Dünyanın harareti son günlerde hızla artıyor. Ortadoğu’da olan bitenleri kastetmiyorum; orası zaten epeydir yanıp kavruluyor. Yeni olan, son 1-2 hafta içinde Doğu Avrupa’nın da hararet yapar olması. Pek hayra alamet bulmuyorum bu gelişmeleri. Zira, Doğu Avrupa’da gerilimin II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez bu ölçülerde arttığına tanık oluyoruz.
“Hayırdır, ne oluyor da artıyor, neye tanık oluyoruz?” diye sorabilirsiniz, zira bu biraz sinsi bir tırmanış; kendisini fazla görünür kılmaktan şu aşamada pek hoşlanmıyor! Konuyla ilgili haberler Batı medyasında birbirinden bağımsızmış gibi yer alıyor. Dolayısıyla ancak gelişmeleri tüm parça ve boyutlarıyla bir araya getirdiğinizde seçilebilen bir gerilim bu! Seçince de ister istemez akla, “ne oluyor, nereye gidiyor dünya” sorusunu getiriveriyor!
Bambaşka bir alemde yaşayan ana akım medyamızda kendine pek yer bulamayan bu son gelişmeleri ben size tane tane özetleyerek aktarayım, ortada “apokaliptik” bir gerilim mi var, yoksa başka bir şey mi; siz bakıp bütün bu olup bitenin ne anlama gelebileceği hususunda kendi yorumunuzu yapın.
Önce şunu söyleyeyim, uluslararası plandaki bu gelişmelerin neredeyse tamamı Rusya’dan NATO üyesi Doğu Avrupa ülkelerine yönelik saldırı ihtimalinin güçlendiği varsayımıyla hareket eden İttifak’ın almış olduğu bir dizi kararı takip ediyor. Polonya'nın başkenti Varşova’da 8-9 Temmuz 2016 tarihlerinde düzenlenen NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde varılan mutabakatı ve sonrasında alınan kararların yol açtığı hareketlilikten kastım ne, hemen sıralayayım:
BİR: Amerika Birleşik Devletleri, Polonya’nın Rusya sınırına Ocak ayı sonlarında 87 tank 144 zırhlı araç ve 3 bin 500 asker yığdı ve bu ülke ile birlikte “Rus tehdidini” hedef alan ortak bir askeri tatbikat gerçekleştirdi. Gözlemcilere göre, Washington yönetiminin bu askeri yığınağı II. Dünya Savaşı’nın bitiminden bu yana ABD ordusunun Avrupa'daki en büyük askeri konuşlandırması olmuş durumda.
İKİ: Bu arada, ABD Ordusunun 4. Piyade Tümeni’ne bağlı 68. Zırhlı Alay’ın 1. Tabur’unu Ocak ayı sonlarında Estonya’nın kuzeyindeki Tapa kasabasında konuşlandıran Washington yönetimi, Şubat ayının ilk günlerinde de 4 muharebe tankı (M1A2 Abrams) ile Bradley tipi 15 piyade aracını Tapa’ya kaydırdı.
ÜÇ: Amerikan ordusu, Doğu Avrupa’daki askeri varlığını NATO anlaşmaları kapsamında bu şekilde artırırken, Almanya da yine NATO misyonu çerçevesinde Litvanya’nın Rukla askeri üssünde aralarında 30 tankın da olduğu 200 askeri araç ile 450 kişilik bir askeri birlik konuşlandırma çalışmalarına başladı. Birlikler Şubat ayı sonuna kadar hedeflerine intikal etmiş olacaklar. Üsteki NATO kuvvetlerine yakın bir tarihte Belçikalı, Hollandalı ve Fransız askerlerinin de katılacağı ve toplam asker sayısının bahara kadar 1200’e ulaşacağı bildiriliyor.
DÖRT: 2014 yılı Nisan ayında Ukrayna'nın doğusunda patlak veren iç savaşla birlikte ülkede tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan eden Donetsk’te tüm ateşkes çabalarına rağmen çatışmalar son günlerde tehlike bir biçimde yeniden tırmanışa geçti. Dolaylı bir şekilde Rusya ile AB’yi (ve de ABD’yi) karşı karşıya getiren çatışmalar sonucu şekillenip sabitlenmiş savunma hattını geçen Ukrayna ordu birlikleri Petrovskya kasabasına doğru taarruza geçti.
BEŞ: Britanya hükümeti Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra ilk kez Karadeniz’e, NATO taktik grubuna önderlik etmek üzere yeni nesil füzelerle donatılmış HMS Diamond destroyerini gönderdi. Britanya Ukrayna kıyılarına yaptığı bu çıkarmanın yanı sıra, Rus tehdidini gerekçe göstererek Baltık ülkelerinden Estonya’ya Fransız ve Danimarkalı birliklerin de desteğiyle tank, hafif zırhlı araçlar ve asker gönderiyor.
ALTI: Kanada, bir diğer Baltık ülkesi olan Letonya’ya 450 kişilik bir askeri birlik göndererek bu ülkedeki Adazi askeri üssünde konuşlanan çokuluslu NATO taburunun liderliğini üstleniyor.
YEDİ: ABD Donanması’nın 6. Filo’suna bağlı güdümlü füze destroyeri USS Porter da 2 Şubat’ta Karadeniz sularına ulaştı. USS Porter, ABD’nin yanı sıra Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Kanada, İspanya ve Ukrayna’nın katıldığı ve Deniz Kalkanı adı verilen savaş oyunlarında yer alacak. Montrö Sözleşmesi’ne göre Karadeniz’e kıyısı olmayan Amerikan gemileri bu sularda azami 21 gün kalabiliyor. ABD bu nedenle Ukrayna krizinin derinleştiği 2014’ten bu yana Karadeniz’in Ukrayna açıklarına rotasyon usulüyle savaş gemileri gönderiyor.
Peki tüm bu hareketliliğin karşısında Rusya ne yapıyor?
NATO cephesindeki bu hareketliliğe karşılık, Rusya da Moskova’daki S-300, S-400 ve Pantsir-S hava savunma sistemlerini 8 Şubat günü en yüksek alarm seviyesine getirdi. Hava Kuvvetleri’nin bu aksiyonunun ardında Başkan Vladimir Putin’in 7 Şubat Salı günü ülke genelinde uygulamaya konulmak üzere aldığı harbe hazırlık tatbikatı kararı bulunuyor.
Ani bir kararla uygulamaya konulan tatbikat programlı olmadığı için Avrupa Güvenlik Ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) belgelerinin gerektirdiği denetimlere tâbi olmayacak. Buna rağmen, Rusya Savunma Bakan vekili Aleksandr Fomin 8 Şubat çarşamba günü yabancı askeri ataşelerle görüşerek konu hakkında bilgi verdi.
Litvanya Devlet Başkanı Dalia Grybauskaite, Letonya ve Estonyalı mevkidaşları ile 9 Şubat günü Riga’da yaptığı görüşmeden sonra Rusya’nın Zapad 2017 tatbikatı nedeniyle Baltık ülkelerinde endişelerin arttığını ifade ederek, NATO’dan ilave güvenlik desteği istedi. Grybauskaite açıklamasında, “Batı ülkeleriyle açık bir şekilde bir savaş hazırlığı içinde olan saldırgan Rus güçlerin sınırlardaki konuşlanmasıyla risklerin artacağını ve bu durumun kendilerini endişelendirdiğini” ifade etti.
Doğu Avrupa’daki NATO temelli asker konuşlandırmaları bizi yeni bir Soğuk Savaş’a mı yoksa yeni sıcak çatışmalara doğru mu götürüyor, buna dair şu aşamada bir öngörüde ya da yorumda bulunmadan evvel, NATO yetkililerinden bu konularda ayrıntılı açıklama beklemek daha doğru.
Ancak Rusya’nın bu gerilim eskalasyonunda bir yeri olduğu doğru olsa da, bana “Doğu Avrupa’ya yönelik tehdidi” nedeniyleymiş gibi gelmiyor. Moskova’ya yönelik hiddetin kaynağında daha ziyade Avrupa’nın doğalgazda Rusya’ya olan bağımlılığını kırmaya imkan vermesi için de -Batı tarafından- şişirilen Ukrayna’yı Kırım ve Donetsk’teki hamleleriyle oyundan düşürmesi yatıyor. Ve de tabii, daha önce Suriye Savaşı bahsinde bir kaç kez dile getirdiğim üzere, NATO ile Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) Batı’nın Katar doğalgazını Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaştırma düşlerini Rusya’nın Halep’teki zaferiyle tamamen çöp sepetine göndermiş olması...
Ukrayna ve Kırım’daki gelişmeler nedeniyle Avrupa’da 2014’ten bu yana değişen güçler dengesi NATO’yu güvenlik konseptini gözden geçirme ihtiyacıyla baş başa bıraktı elbette, ancak NATO’nun bu hareketliliğinin sonuçlarından ziyade belki de önce temel motivasyonu üzerine biraz konuşmak lazım.
Bakın, bugün NATO üyesi ülkeler küresel doğalgaz rezervlerinin sadece yüzde 9’una sahip. Ancak tüketimleri bu oranın neredeyse dört katı! (NATO’ya misyonunu (!) aradaki bu farkın yüklediğini, şayet arada böyle ciddi bir fark olmasa, Ortadoğu ve Kafkasya’nın bu ölçülerde kan dökülen ve kıyamet alametli veren coğrafyalar olmayacağını söyleyebiliriz sanırım.)
NATO cephesinde hal böyle iken, sadece Suriye sahasında NATO’nun karşı safında olan Rusya, İran, Suriye ve Lübnan gibi ülkelere –Şii aksın bir parçası olma endişesi ile anılan- Irak’ı da ilave ettiğinizde küresel doğalgaz rezervlerinin yüzde 48’i gibi büyük bir paya sahip bir blok görüyorsunuz.
Yani muazzam bir tüketici olan NATO’nun cebinde 1 varken karşı safta en az 5 var!
Sıkıntı burada! Hararet buradan çıkıyor!
Petrolde de durum çok farklı değil!
Küresel petrol üretiminin yaklaşık yüzde 16’sı NATO üyesi ülkelerce gerçekleştiriliyor. NATO üyesi ülkelerin toplam petrol tüketimleri ise küresel tüketim rakamının yaklaşık yüzde 38’ine denk geliyor. Ve bilin bakalım tüketimleri ile üretimleri arasındaki bu açığın en büyük olduğu ülkeler hangileri? Evet, dün Ortadoğu’da bugün de NATO kararları çerçevesinde Doğu Avrupa ülkelerinde asker ve silah konuşlandıran ilk ülkeler!
Peki Suriye sahasında NATO’nun karşı safında olan cephede petrol bahsinde durum nedir? NATO’nun proksilerinin karşısında olan 3 ülke (Rusya, İran, Suriye) ile –yine Şii aksın bir parçası olma endişesi ile anılan- Irak petrol üretiminde küresel çapta toplam yüzde 20 gibi bir paya sahip. Bu ülkelerin toplam petrol tüketimleri ise küresel petrol tüketiminin yaklaşık yüzde 6’sına denk geliyor.
(Musul ve Rakka’nın adını da bu yüzden bu kadar çok duyuyor olabilir miyiz acaba?)
İşte doğal gaz ve petrol bahsinde durum bu. Yani, NATO ülkeleri NATO üyesi olmayan ülkelerin doğal gaz ve petrol gibi doğal kaynaklarına göbekten bağımlı durumda.
Sıkıntı burada! Hararet te temelde buradan çıkıyor!
Ve bize şu soruyu sorduruyor: Neler oluyor, yeni bir “Apocalypse Now” dehşeti/filmi mi var “pek yakında” kapımızda; NATO’nun da baş rolünü üstlendiği?
twitter: @akdoganozkan