Olan bitenin farkındasınız, değil mi? Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlık görevine geldiği 2014 Ağustos’undan bu yana AKP aktif ama adı konulmamış bir genel seçim kampanyası yürütüyor. Söz konusu kampanya, siyasi ve iktisadi cephelerden ziyade kültürel fikir ayrılıklarının belirlediği bir fay hattı üzerinden gerçekleşiyor.
AKP bazen kendi seçmeninin kimlik ve hassasiyetlerini hasmıyla tartıştırmayı ve seçimlere -daha önce olduğu gibi- bu gerilim üzerinden oy devşirerek girmesini sağlayıcı gündemler üretiyor. Kendi inisiyatifi dışında gelişen olaylar ve gündemler karşısında da, konuyu kendi seçmeninin kimlik ve değerleri üzerinden konuşturacak öteleme ve çarpıtmalara giderek safları sıklaştıracak ihtilaflar çıkarıyor. Bu şekilde seçmenini her daim diri tutmaya çalışıyor. Zaten AKP bu konuda mahir olduğunu geçmiş yıllarda epeyce göstermiş bir parti.
Ana muhalefet partisinin müdafilerine gelince. Onlar karşılarında siyasi ve iktisadi hücum cephelerinden açılmış, seçimlere yönelik bir “topçu ateşi” görmediği için, atılan “kültürel” salvolara “refleks” ile karşılık vermekle yetiniyor, stratejik düşünme ihtiyacı duymuyor.
İktidar partisinin gerilimini cepheye taşımak üzere çıkarttığı tartışmalardan bazıları şöyle:
AKP’nin söz konusu seçim kampanyası kapsamında “ateşlediği” son gündem maddesi, Çanakkale Savaşları’nın 100. yıldönümünü (25 Nisan) Osmanlı Ermenilerine yönelik tehcir kararının verildiği 24 Nisan gününe almak ve Ermenistan Devlet Başkanı Sarkisyan’ı da bu törenler için Türkiye’ye davet etmek oldu.
25 Nisan’ı bir gün öne çeken AKP, bu buluşuyla (!) tehcirin ve kıyımın 100. yılında Ermeni tezlerine karşı müdafaa hatlarını getirip Seddülbahir ve Arıburnu’na çekmiş oldu.
Belli ki bu yıl 24 Nisan, “7 düvele karşı durma”, “şehadet” ve “milli mücadele” eksenleri üzerinden yürüyecek belagatle yüklü geçecek. Şimdi isteyenler buyursun Ermeni kıyımının 100. yıldönümünde, yani 24 Nisan’da inkârcıları utandıracak aktivitelere yeltensin. Bu yöndeki çabalar belli ki artık karşısında AKP seçmen saflarını bulacak. Dahice olmasa da kurnazca!
Bu memlekette 7 Haziran 2015 Genel Seçimlerine kadar daha kaşınacak çok kültürel ihtilaf hattı, gerilim üretme imkânı var ama Cumhurbaşkanı’nın 24 Nisan salvosunu genel seçimlerin 26 Nisan’a çekilmesi takip ederse hiç şaşırmamak lazım. Seçimleri öne almaya yönelik böyle bir hamle AKP’ye “Şam’da kayısı” (!) olmasa da “Anafartalar’da kaymaklı ekmek kadayıfı” gibi gelecektir.
AKP’nin bu yazıda söz ettiğim seçim stratejisi bana ABD’nin Başkan George W. Bush döneminde devreye soktuğu ve “preemptive strike” (engelleyici vuruş) şeklinde anılan savunma (hücum) doktrinini anımsatıyor. Yani hasmından sana yönelik herhangi bir tehdit, atak ya da hamle gelmeden, şaşırtıcı bir biçimde, sanki gelecekmiş gibi davranıp “düşman hedefleri” vurmak ya da paralize etmek.
İktidar partisinin bu tutumuna mukabil ana muhalefet partisinin, gündem ve siyaset üretme konusunda “proaktif” bir yaklaşım içinde olduğunu söylemek pek mümkün değil. Ülkede beliren olaylar ve AKP’nin inisiyatifi elinde tutan hamleleri karşısında CHP’den reflekslerinin ötesine geçen bir stratejik yaklaşım şu aşamada göremiyoruz. Böyle olunca da CHP askeri terminolojiyle, “hattı müdafaa” uygular bir görüntü veriyor. O müdafaaya son şeklini vermek üzere de resmi kampanya döneminin başlamasını bekliyor sanki. Oysa 2015 genel seçimlerinin kampanya startı yeni hükümetin kurulduğu 29 Ağustos 2014’te verildi. Yine de 30 Mart ve 15 Ağustos seçimlerini kaybederek 2-0 geriye düşen CHP, sanki oyun böyle sonuçlanırsa maç uzatmaya gidecekmiş gibi bir yaklaşım içinde top çeviriyor.
Oysa doğrusu, muhalefetin sürekli oyun kurup mücadeleyi karşı kaleye yıkması, hatta kalecisine bile karşı kale önünde gol aratacak bir “toplu hücum” anlayış benimsemesi olurdu. Zira bu maçın uzatması falan yok.
Türkiye tarihinin en önemli genel seçimlerinden birine belki de en berbat seçim kampanyalarından biri ile ilerliyor. Bu, aynı zamanda en adaletsiz seçim kampanyalarından da biri. Bunun bir nedeni de, ne AKP’nin, ne CHP’nin, ne MHP’nin ne de HDP’nin seçim barajının düşürülmesine yönelik ısrarlı bir çaba içine girmesi. Yüzde 10’luk barajın düşürülerek temsilde adaletin sağlanması istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvuran partiler arasında bunlardan hiçbiri yok; sadece Demokratik Sol Parti (DSP), Büyük Birlik Partisi (BBP) ve Saadet Partisi (SP) var.
Birilerinin neden başvurmadığı belli. Birilerinin de neden başvurduğu. Türkiye bildik, tanıdık ve on yıllardır değiştiremediği dinamikleriyle bilinmedik geleceğine doğru hızla ilerliyor. Eğer muhalefet bu seçimin sonucunu kendi lehine çevirecek araç ve söylemleri geliştirmez, yeni “oyunlar kurmaz” ise, duvarlarında silahların asılı olduğu bu yay gibi gerilmiş ülkede genel seçimleri takiben nelerle karşılaşacağımızı bilemeyeceğimiz yeni bir sahne açılacak önümüzde. Ve Çehov’un piyeslerinden biliyoruz ki, birinci sahnede duvarda bir silah varsa, ilerleyen sahnelerde o silah patlar!
twitter: @akdoganozkan