Bundan bir yıl önce Suriye’nin beşte birini bile kontrol edemeyen Şam hükümeti bugün bu rakamı hem üç katına çıkarmış hem de isyancıları püskürtme çabasında artık ülkenin çeperlerine dayanmış durumda. Hükümet kuvvetleri dün de başkent Şam’ın tamamında savaşın başından bu yana ilk kez kontrolü bütünüyle ele geçirdiler. Bundan sonrasında Suriye’de askeri veya diplomatik yollarla barışla kavuşmayı bekleyen temel olarak 4 bölge bulunuyor:
Şam Yönetimi’nin “Kurtuluş Savaşı” bu şekilde komşu ülkelerin sınırlarına dayandığı için bundan sonrasında neler olacağını kestirmek ilave bir zorluk içeriyor. Bu zorluk parantezi içindeki en sert değişkenlerden birinin İsrail olması, durumu daha da zorlaştırıyor.
Bu ilave zorluğun bir nedeni, Tel Aviv yönetiminin dinmemiş güvenlik kaygılarına eşlik eden yayılmacı emelleri.
Bir diğer nedeni de, Suriye’nin savaşın etkilerini silip toparlanmasına engel olmada İsrail’in ABD ve Avrupalı müttefiklerinden daha etkin rol oynayabileceğinin ortaya çıkması!
Bu nasıl ortaya çıktı peki?
Malum, ABD-İngiltere ve Fransa’nın kimyasal silah kullanmakla suçladıkları Suriye topraklarına yönelik 14 Nisan sabahı gerçekleştirdiği füze saldırıları, Rusya’nın elindeki verilere bakılırsa, 71- 32 Suriye lehine sona ermişti. Yani 103 füzeden sadece 32’si hedefi bulmuştu. Gerçi Amerikalılar 103 füzenin tamamının hedeflerini vurduğunu ilan etmişlerdi. Ama bunu inandırıcı bir şekilde belgelemede pek de başarılı olamamışlardı.
Oysa, bu yılın başından bu yana Suriye’ye yönelik 10 hava saldırısı gerçekleştiren İsrail’in durumu farklı. İsrail jetleri ABD Başkanı Donald Trump’ın İran ile 2015’te imzaladıkları nükleer anlaşmadan ülkesinin imzasını çektiğini duyurmasından 2 gün sonra, yani 10 Mayıs’ta Suriye topraklarındaki İran güçlerini hedef alan bir saldırı daha gerçekleştirdiler ve bu ülkede 70 hedefi vurduklarını iddia ettiler. İsrail jetlerinin kendilerine ateş açan Suriye hava savunma sistemi bataryalarını dahi vurdukları ileri sürüldü.
Özetle, alınan bilgiler doğruysa, ABD ile İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırılarındaki performansları arasında ikinci lehine bir fark varmış gibi görünüyor. Bunun son derece teknik bir sebebi de var. O da şu: Amerikalılar Suriye topraklarına yönelik saldırılarını Akdeniz’deki savaş gemilerinden yönlendirdikleri “seyir füzeleri” ile yapıyorlar. İsrail ise çoğunlukla Lübnan hava sahasını kullanarak söz konusu hedeflere çok daha yakın bir mesafeden havadan karaya füze atıyor. Bilindiği gibi füzelerin seyir süresi ne kadar uzun ise bir hava savunma sisteminin bu füzelere karşılık vermek ve saldırıyı önlemek için çok daha geniş bir zamanı oluyor. Bir diğer deyişle, füzelerin seyir süresi kısaldıkça hava savunma sistemlerinin işi daha zorlaşıyor.
Bu durum aslına bakılırsa, ABD ve müttefiklerinin 14 Nisan tarihli füze saldırısı öncesinde de bilinmiyor değildi… Zaten, kimi uzmanlara bakılırsa, 14 Nisan tarihli saldırıda asıl amaç, Suriye’nin askeri kapasitesine mümkün en büyük zararı vermek değil, performans ve becerileri çok iyi bilinmeyen Rus yapımı Suriye Hava Savunma Sistemlerinin becerilerini görmek, ölçmek idi. Bu görülecek ve bundan sonraki saldırı stratejisi oradan elde edilen bilgiler ışığında alınan kararlarla yeniden kurgulanabilecekti.
Doğru mu? Bilmemiz zor tabii, ama neden olmasın!
Velhasıl, Rusya’nın arabuluculuk girişimleriyle önü alınmazsa İsrail’in askeri gücünün daha fazla görünür kılınacağı bir dönemin kapısı aralanmış gibi duruyor.
Şam Yönetimi, İran ve Rusya’nın desteğini de arkasına alarak Suriye’nin toprak bütünlüğünü garanti altına alacak askeri kazanımlarını diplomatik adımlarla pekiştirme ve ülkede muhaliflere daha fazla yer açacak yeni bir anayasa hazırlama çabası içinde olabilir.
Ancak karşısındaki ABD-İsrail kampının müttefikleriyle birlikte asli hedefi, Başar Esad’ın ülkenin tamamının kontrolünü ele geçirmesini engellemek, nihayetinde Şam’da bir kukla yönetim kurulmasını sağlayabilmek ve bir şekilde İran’ın bölgedeki etkisini sınırlamak.
Bu hedefe giden yolda ABD-İngiltere ve Fransa 14 Nisan sabahı giriştiklerine benzer bir hava saldırısı gerçekleştirmeyebilirler.
Ama Suriye ordusu Dera muhafazasının güney bölgelerine ve Kuneytra kentine doğru ilerledikçe, İran’ı ihtilafın içine doğrudan çekmeye ve dünyayı daha tehlikeli bir kapışmanın eşiğine getirmeye yönelik İsrail kaynaklı provokatif girişimler artacak gibi görünüyor.
Gerçi, 10 Mayıs tarihli son saldırının ardından, İsrail Savunma Bakanı Avigdor Lieberman, Suriye’deki İran altyapısının hemen hemen tamamen imha edildiğini söylemişti. Benzer şekilde, Amerikalılar da 14 Nisan tarihli saldırının ardından hedeflerine ulaşarak Şam yönetiminin kimyasal silah kapasitesini yok ettiklerini açıklamışlardı.
Umalım ki, Suriye’yi bombalamak için yeni gerekçeler icat edilmez ve bölge hızla barışın yeniden tesisine doğru yol almayı sürdürür. Ancak, ihtilafın bir tarafındaki belli başlı aktörler, özellikle de Lübnan hava sahasını ihlal etmeyi son haftalarda iyice alışkanlık haline getiren İsrail pek de bu yönde ilerleyecek gibi görünmüyor.
Benzer bir tehlike Suriye ordu birliklerinin Tenef’e yönelik olası bir harekâtı durumu için de geçerli. Böyle bir girişimle proksilerinin püskürtülmesine Amerikalılar pek müsamaha göstermeyecekler gibi duruyor.
Dolayısıyla, dünyanın kaygılı bir bekleyişle nefesini tutmak zorunda kalacağı yeni krizleri kapımızda bulursak, bunlar hiç de şaşırtıcı olmamalı.
twitter: @akdoganozkan