2014’e bu son bakışta, bu köşede düzenli periyodlarla yaptığımın tersini yaparak, “olana bitene” değil, “olmayana bitmeyene” bakmak istiyorum. “Geçen yılın öne çıkmayanlarını” özetlemek, bir şekilde “hafızamıza kazınana değil, kazınamayana” bakmak istiyorum. Zira bazen olanı değil olmayanı göstermek daha “dolu” bir anlam ifade edebiliyor. Evet, bakın 2014’te Türkiye’de neler olmadı? Ya da Türkiye 2014’te neler yapmadı, yapamadı?
BİR: Türkiye “Kürt Sorunu”nu 2014’te de nihai çözüme kavuşturamadı. Elimizde toplumsal barış yolunda “şu kadar aşama kat edildi” diyeceğimiz bir ölçümüz yok. Ne getireceğini bilmediğimiz, neyle örüldüğünden haberdar olmadığımız, öylece beklediğimiz bir “süreç” var elde sadece. Yarın öbür gün, arzulanan kalıcı barışa ulaşılamazsa, “süreç sabote edildi” falan deyip geçerler. Şu kavanoz dipli ve de “paralel” dünyada yeni failler bulmak da zor olmaz. Şimdilik sadece “seneye inşallah” diyebiliyoruz. Toplumsal barışı çok isteyen ve onun diliyle konuşan bir halde de olmadığımız için 2015’ten ne kadar umutlanmalı, bilmiyorum.
İKİ: Türkiye 12 Eylül hukukunu tarihe gömmeyi 2014’te de başaramadı. Amaç o hukukun yarattığı ucube kurumları yok etmek yerine onları ele geçirmek, başına da kendilerinden yana isimleri getirmekmiş, bunu önceki yıllarda anlamıştık. 2014’te bu durum değişmedi, pekişti. Türkiye’yi idare eden kurumlar geçmişi 12 Eylül öncesine kadar giden siyasi cinayetlerin, kirli savaşların ve karanlık linçlerin hesabını sormadı.
ÜÇ: Türkiye hırsızlıkla, yolsuzlukla, nepotizmle mücadele etmekten 2014’te de itina ile kaçındı. Rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık gibi suçlarla hesaplaşmaktan özenle imtina etti. Hukuk devleti olmanın asgari gereklerini bile yerine getiremedi. Böyle bir mücadeleden kaçınmak için başvurduğu otoriter yöntemler zaman zaman bir kurgu yazarı George Orwell’in bile muhayyilesine gelmeyecek düzeydi. (Evet, evet belki bu yüzden Orwell bu kurgucuları “ayakta alkışlayabilirdi” Alev Hanım!)
DÖRT: AB ile köprülerin neredeyse iyice atıldığı bir yıl oldu 2014. Oysa 10 yıl önce Türkiye’nin iyi kötü bir AB perspektifi vardı. AB üyesi olma hedefini gelecek ufkumuza yerleştirdiğimiz 2004’te ülkenin büyük kısmına heyecan zerk eden bir “17 Aralık süreci” start almıştı. Bu perspektifi zamanla kaybettik. Başka “süreçler” kovdu onu. Türkiye 2014’te AB’ye üyelik perspektifini yeniden gelecek ufkuna yerleştirme gayreti göstermediği gibi, Avrupa ile köprüleri iyiden iyiye atma çabası içinde göründü.
BEŞ: Türkiye ekonomisi 2014’te büyümemeye başladı. Türkiye 2001 krizinden iyi kötü mali disiplin sağlamış olarak çıksa da, geleceğe dönük sağlıklı bir büyüme stratejisi çizememişti. Büyümede lokomotif olarak inşaat sektörünü seçmiş, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına da bel bağlamıştı. Hedeflerini “metre küp beton” cinsinden tayin eden ülke siyasi iklimini de totaliter hezeyanlarla karartmakta ısrarcı olunca, 2014’te yatırımcı “yarın başıma bir iş gelir mi” korkusuna kapıldı. Ve Türkiye’nin milli geliri büyümeyi durdurdu.
ALTI: Türkiye 2014’te çevresinde yeni tek bir dost kazanamadı, aksine eskisinden daha fazla düşman edindi. Türkiye’nin Ortadoğu coğrafyasında 2014 öncesinde kalkıştığı derinliksiz hamilik rolü çiğ bir iç politika malzemesi olmaktan öteye geçememişti. 2014’te ise Türkiye dış politikada en ufak bir başarı kazanamadığı gibi attığı her adımı yüzüne gözüne bulaştırdı. Ortadoğu’nun ezilen halklarına ağır ağır telkin edeceği güvenle yarın açabileceği kapıları erkenden acemice kapattı. Hatta 10 yıl öncesine nazaran daha büyük nefretle anılan bir ülke haline geldi. Ama heyhat, bir durup düşünelim; belki de en büyük başarısı, başarısızlığında, yani ABD’yi Suriye’de hayalini kurduğu maceraya çekemeyişinde yatıyordur. Bir de şu var: 1993’te dönemin başbakanının ağzından “Madımak otelini saran vatandaşlarımıza zarar gelmemiştir” şeklinde bir inci dökülmüştü. 2014’te -herkesin içi rahat olsun- sınırımızın hemen ötesindeki Kürtlerin, Türkmenlerin ve Ezidilerin yaşadıkları vatan toprağını işgal eden, insanına her türlü tecavüz ve hunharlığı yapan IŞİD’in kılına bizden zarar gelmemişti.
YEDİ: Türkiye 2014’te insanlarına barış içinde güvenle bir arada yaşama perspektifi, birbirlerinin acılarını paylaşabilme ve ölülerini birlikte gömebilme meziyeti kazandıramadı. Farklı toplulukların aralarındaki duvarların indirilmesini beyhude bekledik 2014’te. Ama sonuçta şedid bir nefret dilinin bütün kamplara hakim kılındığı ve duvarların daha da kalınlaştığı bir “hunharlık iklimi”ne geldik dayandık sanki. ‘80’lerde Güney Afrika’da düşman kabileler arasında “gerdanlık cinayetleri” denilen vahşi cinayetler epeyce yaygındı. Karşı kabilenin işbirlikçisi olduğu düşünülen bir kişi yakalandığında kolları ayakları bağlanır, başından ve kollarından bir otomobil lastiği geçirilir ve içine benzin doldurulan tekerlek bu şekilde yakılırdı. Bu şekilde 3 bin civarında insan öldürülmüştü. Orada farklı toplulukların birbirine yönelik bu vahşetini duydukça en azından böylesi hunharlıklardan uzak topluluklar olduğumuzu sanırdık. Geçen zaman zarfında bir çocuğu 22 kez bıçaklayıp sonra 3. katın balkonundan aşağıya atıp ardından arabayla üzerinden geçecek denli yoğun bir nefretle dolmuşuz olmamız ne acı!
2014’ün muhasebesini yaptığı bir yazısında Nuray Mert, bu ülkede “bir kıyamet sergisi gibi gözlerimizin önünde biteviye akıp gidenlerden bizim artık utandığımızı, tanık olmaktan yorgun düştüğümüzü” yazıyordu.
Geçen yılın bende en çok öne çıkan duygusu bu utanç oldu. Ayakkabı kutularından 11 TL’lik plastik ayakkabılara, maden ocaklarından taziye evlerine, cenaze törenlerinden duruşmalara, kesilen asırlık çınarlardan zeytinliklere, linç güruhlarından bozuk kameralara değin faillerinden çok bizi, tanıklarını esareti altına alan bir utanç...
Evet, 2014 çeşitli sebeplerle bir Utanç Yılı oldu. Bu utanç nasıl silinir, en ufak bir fikrim yok! Tek bildiğim bu utancın öyle 365 günlük bir zaman dilimini devirmekle filan geçmeyeceği, silinmeyeceği!
2015’in farklı seyretmesi ve bu utancı silmesi için de ufukta bir ümit belirtisi görünmüyor. İşin kötüsü, 2015’te bizi 100 yıllık bir başka utanç bekliyor. “Affedersiniz,” sizce var mı bir ümit?
Ne dersiniz? Bir “Utanç Yılı” olarak tamamladığımız 2014’ün ardından bir ümit girdiğimiz 2015’i nefret ve korkuyu kalplerimizden ve başımızdan def edecek bir “Cesaret Yılı”na çevirebilir miyiz sizce?
twitter: @akdoganozkan
hamiş: 2014, İskoçya ve İngiltere’nin medeni bir boşanmadan son anda caydıkları bir yıl olarak da “tarihe geçti.” Ama ben 2014’te en çok bir İngiliz ile bir İskoç’u aynı pürüzsüz kadifelikte buluşturan bir düetten etkilendim. Bu, 34 yaşındaki İngiliz gitar virtüözü Anna Calvi ile Talking Heads grubundan da tanıdığımız İskoç müzisyen David Byrne’ın birlikte söylediği “Strange Weather” isimli bir parçaydı. İkili 2014’ü belki hüzünle ama en azından güzelce anmamıza vesile olacak olağanüstü bir düete imza atmışlardı. Hadi bu da geride bıraktığımız 2014’te bol keseden dağıttığım unvanların sonuncusu ve en güzeli, yani “YILIN ŞARKISI” olsun! Ve böyle güzel düetler (!) 2015’te bizlere de nasip olsun!
“Mutlu Yıllar” ve “Sersala We Pîroz be!”