Suriye ordu birliklerinin ülkenin ticaret merkezi olarak bilinen Halep’in doğusundaki dar bir cebe sıkışmış cihatçı güçlerin etrafındaki çemberi iyice daraltmasıyla birlikte, Washington – Moskova hattındaki gerilim de bir söz düellosundan çıkarak sıcak bir çatışma sinyalleri veren, tehlikeli bir noktaya varmış durumda. Rusya’nın Suriye’deki olası zaferi Ortadoğu’daki “Batı” hegemonyasının da nihayete ermesi anlamına gelebileceğinden, Halep Savaşı’nı “Ortadoğu’da tarihin sonu” olarak yorumlama gayretinde olan diplomatlar da olduğunu görüyoruz.
Böylece Ortadoğu’da tarih hızlanırken, Rusya’ya da 1955’te Britanya’nın (Türkiye, İran, Irak, Ürdün ve Pakistan ile birlikte) kurduğu tarzda, “Bağdat Paktı” benzeri bir ittifak oluşturabilmenin yolu açılıyor. Bağdat Paktı, Ortadoğu’yu Batı’ya bağlayan ve -1979’da lağvedilene kadar- Sovyetler Birliği’nin sert tepkisine yol açmış bir ittifaktı. Rusya, ya da bazılarının taktığı lakapla “Gazpromistan,” Ortadoğu’yu Avrasya’ya bağlayabilecek (ve hatta bırakın Türkiye ile Mısır’ı, İsrail’e dahi önemli bir rol biçmek istediği) böyle bir ittifaka -Halep’in cihatçılardan kurtulmasıyla birlikte- bir adım daha yaklaşmış olacak.
Dolayısıyla Halep’te çember sadece cihatçıların üzerine değil, onları destekleyen ABD ve İngiltere gibi güçlerin üzerine de kapanıyor. Peki ne oldu ve ne oluyor tam olarak Halep’te? Tarih nasıl oldu da son iki ayda bu bölgede bir “sona” doğru hızlanıverdi ve ABD’yi mevcut Suriye stratejisini gözden geçirmeye zorluyor? Bu yazıda bunları konuşalım.
Bilindiği gibi, Suriye Arap Ordusu’na bağlı birlikler Halep’in doğu kesiminde çeşitli cihatçı muhalif gruplardan oluşmuş ortak bir operasyon gücü olan ve “Fetih Halep” adını taşıyan koalisyona karşı yürüttükleri çatışmaları özellikle Ağustos ayından sonra epeyce yoğunlaştırmışlardı. “Fetih Halep” güçleri Rus Hava Kuvvetleri uçakları ile Şii milisler ve Kürt grupların desteğindeki Suriye ordusunun bu ilerleyişi karşısında pek çok noktada geri çekilmek zorunda kalmıştı. Ağır kayıplar veren koalisyonun lideri konumundaki “Şam’ın Fethi Cephesi”nin (eski adıyla Nusra Cephesi’nin) sözcüsü Hüssam el Şâfi, geçtiğimiz perşembe günü kendilerine Halep şehrini silahlarıyla birlikte güvenli şekilde terk etme teklifi yapan BM’nin Suriye Temsilcisi Steffan de Mistura’nın bu önerisini reddetti. Kısacası, Halep’te “çember daralmış” olsa da, düğüm henüz çözülmüş değil. Ancak belli ki sona doğru yaklaşılıyor.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, Suriye genelindeki ağırlıklı konsantrasyonunu Halep’i cihatçı güçlerden temizlemeye yönelten Suriye Ordusu, Filistinlilerin kurduğu Kudüs Tugayları ile birlikte yürüttüğü operasyonlarda geçen cumartesi günü Halep’in kuzeyinde bir bölgeyi daha kontrol altına aldı. Handarat kampının güneyindeki Avice mahallesi ve çevresinin denetimini ele geçiren ordu birlikleri, stratejik öneme sahip Cundul kavşağında da hakimiyet sağladı ve cihatçıları Halep’te 5-6 km eninde dar bir alana mahkum etti.
Suriye ordusunun Halep’te finale iyice yaklaşmış olması ve müzakere masasına bu şekilde epeyce güçlü oturacak olması, ABD yönetimini belli ki epeyce rahatsız ediyor. Aslında rahatsızlık sadece hükümet çevresiyle sınırlı değil. Obama’nın Rusya’nın sahaya inmesinden bu yana kayda değer bir başarı sağlayamadığını düşünen ve bu nedenle hükümetin Suriye stratejisini sert biçimde eleştiren pek çok muhalif Amerikalı da var.
Ayrıca ABD yönetiminde, özellikle de Pentagon ile CIA arasında savaş stratejisine ciddi bir bakış farklılığı var ve bu yeni bir şey değil. Ancak Halep’in tamamının hükümet güçlerinin eline geçecek olması, Suriye’de kayda değer bir başarıya susamış Amerikan kuvvetlerinin sabrını iyiden iyiye taşırıyor.
ABD - Rusya arasında tansiyon yükseliyor
Ve muhtemelen Amerikalılar bu yüzden 17 Eylül’de gidip Deyr’üz Zor’da IŞİD ile savaşan bir Suriye askeri üssünü –sonradan yanlışlıkla oldu diyecek pervasızlıkla- 1 saat boyunca koalisyona bağlı uçaklarla bombalayıp 60’tan fazla Suriyeli askerin ölümüne, 100’den fazlasının da yaralanmasına sebep oldu. Harekâtın bir saat sonrasında da IŞİD kuvvetleri -sanki Amerikalılarla işbirliği içinde düzenlenmiş planlı bir operasyon gerçekleştirircesine- karadan saldırıya geçip stratejik öneme sahip Tharda Dağı’nı ele geçirdiler ve bir süre ellerinde tuttular.
Rusya bu “yanlışı” hemen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne taşıdı. 19 Eylül’de Suriye hükümeti saldırıyı gerekçe göstererek ateşkese son verdiğini açıkladı.
Derken Kerry’nin Suriye’nin muhalif sivil toplum örgütlerinin temsilcilerine 22 Eylül’de BM’de basına kapalı cereyan eden bir toplantıda söylediklerini içeren ses kayıtları New York Times’a düştü. Kerry bu toplantıda, “Washington’da Esad’a karşı daha fazla güç kullanılmasını çok istedim. Çok uğraştım ikna etmek için. Ama Washington’da bizler bu tartışmayı kaybettik,” şeklinde, çaresizmiş gibi görünen ifadeler kullanıyordu. Anlaşılan ABD’nin Dışişleri Bakanı dahi, Başkan Barack Obama’yı Suriye yönetimine karşı fazla “yumuşak” buluyordu. Toplantıda karşılıklı edilen laflara bakılırsa da, ABD yönetimindeki bu çatlaktan dolayı Suriyeli muhalifler belli ki kendilerini ihanete uğramış gibi hissediyorlardı.
Rusya’nın Halep’te cihatçılara yönelik hava saldırılarını yoğunlaştırması üzerine, 28 Eylül’de ABD Dışişleri John Kerry’nin Suriye konusunda Moskova ile işbirliğini sonlandırıp tüm irtibatı kopartabileceklerine yönelik tehdidi geldi.
Cihatçılara nefes aldıracak bir ateşkesin yeniden yürürlüğe girmesi çabasında olan Kerry, hızını alamadı ve 7 Ekim’de Rusya ile Suriye’nin savaş suçları için soruşturulmaları gerektiği yönünde bir açıklama yaptı.
Aynı esnada, Doğu Akdeniz’de ve hatta Karadeniz’deki Rus üslerinin yakınlarında Amerikan casus uçaklarının kol gezmeye başladığı haberleri geldi.
ABD tansiyonu yükseltirken Rusya da boş durmuyordu. Suriye’deki Hmeymim Hava Üssü’ne 2015 Kasım’ında yerleştirdiği S-400 hava savunma sistemleriyle yetinmek istemeyen Moskova, Tartus’taki deniz üssüne koruma sağlamak için de SA-23 Gladiator füze-savar ve uçaksavar sistemleri kurdu. Bu, söz konusu sistemlerin Rusya dışındaki ilk konuşlanmaları oluyordu.
Bu arada, Eylül ayının sonlarına doğru El Masdar News’da yer alan bir habere bakılırsa, 3 bin yeni Rus askeri cephede savaşmak üzere Suriye topraklarına ulaşmıştı.
Acaba bütün bunlar birileri “Ortadoğu’da tarihin sonuna” yaklaştığımızı söylerken, ABD ile Rusya’nın 3. Dünya Savaşı hazırlıkları olarak görülebilir miydi? Belki bunu söyleyebilmek için elde yeterli veri yoktu ama, Suriye’de olan biteni, dahil olan ülkelerin hacmi ve jeopolitik ağırlığı bakımından hali hazırda “3. Dünya Savaşı” olarak yorumlayan da vardı.
Bütün bunlar, en azından ABD’nin Suriye’de çıkmaza giren ve sonuç getirmeyen stratejisinde bir değişikliğe hazırlandığının işaretleri olarak da okunabilirdi. Gelişmeler ve ortalığa saçılan, bazına sızdırılan bilgiler, ABD cephesinde işlerin hiç iyiye gitmediği ve kasım ayında yeni bir Başkan seçecek ve Obama’yı “topal ördek” konumuna getirecek olan ülkenin Suriye sahasına daha doğrudan müdahalelerde bulunmanın yollarını aradığını, araması lazım geldiğini gösterir nitelikteydi.
Sahada işlerin hiç de iyi gitmediği “içeriden” de kuvvetle teyit ediliyordu. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Ordusu Özel Harekât Kuvvetleri’ne mensup Jack Murphy isimli eski bir “Yeşil Bereli” askerin Suriye’deki Özel Kuvvetler’e dair kalem aldığı ayrıntılı bir rapor, Amerikan politikalarının saplandığı perişan hali gözler önüne serdi. Son tahlilde “stratejimizin kendine gelmeye ihtiyacı var” dedirten cinsten raporun zamanlaması da tabii ki “manidardı.”
Sofrep.com isimli abonelik gerektiren bir web sitesinde 14 Eylül tarihinde yayınlanan ve Türk medyasının gözünden kaçan rapor, “US Special Forces Sabotage White House Policy Gone Disastrously Wrong with Covert Ops in Syria” başlığını taşıyordu. Yani rapor daha başlığında, “ABD Özel Kuvvetleri Suriye’deki gizli operasyonlar neticesi felaketle sonuçlanan Beyaz Saray politikalarını sabote ediyor” ifadesini kullanıyordu.
Murphy bu raporunda, Amerikan askerlerinde Washington’un bölgedeki politika ve uygulamalarına inancın kalmadığını özellikle vurguluyordu. Bu eski Yeşil Bereli asker, eski bir CIA yetkilisine dayanarak, bir yandan ABD Başkanı’nın otoritesiyle hareket eden Amerika Özel Kuvvetleri’nin IŞİD ile savaşan güçleri silahlandırdığını, ancak öbür yandan CIA’in de Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı devirmeyi takıntı haline getirerek Esad karşıtı güçleri silahlandırmaya yönelik ayrı ve paralel bir program yürüttüğünü yazıyordu. Murphy, ABD’nin Suriyeli muhalif güçleri eğitip donatma yönündeki gizli programına dair de şunları söylüyordu:
“Sahadaki herkes onların cihatçı olduğunu biliyor. Sahadaki kimsenin bu misyona ya da bu çabaya inancı kalmadı, Sadece gelecek kuşak cihatçıları eğittiğimizi biliyorlar, o yüzden de, ‘Lanet olsun, kimin umurunda?’ diyerek ya da ‘Amerikalılar tarafından eğitildiklerini söyleyen Nusra militanlarından sorumlu olmak istemiyorum,’ diyerek programları sabote ediyorlar.”
“ABD IŞİD ile mücadeleyi küçümsüyor” diyen Murphy, CIA’in 2014 sonunda sahada IŞİD ile mücadeleye dönük 20 görevlisi varken, bunca gelişmeye rağmen rakamın 2016 başlarında fazlaca değişmeden kaldığını da ifade ediyordu. Ama, denilenlere bakılırsa, aynı ABD kafayı “nevrotik bir şekilde ve her ne yolla olursa olsun Esad’ı devirmeye” takmıştı.
Murph’ye bakılırsa, Beşinci Özel Kuvvetler Grubu ABD Federal Yasaları Madde 10 kapsamında, Türkiye ve Ürdün’e 2015’te ulaşarak IŞİD ile savaşacak güçleri eğitmeye başlamıştı. Jack Murphy’ye göre, Suriye’deki ihtilafın bugünlere kadar sürmesinde, bu programlardaki suiistimaller ile bürokratik ihtilaflar ve Amerikan hedeflerinin kendi kendisiyle çakışır niteliği etkili olmuştu.
Aslında IŞİD ile savaşacak güçleri eğitme, makul bir görev gibi gözükse de, berbat bir güvenlik araştırması sürecinden ötürü bürokratik engellemelere maruz bırakılıyordu. Jack Murphy, 5. Grup’un eğitim programında çalışmak üzere Ürdün’e gönderilmiş eski bir SAS görevlisi için şu cümleyi kuruyordu: “Ürdün’deki eğit, tavsiyede bulun ve destekle programlarının perişan halini çabucak kavradı.” Murphy’nin iddiasına göre, Türkiye’deki durum Ürdün’den de kötüydü ve IŞİD ile çeşitli cihatçıların desteklendiği ortamdaki bu “maskaralık” Yeşil Bereliler Rojava’ya geçip Kürtleri eğittiğinde daha da “absürd” hale geliyordu.
Yeşil Bereli eski asker, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) için de şu cümleleri kuruyordu: “ÖSO, CIA için görünürde geçerli bir güç haline geldi, çünkü rejim karşıtı idi, Langley’deki yedinci kat (CIA karargahındaki Direktörlük katı) ile görünüşte aynı hedeflere sahipti – yani Başkan Esad’ın devrilmesi hedefine.” Ancak fiiliyatta neler olduğunu, Murphy şöyle anlatıyor:
“ÖSO ile el-Nusra’yı birbirinden ayırt etmek imkansızdır, çünkü fiilen aynı örgütler. 2013’ün başlarında ÖSO komutanları bütün birlikleriyle el Nusra’ya katılıyordu. Sahada hâlâ ÖSO lakabıyla anılıyorlar, ancak bu CIA ile Suudi istihbarat servisleri tarafından sağlanan silahlara erişimleri olabilsin diye laik bir görüntü vermelerini sağlayan şov sadece. Gerçekte ÖSO, el Kaide bağlantılı el Nusra için bir kılıftan çok da öte bir şey değil.”
İşte bu raporun da altını çizdiği faktörlerden ötürü, Washington, Halep’in Suriye ordusunun eline geçmek üzere olduğu şu konjonktürde anlamlı bir başarıya her zamankinden daha çok ihtiyaç duyar bir görüntü veriyor. Zira Halep özellikle önemli. Neden?
Çünkü...
Bir kere cihatçıların Halep’ten temizlenmesiyle birlikte buraya mevcudu 10 binlerle ifade edilen büyük bir seyyar askeri birlikler kaydırmak durumunda kalan Suriye Ordusu’nun eli çok rahatlayacak. Burada açığa çıkan binlerce Suriye askeri sayesinde ülke coğrafyasının genelindeki askeri kuvvet dengesi bir anda Şam yönetimi lehine değişecek. Ve özellikle de İdlip, El Bab, Hafir gibi şehirlere daha fazla kaynak ayırarak daha rahat ve aktif bir mücadele ortaya koyabilecek, Kuneytra gibi şehirleri daha güvenli hale getirebilmesi kolaylaşacak.
Cihatçıların tamamen denetimindeki tek büyük şehir olarak sadece İdlip kalacak. Bu durum hükümet yanlıları için büyük bir avantaj. Unutmayalım ki, savaş öncesi 2,5 milyon nüfusa sahip olan Halep, Sünni ağırlıklı bir şehirdi. Böyle bir şehrin, mezhepçiliği elinin tersiyle itercesine bütünüyle Şam yönetimi safına geçmesi, ülkenin birliği adına ve Devlet Başkanı Beşar Esad yönetimi için büyük bir moral/motivasyon kaynağı olacak.
Halep Havalimanı, Rusya Hava Kuvvetlerine bağlı uçaklar ve personel tarafından savaşın sonraki kademeleri için kullanılabilir hale gelecek.
Ayrıca Halep derken ülkenin en kalabalık ve bir sanayi ve ticaret kentinden bahsediyoruz. Bu şehrin çatışmalardan azade hale gelmesi, ülkenin toparlanmasına katkı sunabilen bir istihdam olanağı da yaratmış olacak.
Durum bu iken, doğal olarak ABD cephesinde şu sorular önem kazanıyor:
Suriye’de yetersiz kalan ve bir strateji değişikliği arayışında olan ABD sahada ihtiyaç duyduğu başarıyı tam olarak nerede arar? Bu yolda Ankara’nın desteğine daha fazla ihtiyaç duyar mı? Bir zamanlar terörist statüsünde gördüğü örgütlerle (daha fazla) işbirliği içine girer mi? Bu örgütlerle Türkiye’yi aynı potada buluşturmak ister mi?
Bunlar, önümüzdeki dönem için önem kazanan sorular. Ayrıca unutmayalım ki, El Bab cephesindeki hareketliliğin temel sebeplerinden biri, Halep’te tarihin yukarıda aktardığım şekilde hızlanmış olması. ABD bu yüzden, Suriye’nin kuzeyindeki kantonların, Halep’in düşmesi öncesinde, gerekirse Suriye Demokratik Güçleri (SDG) içindeki Kürt yerine Arap güçlerin görünür önderliğinde birleştirilmesini ve Ankara’nın buna itiraz etmemesini arzuluyor. SDG bunun için Menbiç’in batısındaki Arima’yı da alarak son günlerde El Bab’a 15 km yaklaşmış durumda. Türkiye bu önemi bildiği için El Bab’a yüklenmek ve oradan güneye, Rakka’ya uzanan koridora hakim olmayı düşlüyor ve ABD ile hedefi arasına girerek Kürtlerle kendisi arasında bir seçim yapmaya zorluyor. Rusya bunun için Ankara’ya kuzeyde sınırlı bir manevra alanı açıyor. Suriye ordusu bunun için el Bab’a en yakın kuvvet konumunda.
Dolayısıyla El Bab’ta -ve tabii Musul’da- aslında neler oluyor, neler olabilir, şu aşamada bunlar da Suriye’nin geleceği adına önem kazanıyor. Ama onları da başka bir yazının konusu yapalım.
twitter: @akdoganozkan