IŞİD (ya da DAEŞ), nefretin bir savaş örgütünde sıva malzemesi olarak görev yaptığı, ama en çok da o sıvanın üreticilerinin işine yaramış en belirgin tarihi vakalardan birinin adıdır. Söz konusu nefretin tohumları 1991 ve 2003 yıllarındaki Körfez savaşlarında atılmıştı. Bu tohumun ilk filizlerini görenlerden de biri de, 2008 yılında Iraklı esirlerin bir arada tutulduğu bir toplama kampını ziyaret eden bir Amerikan subayı oldu. Mitchell Grey adını taşıyan bu Amerikalı, Oklahoma Ulusal Muhafızları’na bağlı 45. Piyade Tugayı’nda görev yapan bir askerdi. O tarihte 48 yaşında olan Grey, Amerikalılar tarafından Irak’ın Kuveyt sınırına yakın Um Kasr şehrinde kurulan Bucca Esir Kampı’ndaki tutukluların gözlerinde gördüğü nefreti iki yıl kadar önce New York Post’a bakın nasıl tanımlıyordu:
“Bu tutukluların yüzlerinde gördüğünüz nefreti Amerikalıların yüzlerinde asla göremezdiniz. Yani bizden öylesine nefret eder görünüyorlardı ki, ellerine bir fırsat geçse bir saniye bile düşünmeden bizleri geberteceklermiş gibi bakıyorlardı. Hatta beraberimdeki kıdemli subaylardan birine dönüp, ‘ellerinde olsa kafalarımızı kopartıp kanımızı içerler’ demiştim.”
Birileri eğer bir gün gözlerinizde böylesine büyük bir nefret gördüyse, bunu stratejik bir kazanıma tahvil etmek isteyebilir. ABD ve müttefiklerinin Ortadoğu’da askeri ve stratejik kazanımlara tahvil etmek istedikleri temel değer aslında bu “nefret” oldu.
İş, bu nefreti kendilerine bir sıva ya da motor güç olarak benimseyecek bir grup ismin bir araya gelmesine ve harekete liderlik etmesine bağlıydı. O işi de kader (!) 2003 yılında kurulan ve 100 bine yakın Iraklı savaş esirini bir araya getiren Bucca Kampı’nda hallediverdi. IŞİD’in ileriki yıllarda lideri olacak Ebubekir el Bağdadi’nin de aralarında bulunduğu dokuz üst düzey örgüt mensubunun yolu bu kamptan geçti. Bağdadi bu kampta beş yıl yaşadı. Örgütün iki numaralı ismi Ebu Müslim el Türkmeni, yabancı savaşçılardan sorumlu Ebu Kasım ve örgütün üst düzey askeri liderlerinden Hacı Bekir de aynı kampta tutuklu olarak kalmışlardı.
Yukarıda da belirttiğim gibi, söz konusu nefret tohumlarının büyük kısmı 2. Körfez Savaşı’nda atılmıştı. ABD’nin eski bir askeri danışmanı olan David Kilcullen’in de söylediği gibi, “ABD Irak’ı işgal etmeseydi IŞİD diye bir şey olmayacaktı.”
Hatırlarsanız, bundan yaklaşık 14 yıl önce (20 Mart 2003’te) ABD ve Britanya önderliğindeki çokuluslu koalisyon güçleri Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu yalanından hareketle bu ülkeyi işgal etmek üzere tarihin en kapsamlı askeri harekatlarından birini gerçekleştirdiler. Literatüre 2. Körfez Savaşı olarak da geçen bu savaş, Bağdat'taki Amerikan üssünde göndere çekili son Amerikan bayrağının indirilmesiyle, 15 Aralık 2011 tarihinde resmen sona erdi. Ancak, bugün IŞİD (DAEŞ) olarak bildiğimiz ve dünyanın başına bela olmuş gibi gözüken savaş örgütü bu işgalle birlikte Ortadoğu’da kök salar oldu.
Bugün Irak’tan Suriye’ye uzanan geniş bir coğrafyada hakimiyet sağlayarak halifelik ilan etmiş olan ve Britanya’dan Bingazi’ye, Paris’ten İstanbul’a çok sayıda kanlı terör saldırısının da faili olan örgütün, varlığını silahlı eğitim kampları kurma amacıyla 1999 yılında Ürdün’den Afganistan’a geçen Ebu Mus’ab el Zerkavi’ye borçlu olduğu söylenir. Ancak bugünkü savaşçı örgütün asıl temelleri, Irak el Kaide’si ile el Nusra Cephesi’ni 2013 Nisan’ında “Irak ve Şam İslam Devleti” adı altında birleştiren Ebu Bekir el-Bağdadi tarafından atılmıştır.
Bu nefretin sıvasıyla bir araya gelmiş savaşçılar muhtemelen farkında bile olmadıkları çok işlere yaradılar. Tabii başta öylesine büyütüldüler ki, kendileri bile inanamadılar. Ama bugün artık biliyoruz ki o büyüme ve başarının ardında büyük ölçüde Washington yönetimin planlı politikalarıyla Körfez ülkelerinin desteği vardı. Bu arada, IŞİD zayıf bir merkezi otoritece yönetilen Irak’ta ve kaosa düşmüş Suriye’de öylesine etkili bir savaş yürütür olmuştu ki, Ebu Bekir El Bağdadi 2014'te Forbes dergisi tarafından “Dünyanın En Güçlü İnsanları” listesine dahil edilmişti.
Başta her şey çok güzel gidiyordu örgüt açısından... IŞİD hızla toprak genişletiyor, büyük bir coğrafyaya yayılıyor, gelirlerini de büyütüyordu. Örgütün vergi ve gasptan elde ettiği gelirlerin 2014 yılında 600 milyon doları bulduğu söyleniyordu. Haziran 2014’te Musul’u ele geçiren örgüt mesela bu sayede Irak Merkez Bankası şubesinin 425 milyon dolarına da el koyuyordu. Petrol ve doğalgazdan 2015 yılında 500 milyon dolar civarında gelir elde ediyordu IŞİD.
Ancak ağırlıklı olarak ABD Hava Kuvvetleri tarafından yapılan hava saldırılarının yol açtığı tahribat nedeniyle, 2016 yılı ortalarına geldiğimizde, örgütün petrol ve doğalgaz gelirlerinin yarı yarıya azalarak 180-250 milyon dolar mertebesine indiği yazılıp çizildi.
Büyüme döneminde ele geçirdiği toprakların bugün üçte ikisini kaybetmiş halde olan örgüt vergi ve gasp gibi alanlardaki gelirlerini de büyük ölçüde yitirmiş durumda. Son savaşlardan sonra örgütün Musul gibi devasa bir vergi mükellefi tabanı da yok artık!
Bugün Suriye ve Irak topraklarında devletleşmiş olan bu yapının vergi, gasp vd. kaynaklardan elde ettiği gelirlerin de petrol ve doğalgaz gelirleri kadar olduğunu varsaysak bile, ortada 500 milyon dolarlık bir Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’ya (GSYİH) sahip bir “devlet” yapılanması olduğunu görürüz.
Yani, ABD önderliğindeki çok uluslu koalisyonun karşısında olan DAEŞ’ten (İslam Devleti) söz ederken ne ölçekte bir devletten bahsediyoruz, sorusunun cevabı açıktır: Gayrisafi Yurtiçi Hasılası küresel sıralamada ancak 184. sırada yer alan Tonga ölçeğinde bir devletten söz ediyoruz.
Afrika’daki Togo’dan söz etmiyorum. Tonga, Okyanusya’da Togo’dan da cılız bir ada devleti. Adını duydunuz mu, bilmiyorum, Ama IŞİD, dünya üzerinde bir çoğumuzun adını sanını duymadığı bu ülke kadar ancak ekonomik güce sahip bir örgüt. İşte yıllardır ABD ve müttefiklerinin bir türlü bitiremediği yapı bu!
Bitirilmiyor, zira “tongaya gelenlerin” kurduğu IŞİD, “kıymetli” bir örgüt. Suriye ve Irak Savaşı’nın sponsorlarının gözünden bakıldığında, IŞİD, boşalttığı alanlara çekilecek bayrakların renkleri ve o alanlarda imzalanacak yeni sözleşmelerin ıslak imzaları denli kıymetli bir örgüt.. O yüzden bugün bir yerlerden çekilebilmesi için önce bir yerleri işgal etmesi mecburiydi. Bu nedenle de “oyunu” yeniden karmaya yarayan o işgaller paha biçilemez bir kıymet taşıdı. ABD ile bu ülkenin hem Batılı hem de Körfez’deki müttefikleri bu kıymeti başından beri biliyor ve oyunu bu ilkeye göre oynuyorlardı. Bugün hızlıca yok edilmemesi de aynı temeldeki bir sürü hesabın sonucu.
Uzun lafın kısası....
Gözlerinize, karşınızdakinin kafasını sırf sizden değil diye kopartmaya odaklanmış koca bir nefret yerleştirdiyseniz, o nefretin asıl fabrikatörleri, bir gün sizi onunla uyuşturup gönüllü bir kobay olarak kullanmak isteyebilirler. Olumlu sonuç aldıklarını gördüklerinde de, ürünlerini (!) ellerini ovuşturarak piyasaya sürmek isteyebilirler. Bu yolda bir gün Forbes’a dahi çıkarsanız şaşırmayın.... Sizi oralara çıkaranlar yeterince kullandıktan sonra tarih sahnesinden yavaş yavaş silmesini de bilirler.
Tongaya (!) gelmemek, nefret fabrikatörlerinin oyununa düşmemektir asıl olan!
twitter: @akdoganozkan