Wall Street Journal gazetesi, bundan yaklaşık 9 ay kadar önce, Amerikan yönetiminin "Araplarla İsrail’i, İran’a karşı aynı safta savaştırabilir miyiz?" hesabıyla Mart ayında gizli toplantılar yaptığını yazıyordu. Hatırlamayanlar olması gayet doğaldır, denildiğine göre, Amerikalılar Suudi Arabistan, Katar, Ürdün, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn gibi Arap ülkelerinin üst düzey askeri yetkililerini İsrailli askeri yetkililerle 2022 yılı haziran ayında Mısır’ın Şarm el Şeyh bölgesinde gizli bir toplantıda bir araya getirmişti. Gazetenin yazdığına bakılırsa, ABD’nin amacı, İran’ın füze ve insansız hava araçları kapasitesindeki genişlemenin oluşturduğu "tehdide" karşı izleyebilecekleri "ortak" mücadele biçimlerini tartışıp belirlemek, bildirim prosedürlerini netleştirebilmek idi. Bu arada, İsrail’in, İran'dan gelecek füze tehditlerine karşı erken uyarı sağlayacak radar sistemlerini BAE ve Bahreyn'de kurduğunu daha önce öğrenmiştik zaten. Hatta, İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz, ülkesinin ABD liderliğinde "Ortadoğu Hava Savunma İttifakı" kurmakta olduğunu söylüyordu. İsrail, 2020'de anlaşma imzaladığı Körfez monarşileri Bahreyn ve BAE ile ekonomik, ticari ve askeri alanda son dönemde birçok iş birliğine de imza atmıştı. Meselenin ABD Kongresi’ne intikal etmiş bir yönü olduğu da söyleniyordu. Wall Street Journal gazetesi, yine ABD Kongresinin demokrat ve cumhuriyetçi üyelerinin, "İsrail ve bazı Arap ülkelerinin İran tehditlerine karşı savunmalarını entegre etmeleri" yönünde bir yasa teklifi sunduğunu yazmıştı. Gelişmeler, ABD’nin Orta Doğu’da Arap NATO’su benzeri bir yapılanma oluşturma planladığı izlenimi veriyordu. Nitekim eski Başkan Donald Trump bu ittifakı 2020'de düzenlediği bir basın toplantısında, "NATOME" (Orta Doğu NATO’su) kısaltmasıyla kamuoyuna duyurmuştu.
Kısacası, Amerikan yönetimi, “Arapları İran'a karşı İsrail’in yanında aynı safta savaştırabilmeyi” mümkün kılmak peşindeydi. Ve Orta Doğu adım adım bu yönde savaş planlarına hazırlanıyordu. Tabii planların merkezinde ABD’nin Rusya ve Çin’e karşı mücadelesinde de önemli roller üstlendirmeye çalıştığı Suudi Arabistan vardı.
Ancak Riyad yönetimi "bozgunculuk" yaparak Washington’un Arapları İran’a karşı İsrail ile aynı safta mücadeleye yöneltme planlarını çok ciddi bir sekteye uğradı! Aslında planı bozan, bölgeye Çin’in ilk kez olarak gerçekleştirdiği barışçıl, diplomatik müdahalesi olmuştu. İran ile Suudi Arabistan son 7 yılda yaşanan gerginliklerinin ardından Çinli yetkililerin aracılığıyla 6 Mart’ta Pekin’de oturdukları müzakerelerden 10 Mart tarihinde ilişkileri normalleştirme kararı alarak kalkmışlardı. İki ülke üst düzey güvenlik yetkililerinin Tahran- Riyad ilişkilerini normalleştirecek bir anlaşmaya varmış olmaları Washington’un planlarının tutmadığının en net göstergesi oldu. Amerika’nın önde gelen gazetelerinin, "Bu anlaşma ABD’ye meydan okuma," "Çin, Orta Doğu diplomasisine el attı" gibi başlıklar atarak okurlarına aktardıkları gelişmenin güzel bir özetini, Foreign Policy dergisi yazarı, uluslararası ilişkiler profesörü Stephen M. Walt şu sözlerle yapıyordu:
"Barış planı çok önemli ve Çin'in arabuluculuk yapması tesadüf değil."
Şimdi ortada, İran – Suudi Arabistan arasındaki bu çok kıymetli yumuşamanın Washington için "bir uyandırma çağrısı" olduğuna işaret ettiğini düşünen Amerikalılar olduğu gibi, bunun İsrail’deki Netanyahu hükümetinin dış politikadaki başarısızlığı anlamına geldiğine inanan İsrailliler de var.
Gelişmenin Çin ile ilgili boyutu çok önemli ve başlı başına ayrı bir yazı konusu olmayı hak ediyor. Dolayısıyla onu başka bir değerlendirmeye bırakarak konunun Türkiye ile ilgili boyutuna dair atlanmaması gereken bir hususa dikkati çekelim şimdi. Aslına bakarsanız, bu boyuta özellikle Suriye konusundaki isabetli analiz ve yorumlardan da tanıdığımız Amerikalı Orta Doğu uzmanı Joshua Landis dikkati çekti. Oklahoma Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Merkezi ile İran ve Basra Körfezi Çalışmaları için Ferzani Aile Merkezi’nin yöneticiliğini de yapan Joshua Landis’e göre, Riyad yönetimini Washington’un iradesine karşı kürek çekme konusunda cesaretlendiren, dış politikadaki kimi adımlarıyla Türkiye oldu. Landis’in sosyal medya hesabından konuya dair yaptığı değerlendirme şöyle:
"Türkiye her iki Büyük Güç karşısında ortadan oynama bilgeliğini gösterdi. Suudiler bundan ders çıkardı. Bu, [1953-1959 ABD Dışişleri Bakanı John Foster] Dulles'ın ‘ya bizimlesin ya da bize karşısın’ dediği ve bağlantısızların ezildiği Soğuk Savaş değil. Büyük Güçlerin bacakları arasında koşmak artık karlı."
Landis’e göre, "Türkiye gayet iyi gidiyor, Suriye ve Irak'ta ABD'ye karşı geri adım atıyor, tavizler için Yunanistan ve NATO'ya karşı baskı yapıyor. Ermenistan'a karşı Azerbaycan'a yardım ediyor. Hem Rusya hem de ABD Erdoğan'a hep kur yapıyor. Türkiye'nin kendi silah endüstrisi patlama yaşıyor. Türkiye Rusya’ya yatırım yapıyor."
Bu arada, Suudi Arabistan’ın Türkiye’nin ardından Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi almayı arzuladığı yönünde haberler de çıkmış, konunun Kral Selman’ın Moskova ziyaretinde dile getirildiği ifade edilmişti.
Ancak Riyad yönetiminin bu konuda Amerikalıların muhalefetini aşmakta zorlandığı görülmüş ve nihayet bir buçuk yıl kadar önce Suudi Arabistan’ın tercihini Rus yapımı S-400’ler yerine Amerikan yapımı "Terminal High Altitude Area Defense" (THAAD) sisteminden yana kullandığı, bizzat Ruslar tarafından dile getirilmişti. Yine de Suudiler, sistemlerin bazı parçalarının üretimini Amerikalılarla birlikte yapma şartlarını Washington’a kabul ettirebilmişlerdi.
Suudilerin tercihlerini ABD’den yana koymalarının ardında, gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın cinayet emrinin bizzat Veliaht Prens Muhammed bin Selman tarafından verildiğine yönelik Amerikan istihbaratının görüş bildirmesinin ardından Washington’un Riyad’a karşı şantaj yapar bir tutum içine girmesinin etkisi de olmuş olabilir. (Bu konuyu, bu köşedeki "Bir ticaret savaşının piyonu olarak Kaşıkçı vakası" ile"Riyad’a saray darbesi mi tezgahlanıyor" başlıklı yazılarımızda ayrıntılı olarak ele almıştık.) Ancak özellikle petrol fiyatlarını Washington’un talimatlarıyla Rusya ekonomisini sözde göçertmek için oynatmak durumunda kalan ve ekonomisi uçurumun eşiğinden dönen Riyad’ın dış politikasına denge kabiliyeti getirme çabasında mesafe alması çok önemli.