Yılın en ciddi hesaplaşmalarından birini Kış Gündönümü’nde yaparım ben. En uzun gecede! Arka bahçenin kıyısından kuzeydoğudaki Demirciköy’e uzanan ormanlık vadide yılın o zamanlarında sapsız meşeler yapraklarını neredeyse tamamen dökmüş olur. Evren doğadaki canlılara taşıyamayacakları yükleri atarak hayata devam etmeleri gerektiğini içten içe fısıldamışken, sen bir yılını daha geride bıraktığını dökülen yapraklarla idrak ettiğin dünyanda o soyunmuş ağaçlar gibi çıplak kalıverirsin.
Nedense 21 Aralık, sonuna geldiğin yıl içinde yaşanmış acıların seni daha fazla incitemeyeceği de bir zamandır. Hayat Kuzey Ormanları’ndaki Değirmendere Vadisi’nde neredeyse durma noktasına yaklaşmışken, göçen, hatta sığırcıklar dışında gökyüzünde uçan kuş da pek görülmez olmuştur. Hayatın açtığı yaraları sarmaktan ve zemheriyi atlatmaktan başka bir arzusu olmayan kuşların büyük bölümü artık kış konaklaması yapacakları yuvalarına çekilmiştir. Dünya onların varlığıyla zenginleşir. Sen onları sezdikçe derinleşirsin…
“Kuş Ölür, Sen Uçuşu Hatırla” diyordu Füruğ Ferruhzad. Günlerin iyice kısaldığı, güneşin yüzünü göstermekte pek de bonkör davranmadığı şu günlerde niyetim ölümleri hatırlamak değil. Biliyorum ki, 2018 de öncekiler gibi acılarla geçti vadide. Her ilkbahar göçünde evimin hemen üzerinden geçerek kuzeye, üreme bölgelerine çıkan yırtıcılar ve leylekler çoktan güneye döndüler. Onları şubat sonuna, hatta marta kadar görmem zor artık. Belki bu yüzden uçuşlarını hatırlamanın takvimdeki en güzel zamanlarından biri 21 Aralık. Ancak bölgenin yerleşik ya da kış konaklaması yapan kuşlarının, önemli bir kısmının uçuşunu pek görmemiş, ne yaptıklarını bilmemiş, sadece seslerini, çığlıklarını duymuşumdur. O yüzden kuşları hatırlamak demek hafızama asılı çığlıklarını bulundukları kompartımanlardan zihnime geri çağırmak demektir.
Ben her Kış Gündönümü’nde günbatımına yakın sıkıca giyinip bahçeye çıkar, elimde bir kadeh, zeytin ağacına bakan ahşap koltuğuma çöker, vadideki sessizliğin derinlerdeki çığlığına kulak kabartmaya çalışırım önce. Sonra, yıl içinde hayatlarına değdiğim tüm canlıları hatırlarım. Kuşlar başta… Geçen bir yıl boyunca kimilerini gördüğüm ya da görmek için elimden geleni yapma sözü verdiğim halde kimilerini göremediğim kuşlarım başta. Onlar için yapamadıklarımı düşünürüm. Son yıllarda hayalleri gerçeğe çevirme konusundaki sicilim pek parlak olmasa da, içinde kuşların olduğu düşler kurmayı bıkmadan sürdürürüm, her yeni sene için. “Güneş yeniden yükselirse,” diyerek. Güneş yeniden yükselirse...
Derken çığlıkları derinlerden sökün ediverir teker teker zihnime. Düş kurarken bir yandan da o yıl çığlıklarını hiç unutamadığım kuşlarıma kulak kesilirim.
İşte, 2018’de hiç unutamadıklarım:
Kuzey Ormanları’nın hemen dibinde denilebilecek bir noktada yaşıyorsanız, bu, baykuşlara da komşusunuz demektir. Beni en iyi tanıyan komşularımdır baykuşlar. Beni her daim görür, bilir ve sezerler. Ben onları nadiren görürüm. Ama seslerini duyar, farklı ötüş ve çığlıklarından ayırt ederim.
Birkaç yıl öncesine kadar ağustos ayının ortalarında özellikle gece yarıları mutlaka bir Peçeli baykuş (tyto alba) sesi duyardım. Geceyi yırtan, adeta bir matem notunu dehşetle kayda düşen sesleri vardır peçeli baykuşların. Çığlıkları, daha doğru bir ifadeyle…
Belki o son duyduğum çığlıkları habitat kaybıyla ve küresel ısınmayla giderek azalan popülasyonlarının çaresizliğini ve insanın komşuluğuyla onlara karşı işlediği cürümleri haykıran bir çığlıktı. Yoklar iki senedir. Ne kendileri ne de sesleri var artık! Gerçi peçeliler uzun yaşamaz, derler. Hatta birçoğu daha yaşamlarının ilk yılında verirmiş son nefeslerini. Dolayısıyla seslerini bu yıl duyamamamın ardında böylesi bir “kader” de yatıyor olabilir. Polonya’da kaydedilen bu ses benim Peçelilerin çığlığı. 2019’da belki Enez Deltası yakınlarında yeniden denk gelene kadar bu kayıtlarla yetinmek durumundayım.
Peçeli yok vadimde ama Kukumav var. Puhu, Alaca baykuş ve Kulaklı orman baykuşu var. Daha doğrusu onların sesleri, çığlıkları var hafızamda.
Yaz aylarının ortalarında bir başka komşum olan Kulaklı orman baykuşunun (asio otus) da sesini duyarım. Ormanlık bölgenin yakınında nadasa bırakılmış bir alan var, orada avlandıklarını tahmin ediyorum. Bir tanesini bile görmüş değilim daha, ama sesleri hep benle beraber geceleri. Bazen sırf onların sesini alabilmek için yatak odasının ormana ve karanlığa bakan pencerelerini açarım sonuna kadar. Kışa doğru onların da sesi kesilir. Muhtemelen tünemek üzere ormanın daha sık ağaçlıklı kesimlerine gidiyorlar. Bosna Hersek’te yapılan bu kayıt benim Kulaklı orman baykuşumun çığlığının neredeyse aynısı.
Evvelki yazın sonlarına doğru bir gün ormanın yanı başında kafamın hemen üzerinden uçarak geçti bir Alaca baykuş. Sanıyorum dişiydi. Bir gün önce hemen yakınlarda görmüştüm sanırım onu. Aniden arkama dönmesem görmeyecek, hissetmeyecektim varlığını. Çünkü baykuşlar özellikle de alaca baykuşlar uçuşları sırasında neredeyse hiç ses çıkarmıyorlar. Susturucu takılmış gibi ilerleyerek hedeflerini gafil avlıyorlar. Belki yuvada yavruları vardı ve bana o narin ama yırtıcı bedeniyle küçük bir uyarıda bulunmak istemişti, bilmiyorum.
Yazın üç-dört farklı noktadan sesleri gelir Alaca baykuşların. Civarda en çok sesini duyduğum, hatta ürediklerini bildiğim bir tür bu. Zaman zaman yavruların ebeveynlerinin kendine has melodik ötüşlerine hiç benzemeyen, ürkek cıvıltılardan ibaret seslerini aldığım da olur. Balkonda bilgisayar başında çalışırken geceye sarkmış da böyle bir ses almışsam birden içimi bir sevinç kaplar. Buralarda üreyen bir Alaca baykuş ile yavrusunun sesini duymak bu olağanüstü canlıların habitatına yönelik kıyıcılığımızı bir anlığına da olsa unutturuverir bana.
Ilıman havalarda, eğer bir de gökyüzünde ay ışığı varsa, epey geveze oluyor Alaca baykuşlar. Bulutlu gecelerde daha az duyuyorum seslerini. Sanırım sadece baykuşlar için değil çok sayıda gececil kuş türü için de geçerli bir durum bu.
Olur da yolunuz, “Aşkın Çabası Boşuna” isimli komedyasının Beşinci Perde’sinde Alaca baykuşun “hüvi-huuu” diye öttüğünü söyleyen Shakespeare’in mısralarına düşerse, sakın aldanmayın. Shakespeare beki muazzam bir hikayeci ama kötü bir kuş gözlemcisidir. Erkeklerin ötüşü “huuu, hu-huhu-huuuu” şeklindeyken dişileri daha ziyade “kiu-vik” şeklinde öter alaca baykuşların.
Ben baykuşların o güzel melodik ötüşlerinde aşk dönemi romantizminin saklı olduğunu zannederdim yakın zamana kadar. Sonra bir yerde okudum, meğer o seste başka birtakım bilgiler de kayıtlıymış. Bir kere, seslerinin perdesi baykuşun boyuyla ilgili fikir veriyormuş. Ses perdesinin sondaki aralığı (vibrato) iri baykuşlarda küçüklere nazaran daha geniş olurmuş. Eğer erkeğin sesi daha düşük bir frekansa sahip ise, bunun nedeni kanındaki parazit sayısının yoğunluğu olabilirmiş. Dolayısıyla sesi diğerlerine oranla daha fazla nota içeren erkeklerin üreme başarısı daha yüksek olurmuş. Bu da demektir ki, baykuşlar birbirlerini görmeden, sadece seslerinden hareketle komşularının beden sağlığı ve yapısı hakkında bilgi sahibi olabilirlermiş.
Alaca baykuşların seslerini şu kış ortasında bile alıyorum. Elimde kendi aldığım kayıtlar olsa da, İsveç’te yapılan şu kayıt benim vadimdeki Alaca baykuşun sesini ve aynı zamanda sağlığını ve karakterini gür bir şekilde yansıtmakta galiba daha başarılı.
2018’de nadiren de olsa, bahçemdeki ahşap koltukta otururken, İshak kuşunun da sesini aldığım oldu vadiden. Sadece birkaç kez. Beni özellikle Toroslardaki dağ köylerinde mutlulukla uykuya düşürmekte hayli mahir olan bu ses Kuzey Ormanları’nda bana “kadehimin bir oyunu” mu olmuştu, bilemiyorum. Ama yaz akşamlarımı her seferinde efsunlu bir hale getirdiği kesindi.
İshak kuşunun sesi diğer baykuşlara nazaran daha yumuşaktır. Islıksı bir “tyu” hecesinin iki-üç saniyelik fasılalarla, ritmik bir şekilde tekrarlanışı rehabilitasyon etkisi yapar bende. Keyifli bir masada içilip yenilen bir akşam yemeği sonrası geceye imzasını bırakan huzurun diğer adıdır İshak kuşu!
Anadolu mitolojisine damgasını vurmuş bir İshak kuşu efsanesinde, ayrı düşüp sonrasında birbirlerini arayıp duran ama bir daha hiç buluşamayan bir çiftin hikayesi anlatılır. Bazen bir köyde denk gelirim, bir dişi ile bir erkek İshak kuşu karşılıklı öterler. Birbirlerini bulmuş bir çift midir, yoksa rastgele sesler birbirine mi karışmaktadır, bilinmez. İtalya’nın güneyinden gelen bir kayıtta belki bu sorunun bir cevabı saklı, bilmiyorum.
Beni bir dağ başında bir dere yatağının yanına bırakın, geceye de onun sesi damgasını vursun, “işte yaşıyorum,” diyeyim.
Hadi bu da benim yeni yıl dileğim olsun!
2019’a yönelik bu dileğimi “kuş ölür, sen çığlığını anımsa” dercesine kışkırtan ve ümitleri bir yaz akşamı gibi canlı tutmayı teşvik eden kayıt ise Endülüs’ten geliyor.
Mutlu yıllar!
twitter: @akdoganozkan