünecekler? HDP’nin Ağrı’da yüzde 98 çıkaracağı günün gelmesini mi bekleyeceğiz?
Muhalefet partilerinden bundan sonrasında iktidarı paylaşacak olan her kim ise, seçim sonrasında eldeki tabloda görülen madalyonun hem fırsat hem de tehdit içeren yüzlerine bakarak çözüm inisiyatifini ele alması ve tüm vatan sathını Türkiyelileştirecek inandırıcı bir strateji ve eylem planı peşine düşmesi lazım.
Müzakere masasını yeniden dört ayağının üzerine oturtmak ve çözüm konusunda artık meclisi de devreye sokmak şart. Kürtlerin anadilde eğitim talebini değerlendirmek ve Türkiye’nin 1988’de imzaladığı Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na uyumu güçlendirmek de öyle!
Yakın siyasi geçmişimizin de gösterdiği gibi, halk tanıdığı fırsatı yok saymaya kalkanları bir süre sonra yok sayıyor. HDP’nin 7 Haziran’da aldığı oyu çeşitli kan oyunları ve taktik erken seçim çabalarıyla aşağıya çekebileceklerini sananlar için güzel bir Türk atasözümüz var:
“El yumruğu yemeyen kendi yumruğunu Bozdoğan armudu zanneder.”
Aslında 7 Haziran’da bir parti sadece yüzde 13 oy alarak, bir yıl önce yüzde 52 ile cumhurbaşkanı olmuş bir lidere tarihindeki ilk büyük yenilgisini tattırmış ve bu vecizeyi trajik bir biçimde hatırlatmış oldu. Tarihi bir kez daha tekrara zorlamaya ve buradan bir de komedi çıkarmaya, bilmem gerek var mı!
Twitter: @akdoganozkan