Ukrayna üzerinde çalınan “savaş tamtamları” temposunu artırıyor. Savaş için bir tür geri sayımın işletilmeye başladığı anlamına da gelen bu tamtamların gürültüsü son günlerde öyle boyutlara ulaştı ki, Avrupa’nın dibinde çok ilginç gelişmelere tanık olmaya başladık. Örneğin, Portekiz’den kalkarak Kiev’e gitmekte olan SkyUp Havayolları'na ait bir yolcu uçağı, Ukrayna topraklarına yaklaşmadan, “savaş çıkacak galiba, lütfen anlayışla karşılayın” anonsu eşliğinde yolcularını Moldova başkenti Kişinyev’e indiriyor. Hollanda’nın KLM Havayolları Kiev uçuşlarını askıya alıyor. Ukraynalı bir milletvekili, (Oleksiy Goncharenko), Air France’ın da KLM’i takip edeceğini, ayrıca ülke üzerindeki hava trafiğinin 14 Şubat Pazartesi günü Kiev saatiyle 16.00’dan geçerli olmak üzere sivil uçuşlara kapatılacağını ileri sürüyor. Bir İngiliz sigorta şirketinin Ukrayna hava sahasında bulunacak sivil uçakların sigortasını pazartesiden başlayarak sonlandıracaklarını açıklayan bir duyuru gönderdiği bilgisi paylaşılıyor. Bir başka milletvekili (Vadim Rabinoviç), Ukrayna’nın topraklarını Rus vatandaşlarına kapattığını duyuruyor. Bir başka kaynak, Rusların yanına Belarus vatandaşlarını da ilave ediyor. Avro Bölgesinin regülasyonundan sorumlu Avrupa Merkez Bankası (ECB), “Ruslar siber saldırı ile finansal kurumlarımızı vurabilir, aman dikkat” diyerek bankaları uyarıyor.
Amerikalılar Ukrayna’nın doğusunda Ukrayna askerleri ile Donetsk Halk Cumhuriyeti arasındaki ateşkesi gözlemlemekle görevli Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) bünyesinde görev yapan Amerikan vatandaşlarını Ukrayna’nın doğusundan tahliye etmeye başlıyor. Beyaz Saray, istihbarat teşkilatları ve İç Güvenlik Bakanlığı yöneticilerini toplayarak, Rusya’dan gelmesini bekledikleri siber saldırı dalgasına karşı Amerikan şirketleriyle koordinasyon içinde nasıl mücadele edeceklerini tartışıyorlar.
Tabii bütün bu hengâmenin arkasında, Amerikan istihbarat kaynaklarının, medya kuruluşlarını “Ruslar 16 Şubat günü Ukrayna’yı işgale kalkışabilir” tarzı enformasyona boğmuş olmaları yatıyor. Aslında post-truth çağında olmasak, pekâlâ trajik bir nitelik atfedilecek, yukarıda saydığım gelişmeler, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’nin “birilerinin elinde Rusların 16 Şubat’ta saldıracağına dair yüzde 100 bir istihbarat varsa, lütfen bize iletsin” şeklindeki demeciyle ve bir danışmanının “hava trafiğini kapatmak için bir sebep görmüyoruz,” şeklindeki açıklamasıyla istikametini komediye doğru çark ettiriyor.
Bu gelişmeler yaşanırken, “Rusya’nın Ukrayna’yı işgali an meselesi,” şeklinde ifadelerin basına yansıdığı, sonradan geri adım atılan Beyaz Saray’dan göz yaşartıcı fedakarlıkta bir adım geliyor: ABD Başkanı Joe Biden, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile pazartesi yapılması planlanan telefon görüşmesini cumartesiye çekiyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron, “Ben de bir görüşeyim Putin ile cumartesi günü” diyor.
Ukrayna krizine bir çözüm bulunabilmesi amacıyla cumartesi akşamı bu iki liderle ayrı ayrı telefon görüşmeleri yapan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ise, ihtilafın çözümünde adres olarak bir kez daha Minsk Anlaşmalarını işaret etmiş görünüyor.
Macron ile Putin arasında gerçekleşen ve 1 saat 40 dakika sürdüğü belirtilen görüşme sonrası Paris’ten yapılan açıklamalar, “Moskova’nın Ukrayna’ya yönelik bir saldırı hazırlığı içinde olmadığının” altını çizen doğrultuda olurken, Washington’dan 1 saate yakın süren Biden-Putin görüşmesi akabinde sızan haberler, “Rus saldırısının belirsizliğini koruduğu” ama “olası bir işgalin sert maliyetleri” konusunda Putin’in uyarıldığı şeklinde oluyor.
Aslında, Biden’ın ABD’nin (Uzak Doğu ve Çin ile ilişkilerini hariç tutarsak) dış politikadaki odağını Orta Doğu’dan alıp Avrupa’ya ve Kuzey Atlantik Paktı üyesi ülkelerin Rusya ile ilişkilerine taşıyacağı göreve gelirken biliniyordu. Biden’ın uluslararası alanda en büyük hedeflerinin belki de başında, Avrupa’yı önce Rusya’dan sonra da Çin’den tamamen kopartmak geliyor. Washington, küresel ölçekteki hegemonik konumunu sürdürebilmek için iki büyük hasmının ticaretini baltalamak zorunda olduğunu hissediyor. Ukrayna bu hedefe giden yolda kullanışlı bir mihenk taşı. ABD, geçen ekim ayının sonlarından bu yana “Rusya Ukrayna’yı işgal edecek” yaygarasının arkasına saklanarak -ve Ukrayna liderlerinin “bizim bu yönde bir istihbaratımız yok” yollu beyanlarına rağmen- Ukrayna Ordusunu ve bu ülkedeki Neo-Nazi grupları sürekli bir biçimde silahlandırıyor, eğitiyor.
Son olarak da, Beyaz Saray’dan “Ukrayna’nın Rus işgali an meselesi,” şeklinde sesler duyulması, planlanan senaryoda yeni bir aşamaya gelindiğinin en önemli göstergesi oldu. Zira akabinde Amerikan elçilik personelinin önemli bölümüne yönelik tahliye kararı alındı. Alman Der Spiegel dergisi Amerikan istihbarat kaynaklarına dayanarak, “Ruslar 16 Şubat’ta saldıracak” haberi geçti, evvelki cuma “Rusya Ukrayna’yı işgal etti” haberi geçen, sonra da “aa yanlış yaptık” diye düzelten Bloomberg ise bu sefer “harekat [15 Şubat] Salı günü start alabilir” şeklinde bir habere yer verdi. Başka Amerikan kaynakları, işgal “Beijing Olimpiyatlarının bittiği 20 Şubat’tan önce başlayabilir” buyurdu. Bütün bunlar savaş tamtamlarının sesinin yükselmesine sebep oldu.
Şaşırtıcı ama, Batı’da, “Böyle bir istihbarat bizde yok, sizde varsa bize iletsin” diyen Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’yi “azıcık adam ol, ya” havası içinde yetersiz bulan analistler dahi var.
Yetersiz ya da değil, Kiev’deki “Verkhovna Rada” olarak bilinen Ukrayna Parlamentosu tarihi sorumluluğu giderek ağırlaşan günlerden geçiyor. Rada, ya Ukrayna toplumuna “cesaret iğnesi” yapma çabasındaki ABD, İngiltere ve NATO’nun bir tür “damaryolu” olarak işlev görmeyi sürdürecek ve Donbas bölgesindeki birliklere Donetsk Halk Cumhuriyeti’ne karşı sert -ve provakatif- bir saldırıda bulunmaları emrini verecek. Ya da böyle bir rolü oynamayı reddederek ve Rusya ile savaşın kendi iradesi dışında -Amerikan ve İngiliz paralı askerlerinin de içinde yer aldığı - bir oldubittiyle dahi gerçekleşmesinin önüne geçecek önlemler alma yoluna gidecek. Ateşkesi gözleme misyonu için Ukrayna’nın doğusunda bulunan AGİT gözlemci misyonu temsilcilerinin Amerikalılardan başlayarak teker teker bölgeden ayrıldığı şu günlerde, olası bir Ukrayna tarafı provokasyonunu gözlemleyebilecek, bunu teyit edebilecek tanık da kalmıyor ortalıkta. Dolayısıyla, Ukrayna yönetimi için riskler daha da kontrol edilemez hale geliyor. Umalım ki, Ukrayna yönetimi bugün farkında olsun. Ancak Zelenski’nin Rusya’nın temel talebinin hala farkında değilmiş gibi ve gelişmelerin yönüne tayin edebilirmiş gibi Rusya’ya yönelik “önleyici yaptırımlar” peşinden koşması pek ümit vermiyor bu yolda bize.
Amerikalılar -artık çok belli- istiyorlar ki, ortam iyice ısınsın, “aha bak, saldıracak sana, atıl çabuk, tut!” desinler Ukrayna’ya, onlar da yapılan enjeksiyonun da etkisiyle ülkenin doğusundaki ihtilafı zor kullanarak çözme yolunda iyice “cesaretlendirilmiş” olsun ve -daha önce bir kez kaç denedikleri üzere- Donetsk’e şiddetli yumruklar atmaya başlasınlar. Başlasınlar ki, bu şekilde Moskova’nın kırmızı çizgileri aşılsın, Ruslar Ukrayna topraklarına çekilsin!
Çekilsin ki, Putin Avrupa topraklarında tankıyla tüfeğiyle Batı’nın sert yaptırımlar batağına saplansın. Sadece ABD’nin değil Avrupa’nın da Rusya’ya yönelik güçlü yaptırımlara yönelmesinin yolu açılsın. Hatta ticari bağlar önemli ölçüde zayıflatılsın, kopartılsın. Kuzey Akım 2 doğal gaz boru hattı asla faal hale geçemesin. Almanlar “akıllı olsun!” O konu ilelebet kapansın. Rusya’nın SWIFT sisteminden dışlanma fırsatı doğsun. Bu arada, dünya kıtaları tutuşturacak bir sıcak çatışmaya değilse bile, yeni ve derin bir Soğuk Savaş’a doğru hızla çekilsin.
Son olarak Polonya’ya 3 bin yeni asker daha kaydıracağını açıklayan ABD Avrupa’yı daha fazla askere boğsun. NATO, asıl şimdi “raison d'être”sine kavuşsun. 2024’e kadar NATO bütçesine yaptıkları katkıyı gayri safi yurtiçi hasılalarının yüzde 2’sine çıkarma sözü veren ittifak üyelerinin askeri bütçelerinde çıta daha da yukarıya konsun. Topraklarında 25 bin Amerikan askeri barındıran Almanya’nın olası bir ters yönde iradesi “ekonomik bedeli ne kadar yüksek olursa olsun ödeme hazırız” diye düşünen -Yeşillerin tarihi önemdeki yeşil ışığının (!) da katkısıyla- iyice teslim alınsın.
ABD’nin bu yolda en büyük destekçisi, Avrupa’daki stratejik ortağı Birleşik Krallık, kuşkusuz. Zamanında Tony Blair’in George Bush’a vermiş olduğu türden adeta koşulsuz ve kör bir destek var Washington’un iradesine, Londra’da. Gerçi Moskova bir Bağdat değil, ama heyhat bu kimin umurunda! İngilizler, 22 yıllık Dışişleri Bakanlığının öncesinde 10 yıl da BM Güvenlik Konseyi Daimî Temsilciği yapmış, otuz küsur yıllık dış politika deneyimine sahip Sergey Lavrov’un karşısına 5 aylık Dışişleri tecrübesi olan Bakan Liz Truss’ı çıkarmayı, gaf üstüne gaf yaptırmayı bile umursuyor görünmüyorlar. Malum, Truss, geçen hafta mevkidaşıyla Moskova’da yaptığı görüşmede, Rus askerlerinin bulundukları Rus topraklarından çekilmesini (!) istedi. Sonra döndü, Baltık ülkelerine Karadeniz (!) üzerinden yardım yapmakta olduklarını söyleyecek kadar Avrupa coğrafyasından bihaber olduğunu gösterdi. O da yetmedi, ihtilafa konu olan Donetsk ve Luhansk bölgelerinin adlarını Rusya’nın güneybatısındaki iki Rus şehriyle karıştırarak, “Birleşik Krallık, Rusya’nın Rostov ve Voronez gibi [Rus] şehirler[i] üzerindeki egemenliğini hiçbir zaman tanımayacaktır,” benzeri korkunç bir laf etti. Sonuçta ezcümle alay konusu oldu. Rusya’nın Dışişleri Sözcüsü Maria Zakhorova bu gafları affetmedi ve Facebook’ta sayfasında “ille de birileri bir şeylerden kurtarılacaksa, dünya, Anglosakson siyasetçilerin aptallığı ve cehaletinden kurtarılmalı” gibi bir cümle kaleme aldı.
İngilizlerin siyaset sahnesindeki son durumları böyle. Dolayısıyla Ukrayna’da bir savaştan kaçınma çabalarını sürdürme bahsinde Avrupa’da potansiyel olarak geriye sadece Almanlar ile Fransızlar kalıyor. Bu iki ülke Kiev’i Minsk anlaşmalarına sadık kalmaya ikna edemezlerse, biliyorlar ki, olası bir çatışma halinde bundan ekonomik olarak kendileri de zararlı çıkacak. Fransa Başbakanı Emanuel Macron ile Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un bir savaşı önleme yolunda belirli ölçülerde de olsa çaba göstermeleri bundan.
Bu yüzden, ABD ve NATO, Paris ile Berlin’e “Ukrayna’yı silahlandırmamız konusunda siz de katkı sunun” dediklerinde, Fransa “silah yardımının bölgedeki gerilimi tırmandırmasını istemediğini” dile getiriyor, Almanya da Ukrayna’ya 5 bin miğfer göndermekle yetiniyor. Yine bu yüzden Macron, Moskova’ya gidiyor ve Putin ile beş saati aşkın bir görüşme yapıyor. Ve yine bu yüzden Scholz bugün (14 Şubat Pazartesi) Kiev’e gidip Zelenkski ile görüşmeyi, yarın (15 Şubat Salı) da Moskova’ya geçerek Ukrayna başkentinden bir gün önce aldığı mesaj ve sinyalleri Putin’e iletmeyi planlıyor.
Eğer Scholz, Zelenski’den bugün bazı sağlam güvenceler almayı başarıp bunları Putin’e taşıyarak bazı hususların da kendisi garantörü olmayı seçerse, savaş tamtamları susabilecek, Avrupa rahat bir nefes alacak. ABD’nin “tamtam istihbaratını” bu girişimler öncesinde Alman “der Spiegel” üzerinden piyasaya sürmeye çalışması ve Berlin’in çabasını akamete uğratma gayreti de bu yüzden zaten.
Rusya ve Doğu Avrupa tarihi alanında uzman, Alman tarihçi Tarık Cyril Amar, geçenlerde kaleme aldığı konuyla ilgili bir yazısında, Ukrayna’da barışa giden tek yolun, altına 12 Şubat 2015 tarihinde Ukrayna hükûmetinin de imza attığı Minsk II Anlaşması’nın uygulanmasından geçtiğini yazıyordu. Aynı fikirdeyim. Şu günlerde Koç Üniversitesi’nde görev yapan Amar’a göre, Ukrayna herhangi bir “yörüngenin” içinde değil de o “yörüngeler” arasında kalırsa, daha zengin ve huzurlu bir gelecek perspektifi yakalayabilir. Galiba Amar bu konuda da haklı. Aslında Ukrayna meselesine bakıldığında, gerilim kaynağı olan tüm sorunları tek bir paket ile çözmeyi ummak hata muhtemelen. Fakat -Kırım meselesi dışarda tutulduğunda da- temel sorunun Ukrayna’nın jeopolitik yöneliminde düğümlendiği görülüyor. Bu bahiste, kanımca Washington, Ukrayna’nın tarafsız kalmasını/kalabilmesini dünyanın sonu olarak görmeyi bırakmalı. Barışa giden yolda fark yaratacak yaklaşım ancak böyle yakalanabilir.
Lakin Afganistan gibi (2001-2021 arasındaki işgalin de katkısıyla bizzat Washington tarafından) yoksullaştırılmış bir ülkenin New York'taki Federal Rezerv’de bulunan 7 milyar dolarını gasp etmiş ve geçen günlerde bu paranın yarısının ABD’deki 11 Eylül 2001 kurbanlarının tazminat bekleyen ailelerine verilmesine karar verme utancına imza atmış bir Beyaz Saray yönetimi ile, bu “demokrat” (!) Biden ile böyle bir yaklaşım ne kadar mümkün, bilemiyorum.