Madame Hanae Mori ile 1990 yılında, bir headhunter (beyin avcısı) danışmanı aracılığı ile tanıştım ve 20 yıl sürecek olan iş birliğimiz başlamış oldu.
Paris'teki profesyonel moda tasarımcılığı serüvenimin üçüncü perdesini bir Japon şirketi ile açıyordum. Pierre Cardin'deki fütürist tarzından, Jean Louis Scherrer'in sofistike - oryantalist kodlarından sonra çok sevdiğim ve ilgi duyduğum ve merak ettiğim bir ülkenin en ünlü modaevi ile çalışacaktım.
Hanae Mori, Paris'teki Haute Couture (Yüksek Terzilik) Sendikası tarafından kabul görmüş ilk yabancı tasarımcı olarak önemli bir konuma sahipti. Paris'in moda caddesi olarak bilinen Avenue Montaigne'de, üst katlarında atölyelerin bulunduğu zen tarzda dekore edilmiş binası Japon felsefesini yansıtıyordu.
New York, Paris, Londra, Monaco gibi şehirlerde hazır giyim mağazaları bulunuyordu ve üretim Japonya ve Hong Kong'daki fabrikalarında gerçekleştiriliyordu.
Yirmi yıllık iş birliğimiz süresince tüm koleksiyonların aksesuar tasarımcılığını üstlenmiş, ayrıca "Cashmire and Weekend" olarak adlandırılan paralel bir koleksiyonu imzalıyordum.
Tokyo, İstanbul'dan sonra çok sık seyahat ettiğim ikinci şehir olmaya başlamıştı. Senede 5-6 kez gidip geliyor, Japonya'nın diğer şehirlerini ve ülkenin derin kültürünü keşfediyordum.
Madame Mori, Japon kültürünün bağrından çıkmış ancak uluslarasın arenada kabul görmüş, kültürler arası sentezi çok iyi algılamıştı. Japonya'da saygı görüyor, İmparatorluk Ailesi'ni ve hükümet yetkililerinin eşlerini giydiriyordu.
Omote Santo caddesindeki dev Hanae Mori Building, aynı zamanda Tokyo'daki Türk Büyükelçiliği binasını da tasarlamış olan ünlü mimar Tange Kenzo imzasını taşıyordu. Markanın sembolü olan kelebek şeklindeki cam ağırlıklı lüks alışveriş merkezinde, markanın değişik koleksiyonları ve kendisine ait Japon ve Fransız restoranları bulunuyordu.
Japonya'yı Madame Mori ve ailesinin himayesinde tanımış olmak olağanüstü bir şanstı benim için.
Şerefime evinde verdiği davetlerde, Japon Osmanolog ve Türkolog'larla tanışıyor, Japon kültürü ve geleneklerinde "bizden" bir şeyler buluyordum. Aile yapıları, büyüklere karşı olan saygı, kardeş sıralamasında ilk erkek çocuğa verilen imtiyaz gibi bazı dengeler Türk adetlerine çok yakın geliyordu.
Ayrıca Türkçe ve Japonca dilleri arasında eşanlamlı kelimelerin varlığı da beni şaşırtmıştı.
Mori ailesi, doğup büyüdüğüm ülkeyi merak etmeye başlamışlardı. Özel seyahatler dışında iki kez İstanbul'a defile sunmaya geldik. İlki 1999 yılında Marmara Oteli'nde gerçekleşti. VIP Turizm'in organizasyonu ile kurgulanan defileyi Sevgili Yasemin Pirinçcioğlu ile bir araya geldiğimizde anarız.
Madame Mori, her fırsatta İstanbul ve çok sevdiği Kapadokya'yı anlatırdı dostlarına.
İkinci defile ise 2010 yılında, "Türkiye ve Japonya Yılı" kapsamında düzenlenmişti. Japonya Prensi Tomohito ve dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün katılımı ile gerçekleşen defile Türkiye anılarımıza kaydedilmişti.
Madame Mori'nin ölüm haberini aldığımda, hayatımda ne kadar önemli bir rol oynamış olduğunu hissettim. Ailemden bir büyüğümü, çok sevdiğim bir yakınımı kaybetmiş olma duygusunu taşıyorum.
Moda dünyasına vermiş olduğu katkılar kadar, zarif ve mütevazı kişiliği ile bir devre damgasını vurmuş olan bu gerçek hanımefendiyi saygı ve sevgi ile selamlıyorum.