Zaman zaman Türkiye’nin NATO ekseninden çıkmakta olduğu ve yeni ittifak arayışları temelinde Rusya ile yakınlaştığı ileri sürülüyor. ABD’nin Türkiye’nin S-400 alımını takiben Ankara’ya yönelik olarak devreye soktuğu ve TSK’nın F-35 tipi savaş uçaklarına erişimini de engelleyen CAATSA yaptırımları bu tip görüşlere itibar edenlere haklı oldukları izlenimini verdirebiliyor. Savunma harcamalarında Rusya’yı da olası bir kaynak olarak değerlendirmeye başlayan Ankara için Moskova’nın yeni müttefik olma yolunda ilerlediğini düşünenlerin, bunu bir kaygı vesilesi olarak görenlerin sayısı da artıyor.
En sonda söyleyeceğimizi baştan telaffuz edip sonra argümanlarıyla açalım: Türkiye, aslında NATO’nun Rusya’yı çevreleme siyasetinin giderek daha etkin bir rol üstlenen aktörlerinden olmakta. Biden dönemindeki kimi gelişmeler, NATO’nun doğu kanadını güçlendirme stratejisi içinde Türkiye’nin rolünün artmakta olduğu ve Ankara’nın özellikle Rusya’ya karşı bir cephe olarak beliren Lüblin Üçgeni’nin önemli destekçilerinden biri haline gelmekte olduğu görülüyor.
Önce nedir bu Lüblin Üçgeni ve Ankara nasıl olup da destek veriyor bu birliğin ülkelerine, şimdi onu özetleyelim:
Lüblin Üçgeni (Lublin Triangle), Polonya, Litvanya ve Ukrayna’nın bir araya gelerek 28 Temmuz 2020 tarihinde kurdukları ve üye ülkeler arasında güvenlikten ekonomiye, turizmden ticarete çok yönlü bir işbirliğinin geliştirilmesini hedef alan bir birlik.
Birlik yeni ama tarihi bir arka plana sahip olduğu unutulmamalı. Saydığımız bu ülkelerin toprakları (Belarus, Letonya ve Moldova coğrafyalarının da küçük bir kısmını içine katarak) 1569-1795 yılları arasında tek bir devletin (Lehistan-Litvanya Birliği) çatısı altında idi. 1 Temmuz 1596 tarihinde imzalanan ve Lüblin Anlaşması Lehistan Krallığı, Litvanya Grandüklüğü ve Kraliyet Prusyası’nı tek bir devlet olarak birleştiriyordu. Avrupa’nın en güçlü devletlerinden biri olan Lehistan-Litvanya Birliği bir anlamda Rusya’ya karşı da bir cephe oluşturuyordu. Bu devletin 1795 yılında Avrupa haritasından silinişini kabul etmeyen tek Avrupa devletinin Osmanlı İmparatorluğu olduğunu da unutmayalım.
Birlik haritadan silinse de bölge güçleri arasındaki ihtilaflar 19. yüzyılda da sürdü. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) dönemi tüm bu ihtilafların son bulduğu 70 kusur yıllık bir parantez oldu. SSCB’nin dağılması ve Varşova Paktı’nın ilgasıyla birlikte taraflar arasındaki eski mücadele/rekabet yeniden alevlendi. Moskova, bir dönem sonra çeşitli entegrasyon projeleri ve diğer dış politika araçlarıyla eski Sovyet cumhuriyetlerini bir arada tutma gayreti güttü. Ancak NATO’nun da hemen hamiliğine koştuğu Baltık ülkeleri ile Polonya ve Ukrayna bu entegrasyon projelerine mesafeli durdu.
Bugün Lüblin Üçgeni ülkelerinden Polonya ve Litvanya NATO üyesi. Birlik Ukrayna’nın da NATO üyeliğini destekliyor.
Bu arada, Ankara’nın geçtiğimiz bir yıl içinde Lüblin Üçgeni ülkeleri ile giriştiği askeri angajmanların, NATO’nun Rusya’yı çevreleme ya da dengeleme siyasetinin önemli bir bileşeni olduğu da görülüyor. Hangi angajmanlar bunlar, şimdi de bundan söz edelim:
Libya, Suriye veya Azerbaycan gibi savaş bölgelerinde gerçekleştirdiği ve başarılı telakki edilen operasyonların ardından Silahlı İnsansız Hava Aracı (SİHA) üretiminin önde gelen ülkelerinden biri haline gelen Türkiye, biliyorsunuz bu drone’lara yönelik küresel siparişler de almaya başladı.
UKRAYNA: Türkiye'den ilk Bayraktar İHA’larını Kasım 2018'de satın aldı Ukrayna. Sözleşme altı SİHA, iki kontrol istasyonu ve 200 güdümlü füze içeriyordu. 2021 yılına geldiğimizde Kiev hava kuvvetleri ve donanması envanterinde artık 12 Bayraktar TB2 (Tactical Block 2) vardı. Eylül ayında Ukrayna’nın Türkiye’den dört Bayraktar TB2 drone sistemi daha alacağı, her bir sistemin altı drone içerdiği ve toplam 24 drone tedarik edileceği öğrenildi.
TB2 SİHA'larının Ukrayna'ya satılması ve bu ülkenin bu silahları Donbass’da kullandığına ilişkin videoların yayımlaması Rusya’nın tepkisine neden oldu. Rusya Türkiye’ye yönelik tepkisini zaman zaman Suriye sahasında da hissettirdi.
POLONYA: Ukrayna’nın ardından NATO üyesi Polonya da bu yılın mayıs ayında 24 adet Türk SİHA’sı Bayraktar TB2'yi satın alacağını duyurdu. Anlaşma, Polonya Devlet Başkanı Andrzej Duda'nın Türkiye'ye yaptığı 24 Mayıs tarihli ziyaret sırasında imzalandı. Böylece, Türkiye, tarihinde ilk kez bir NATO ve AB üyesi ülkeye insansız hava aracı ihraç edecek. Polonya ordusunca yapılan açıklamalara bakılırsa, Baykar savunma şirketinin ürettiği bu SİHA'lar önümüzdeki yıl teslim edilecek ve Polonya'da tanksavar füzesi fırlatıcılarına eşlik edecek. Varşova ayrıca lojistik ve eğitim paketi de satın almayı planlıyor.
LİTVANYA: Haziran ayındaki NATO zirvesinde bir araya gelen Litvanya Cumhurbaşkanı Gitanas Nauseda ile Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın aralarında, olası bir TB2 alımı ile ilgili değerlendirme yaptıkları da öğrenildi. Ekim ayına geldiğimizde, Avrupa basınında Türk SİHA’ları ile ilgili yeni haberler yayınlandı. Hollanda’da yayın yapan NOS televizyonu, Türk SİHA’larını mercek altına aldığı haberinde, Ukrayna ve Polonya’dan sonra, Türkiye’den SİHA alan Avrupa ülkelerinde sıranın Litvanya’da olduğunu bildirdi.
Litvanya, Türk İHA’larını satın alırsa Türkiye ikinci kez NATO ve Avrupa Birliği (AB) üyesi bir ülkeye SİHA ihraç etmiş olacak. (Her şeye rağmen Türk SİHA’larının NATO üyesi ülkelere satılmasının her NATO üyesini memnun etmediğini de bir kenara not edelim.)
Bu arada, Letonya Savunma Bakanı Artis Pabriks de, geçen Haziran ayında BAYKAR Milli S/İHA Ar-Ge ve Üretim Tesisleri'ni ziyaret ederek, SİHA alabileceklerini ima etti.
Bu ülkelerden Ukrayna ile Türkiye arasındaki askeri yakınlaşmanın dinamiklerini Kırım meselesi üzerinden az çok biliyoruz. Ancak Polonya, neden gelir de Türkiye’den drone alır, bunun Moskova ve Ankara ile nasıl bir bağlantısı var, şimdi ona bakalım.
Polonya bu yılın ocak ayında, Rusya’nın “düşman güç” olarak kurgulandığı “Zima-20” (Kış-20) adlı çok önemli bir askeri tatbikat gerçekleştirdi. Amaç, Rusya’nın Polonya’ya topyekûn bir savaş açması ve Varşova’nın kontrolünü hedeflemesi durumunda neler olacağını görmek ve bunun Polonya’nın harp becerilerinin test edileceği harp oyunları yoluyla simülasyonunu yapmak idi. Polonya ordusunun karşısında bir zamanlar Moskova Askeri Bölgesi, Leningrad Askeri Bölgesi ve Kaliningrad Askeri Bölgesi olarak ayrı ayrı anılan, 2010’dan sonra ise Batı Askeri Bölgesi (Западный военный округ) olarak konsolide edilmiş askeri güçlerin tamamı vardı. Rusya o yıl ülkeyi oluşturan 86 federe birimden 26’sının silahlı güçlerini, merkez karargahları St. Petersburg olacak şekilde bir araya toplamış ve Batı Askeri Bölgesi’ni oluşturmuştu.
Harp oyunları beş gün sürdü. Polonya Devlet Başkanı Andrzej Duda, 27 Ocak tarihli bir basın toplantısında Zima-20 için, “çok ilginç bir tatbikat oldu” demekle yetinmişti. Zima-20’nin sonucu bir basın toplantısıyla duyurulamayacak kadar “ağır” idi. Polonya’dan sızan haberlere bakılırsa, en az 22 gün dayanması öngörülen Polonya askeri güçleri Polonya’nın en uzun nehri olan ve tarihte de epeyce savaşa sahne olan Vistula hattını etkili bir şekilde müdafaa edememiş ve Rusya’ya karşı savaşı 4 günde kaybetmişlerdi.
RT News’un yorum köşesinde 23 Şubat tarihinde konuyu değerlendiren “Scorpion King” isimli kitabın yazarı ve eski ABD Deniz Piyadeleri istihbarat subayı Scott Ritter’ın altını çizdiği üzere, Jozef Pilsudski komutasındaki Polonya birliklerinin Kızıl Ordu birlikleri karşısında 1920 Ağustosunda elde ettiği ve tarihe “Vistula Mucizesi” olarak geçen askeri zaferin bir asır sonra tekrar etmesi mümkün olamamıştı.
Polonya resmi çevreleri, harp oyunlarının Rusya tarafından bir dezenformasyona alet edildiğini ileri sürse de, uluslararası askeri çevrelerde NATO’nun Avrupa’daki en büyük ordularından birinin elde ettiği sonuç tam bir fiyasko olarak değerlendirildi. Uzmanlara göre, İttifakın doğu kanadı olası bir Rusya saldırısına karşı halen zayıf ve savunmasız idi.
Ayrıca harp oyunları sırasında Polonya’nın NATO müttefikleri yardıma gelememişti bile. Olası bir savaş halinde Kuzey Atlantik Paktı ittifakının üyesi bir ülkeye diğer müttefik ülkelerin destek vermesini gerektiren 5’inci Madde’nin çalıştırılması günler hatta haftalar alabiliyordu. NATO’nun askeri karşılığının “30 günde 30 tabur asker” şeklinde hesap edildiğini hatırlatan savunma analisti ve danışmanı Andy Scollic’e bakılırsa, “şaşırtma ve kinetik saldırı” becerilerine sahip Ruslar o zamana kadar çoktan Polonya’yı işgal ediyordu. Litvanya ile Polonya arasında bulunan Kaliningrad da böylesi bir savaşta kritik işlev görmüştü. Bir zamanlar Alman Doğu Prusya eyaletinin başkenti olan ve Königsberg adını taşıyan bölge, 1945 yılına kadar Alman devletlerinin egemenliği altında kaldıktan sonra, II. Dünya Savaşı sonrasında Kızıl Ordu birliklerince işgal edilmiş, adı da 1946’da Kaliningrad olarak değiştirilmiştir. Bugün Rusya’nın Rusya ile kara bağlantısı olmayan toprağıdır Kaliningrad. Jeopolitik ve ticari önemi dolayısıyla da başlı başına bir öneme haizdir. Özellikle de Avrupa Birliği’nin 2004’te Letonya, Litvanya ve Estonya gibi 3 Baltık ülkesini de içine alacak şekilde genişlemesi akabinde Kaliningrad, bir TASAM raporunda da dile getirildiği gibi, Avrupa’nın bağrında “bir bıçak gibi kalmış” ve Baltık denizi kıyısındaki bölge hem coğrafi hem de siyasi olarak ikiye bölünmüştür.
İşte bu sebeplerle, Kaliningrad’ın Polonya’nın Rusya’ya yönelik savaş stratejisinde en önemli hedef olması kaçınılmazdır. Askeri strateji uzmanlarına göre, NATO, Polonya üzerinden Rusya’ya saldırıda bulunmak isterse, Kaliningrad olası ilk hedef olacaktır. Aynı şekilde, Rusya da Polonya’yı istila etmek isterse, bunu Kaliningrad üzerinden yapmayı seçecektir.
Varşova’nın Türk SİHA’larına yönelme ve bu silahlara savaş stratejisinde önemli bir rol verme çabasının ardında bu gerçekler ve Polonya ordunun “kinetik saldırı” becerilerini hızla artırma ihtiyacının belirginleşmesi yatıyor. Türk SİHA’larının da Polonya için asıl hedefi Kaliningrad olacaktır. Dolayısıyla başta Polonya olmak üzere Litvanya ve Ukrayna gibi ülkelerin Türk SİHA’larına yönelme stratejilerinin altında bu tip savaş senaryolarının varlığı yatmaktadır
Türkiye ile Polonya’nın Rusya’nın çevrelenmesi stratejisi bağlamında askeri alanda yaptıkları işbirliği, SİHA satışı ile sınırlı değildir. İki ülke arasında varılan anlaşmaya göre, Türk F-16’ları da NATO Geliştirilmiş Hava Polisliği Misyonu kapsamında, Polonya’ya gidecek, bir anlamda, Polonya semalarını gereğinde Türk F-16’ları koruyacaktır. Polonya da, NATO’nun Türkiye’ye uyarlanmış güvence tedbirleri kapsamında İncirlik Üssüne deniz karakol uçağı ve askeri misyon gönderecektir.
Nitekim, Devlet Başkanı Duda, Türkiye’deki basın toplantısında şöyle bir cümleyi boşuna kurmamıştı: “Türkiye, dünyanın bu bölgesinde bizim en sağlam müttefikimiz.”
Kime karşı: evet, tabii ki Rusya’ya karşı!
Dolayısıyla, Ankara ile Moskova arasındaki ilişkileri bugün hangi başlıklar altında yaşıyor, değerlendiriyor olursak olalım, Türkiye’nin, NATO’nun Rusya’yı çevreleme siyasetinin önemi giderek artan aktörlerinden biri olduğunu da teslim etmemiz gerekiyor. Tabii şunu da unutmadan: Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler kuşkusuz sadece bu bağlama indirgenmeyecek ölçüde derin ve zengindir. İki ülke arasındaki ilişkileri yalnızca Lüblin Üçgeni üzerinden okumak çok eksik olacaktır. Ancak oradan okunduğunda da durum budur.
Rusya Türkiye’nin tarihi hasmı mı, NATO’daki düşmanı mı şeklindeki sorulara, 15 Temmuz ve özellikle Ankara’nın S-400 alımı ile birlikte “yoksa yeni müttefiki mi” şeklinde bir soru daha eklenmişti. Bu sorulara cevap ararken, Lüblin Üçgeni bağlamını hatırlayarak yanıt geliştirmeliyiz.
Evet, Moskova, Ankara’nın Suriye sahnesine inerek ABD’nin hamiliğinde görünen PYD/YPG’nin Türkiye’nin Irak sınırından başlayarak Akdeniz’e ulaşan kesintisiz bir hâkimiyet kurmasının önüne geçmesine yeşil ışık yaktı. Ankara’nın ciddi bir beka tehdidi olarak algıladığı bu konuyla ilgili olarak kaygıları tamamen bertaraf olana kadar Moskova’ya ihtiyacı olduğu tartışılmazdır. Ancak, Ankara’nın bu yöndeki kaygılarının azalmasına olanak tanıyan askeri harekâtlarıyla geldiği şu konjonktürde, Rusya’yı Lüblin Üçgeni’nden vurduğunun altını çizelim. Tabii bunun Moskova tarafından not edilmekte olduğunu da unutmadan.
Barışçıl ve daha dengeli ilişkilere sahip bir yerküre vizyonu çerçevesinde, Rusya’nın Türkiye’nin silah envanterindeki tek boyutluluğun kırılmasına olanak tanıyan bir portföy sunması, özellikle dış politikasına denge kabiliyeti getirme arayışı açısından elbette çok kıymetlidir. Bugün belki S-400’leri konuşuyoruz, ama Ankara’nın 2023’te Rusya’nın Su-57’lerini ya da tek motorlu, hafif, beşinci kuşak, hayalet avcı uçağı Sukhoi Şahmat’ı (Su-75) konuşması da çok sürpriz olmayacaktır. İki ülke arasındaki ticaret hacminin artarak hedef olarak konmuş 100 milyar dolara ulaşması da o ölçüde kıymetlidir. Devletler bu yönde çaba harcadığı sürece biz bireylere düşen de, Ankara ve Moskova arasındaki ilişkilerin ivmesinin hep bölgesel ve küresel barışa, ayrıca halklar arasındaki dostluğa hizmet edecek bir istikamette ilerlemesi, tarafların bu konuda hiçbir kışkırtmaya gelmemeleri ümidini korumak olmalıdır.
twitter: @akdoganozkan