Eğer Rusların Suriye’ye gelişini savaşın ikinci perdesinin başlangıcı olarak yorumlayacaksak, şimdi üçüncü perdenin açıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz!
Aslında gelişmeleri şöyle yorumlamak da mümkün: Türkiye’nin uçak düşürme “hamlesi” birileri için iştah açıcı ya da ufuk açıcı bir nitelik arz etmiş olmalı ki, sıranın “ana yemeğe” gelmekte olduğunu fark eden bazı aktörler koşar adım soluğu Orta Doğu sofrasının en yakınındaki buluşma mekânlarında (İncirlik vd.) almaya hazırlanıyorlar. Seride önce ABD hükümetinin kara birlikleri gönderme kararı aldığını duyduk. Sonra Fransa Hava Kuvvetleri saldırılarında vites yükseltmeye başladı, donanmasını Doğu Akdeniz’e sürdü. Geçtiğimiz hafta da Britanya ve Almanya savaşa dahil olmaya karar verdi.
NATO’nun ağır abilerinin muhtemel hedefi; Suriye’de sonuca çok yaklaşan Rusya’yı yavaşlatmak ve NATO koordinasyonundaki kara birliklerini devreye sokarak, Suriye Ordusu petrol kuyularını IŞİD’in elinden geri almadan önce yetişmek! Ve petrolü kendi elleriyle “özgürleştirmek!” Ne de olsa petrol şirketleri Ortadoğu’daki bu savaşın da sponsoru.
NATO’nun sahne alma hazırlıklarıyla birlikte Rusya’nın “Birleşmiş Milletler himayesinde Suriye ve Irak’ta uluslararası bir koalisyon oluşturulması” önerisi tam anlamıyla çöp sepetini boylamış oluyor.
Zira, ABD’nin Avrupalı “müşkülpesent müttefikleri,” Suriye’nin belirli bölgelerini Rus ve İran nüfuzuna düşmekten bir “askeri koalisyon” kurtaracaksa, bunun yerel muhaliflerce başarılamayacağına, bunun ancak NATO tarafından yapılabileceğine ikna olmuş görünüyorlar.
Paris’in göbeğinde en az 130 vatandaşını kaybeden Fransa, bu konuda ikna olan ilk ülke olmuştu. İngiliz ve Alman hükümetleri için ise Paris’teki patlama kâfi gelmişe benziyor. İkna olmak için “terör saldırısı” sırasının kendi başkentlerine gelmesini beklemediler. İki ülke de konuyu önce Bakanlar Kurullarında görüştüler. Geçtiğimiz hafta da hazırladıkları plana parlamentolarından onay aldılar. Ve İncirlik’i NATO müttefiklerinin bir kez daha “ana kampı” haline getirecek adımı attılar.
Aslında NATO ile Rusya arasındaki ilişkiler Gürcistan ve Ukrayna krizleri ile Baltık Denizi’ndeki askeri hareketliliklerde gerilmişti. Ancak bütün bunlar ABD’nin müşkülpesent NATO müttefiklerinin Moskova’yı “eski güzel günlerdeki gibi” bir “düşman” olarak görmeleri için yeterli olmamıştı.
NATO Rusya’nın bölgeye gelişinden bu yana, Doğu Akdeniz ile Ortadoğu’da yeni bir güvenlik konseptine eskisinden çok daha fazla ve çok hızlı bir şekilde ihtiyaç duyuyordu. İttifak hayallerini diriltecek “hayat öpücüğünün” yarısını Rus uçağını düşüren Ankara’dan almıştı. Diğer yarısını da son derece sofistike füze savunma sistemleri S-400’leri bu hamlenin akabinde Lazkiye kentindeki Hmeymim hava üssüne konuşlandıran Rusya’dan aldı. Moskova, deyim yerindeyse, fili C3’e çekmişti. Kimsenin “çoban matı” ile oyun kazanmasına izin verilemezdi. Bölgede son aylarda Rusya ve Şam yönetimi lehine gelişen denge değişmeli, eksenler yerine oturmalıydı.
İşin ülke kamuoylarını ilgilendiren PR tarafını da anti-IŞİD argümanlarla, hele hele Paris Saldırısı akabinde yürütmek “leblebi/çekirdek” kolaylığında idi.
Dolayısıyla, şu anki durum hem NATO’yu Suriye ve Irak’taki ihtilafın içine çekmek isteyen Türkiye’nin, hem de uzun süredir ittifakın ağır abilerine “ekibi topluyoruz” mesajı göndermek üzere yanıp tutuşan üst düzey komutanların yüreklerinin yağlarını eritmiş olmalı.
Ancak tabii hafıza-ı beşer nisyan ile mâlûl. Britanya hükümetinin, IŞİD ile savaşmak üzere parlamentodan bölgeye asker gönderme onayı almasının akabinde, Dışişleri Bakanı Philip Hammond’ın “Britanya bu akşam daha güvenli” deyişini hiç unutamayacağım.
Umarım kendisi de unutmaz. Ama hafızasının çok kuvvetli olmadığı da ortada. Britanya hükümeti 1991 Körfez Savaşı için Irak’a asker göndermek üzere parlamentodan onay aldığında, dönemin Dışişleri Bakanı Douglas Hurd, Hammond’dan daha da ileriye gitmiş ve “dünyanın daha güvenli bir yer hale geleceğini” söylemişti.
Sahi, biz bu pilavı daha önce de yememiş miydik?
Ama işte sonuçta pilav bu sofranın garnitürü idi. Aslolan o sofraya oturmak ve “ana yemek” kabilinden bir işlev görecek petrol kuyuları meselesini “tatlıya bağlamaktı!”
O yüzden de Ortadoğu’da gevşek bir konfederasyon görüntüsü veren, ABD öncülüğündeki şu anki etkisiz “uluslararası koalisyon” yerini NATO’ya bırakmalıydı. Rusya’nın Suriye’de başarmak istediği şeyi başarmasının önüne geçilmeli, petrol kuyularının başında “birinç” olunmalıydı.
NATO harekete geçmede çok gecikmedi ve 2 Aralık günü Brüksel’de toplandı. İttifak, Rusya’nın bölgede artan askeri varlığına karşı neler yapabileceğine bakarak yeni bir “güney stratejisi” belirlemeye çalıştı. Ortadoğu’da nerelere asker konuşlandırabileceğine, nerelerdeki varlığını kalıcı bir biçimde takviye edeceğine baktı. Türkiye’yi “bölgesel istikrarın güney cephesi” olarak gördüğünü ilan ederek bölgedeki donanma ve füze savunma gücünü artıracağını ilan etti.
NATO uzun süreden bu yana ilk “kükremesini”de bu vesileyle o toplantılarda eda etti ve eski Yugoslavya'dan ayrılan Karadağ’a NATO'nun 29'uncu üyesi olması için davet gönderme kararı aldı. Bu, Rusya’ya “arkanı kolla” mesajı vermek demekti. Biliyorduk ki, Karadağ daveti kabul ederek NATO'ya üye olursa, Rusya muhtemelen Türkiye ile yaptığını burada da uygular ve bu ülkeyle tüm ortak yatırımlarına ve projelerine son verirdi.
“Soğuk Savaş 2.0”a hızlı adımlarla ilerleniyordu.
Aktörlerin önemli bir kısmının IŞİD’in hayaletinin arkasına saklandığı ve bu nedenle anlamlandırması pek de kolay olmayan bu satranç oyununda 4 Aralık cuma günü bir başka hamle geldi. O akşam saatlerinde Taha Akyol CNN Türk’teki “Eğrisi Doğrusu” programında bize, “Musul’da Türk askeri” müjdesini (!) verdi. ABD bir başka petrol kuyusu yakınlarındaki bu önemli gelişmeyi “bir koalisyon aktivitesi değil” diye niteleyince, akıllara “yoksa bu da bir ‘NATO’ faaliyeti olarak mı deftere kaydediliyor” sorusu geldi. Sonra birileri bunun “rutin bir nöbet değişimi” olduğunu söyledi. Musul Haziran 2014 tarihinde IŞİD’in denetimine geçince sürgüne kaçan eski vali Esil Nuceyfi’ye bağlı Sünni aşiretler, bir süredir Türkiye tarafından eğitiliyordu. Ama topu topu 3 bin kişilik aşirete eğitmen (!) sayısı yeterli gelmemiş olacak ki, şimdi de sayının 2 bini aşacağı söyleniyordu.
Dünyanın bu bölgesinde birileri yapıp ettiklerini “rutin” sıfatıyla nitelendirmeye başlıyorsa, orada gelişmelerin pek hayra alamet ilerlemeyeceği bilinir.
Hele ki o “rutin” işin içinde bir de Putin varsa!
Yezidi’sinden Yahudi’sine farklı din ve mezheplerin bir arada yaşayabildiği Musul’da Şiiler ve Süryaniler IŞİD işgali ile kentten göçe mecbur bırakılmıştı. Ve Irak Suriye’den sonra topraklarına Rus askerlerini davet etmeye hazırlanan ikinci ülke olmaya hazırlanıyordu.
O zaman “olaylar” gelişebilir, bu gelişme sırasında birileri de “caydırıcılığını tazelemek” isteyebilirdi.
Suriye ve Irak coğrafyasındaki savaşta üçüncü perde, galiba NATO’nun en yüksek rütbeli ikinci komutanı General Adrian Bradshaw, geçtiğimiz günlerde ittifakın “caydırıcılığını tazelemesi” gerektiğinden bahsettiğinde açıldı.
“Peki ya demokrasi, hürriyetler? Hani Suriye’ye demokrasi gelmeyecek miydi” diye soran kalmış mıdır, bilmiyorum. Ama onlara da belki şunu söylemek lazım:
NATO için bir tane temel hürriyet vardır: seyir hürriyeti!
General Adrian Bradshaw, söz konusu konuşmasında “Akdeniz’de seyir hürriyeti (freedom of navigation) NATO için hayati öneme sahiptir” derken de zaten bunu kastediyordu.
Özetle... Suriye Savaşı’nda üçüncü perde açılmış bulunuyor! Açılın, hürriyet geliyor, “caydırıcılılığını tazeleyecek” güçlerin “seyir hürriyeti!”
twitter: @akdoganozkan