Ekolojik meselelerin uzun zamandan beri (son elli yıl diyebiliriz) gündeme gelmesine rağmen, "küresel ısınma" bilim dünyasında hâlâ kapalı bir kutuydu. Bilim dünyasının sessizliği vardı hâlâ. Bu sayede, siyasetçilerin bir kısmı tarafından, küresel ısınmanın hakikatte söylendiği kadar ciddi bir şey olmadığı, bunun kapitalizm karşıtları tarafından uydurulan bir "palavra" olduğu savunuldu durdu. Bu durum, bazı sermaye çevrelerinin konu karşısında "şüpheci" durmalarına yol açıyordu. Dünyada basın, bu anlamda, ekolojik sorunları hem ele alıyor hem de taraflara göre nesnel olma zorunluluğunu hissediyordu. Bilim dünyasının, Bilimler Akademisi'nin lafı beklenmekteydi!
Geçtiğimiz günlerde Paris'te düzenlenen "iklim değişikliği kolokyumu" bilim çevrelerinin sessizliğini bozdu. Sessizliğin nedeninin, tam da özellikle iki akademisyenin bu konuyu bloke etmekte olduğu anlaşılmış oldu. Bunlardan birisi aynı zamanda bilim dünyasının içinden geçtikten sonra siyasete atılan jeo-kimyacı Claude Allègre'in tutumuydu. Bu zatın, bilimsel kimliğinin yanı sıra Sosyalist Partisi iktidarı sırasında (L. Jospin hükümetinde Milli Eğitim, Araştırma ve Teknoloji bakanı) Bakanlık da yapmış bir kişi olması durumun vahametini bir kez daha ciddi bir şekilde göstermekteydi. "Sahte ekoloji" olarak adlandırdığı ekolojist hareket, iklim değişikliği sorununu sanki büyütmekte ve siyasi olarak yer kazanmaya çalışmaktaydı. Bu yazar, iklim sorunun gerçek bir sorun olmaktan uzak olduğunu savunmaktaydı. Bilim ve siyaseti kullanan ekolojistlerin bir mit yaratmak istediklerini ileri sürmekteydi. "Karbon tozlarının atmosferde yok olmasının güneş ışınlarının etkisini arttırdığını" öngörmekteydi ve dolayısıyla "ısınmanın karbon gazıyla alakalı olmadığını" düşünmekteydi. Bir "komplo teorisi" olarak sunulan ekolojik problemler kamu önünde bilim dünyasının tanınan bir figürü tarafından söylendiğinde şüpheci tavırlar büyümekteydi. Bilimler Akademisi'nin bazı eski üyeleri tarafından korunmakta olan bu zat ekolojik sorunların siyasi arenadaki tartışmalarını bloke etmekteydi.
Ayrıca 2007'deki bir araştırmayı temel alarak Antarktika'da buzulların erimesinin mümkün olmadığını da ileri sürmüştü. Hatta Vikingler zamanında daha az buzul olduğu tezini de geliştirmekteydi! Ve, hatta küresel ısınma söz konusuysa, bunun insanın eliyle gerçekleşen teknolojinin buluşlarıyla ilgisinin olmayacağını söylemekteydi. Antroposen denilene inanmamaktaydı. Ama Hakan Grudd adlı İsveçli bilim adamının (1.4.2010 yılında Libération gazetesinin haberine göre) Allègre'in verileri çarpıttığını göstermesi olayı daha garip bir hale soktu. Bilim ve sahtekarlık arasındaki ilişkiler ve sahtekarlık ve komplo teorileri bağları birbirlerine eklemlenmeye başlamış oldu. Daha sonra, Total şirketiyle ilişkileri iddia edilince (Allègre bunu hep yalanladı), komplo ile sermayenin desteklediği laboratuvarlar arasındaki bağ başka bir bakışı öne çıkardı.
Bilimler Akademisi üyeleri bu sefer başka yeni bir görüşü ortaya koyarak küresel iklim değişiminin ciddi bir sorun teşkil ettiğini bilimsel olarak vurguladı. Küresel ısınma karşısında alınacak siyasi kararları bloke eden bu akademik ve bilimsel tutumun nedenleri bu sefer tuhaf bir şekilde gündeme gelmiş oldu; çünkü 2013 yılında bir kalp krizi geçirmesinden sonra Allègre'in toplantılardaki mevcudiyeti kalmadı. Bugün, Bilimler Akademisi artık lafını esirgemedi: "Geçmiş geride kaldı, şimdi ilerleme zamanı". Bloke eden küçük ama kuvvetli bir grubun geride kalmasıyla küresel ısınmanın artık siyasi sorun olarak bilimsel bir şekilde görünür hale geldiğini söylemek mümkün hale gelmekte. Ekoloji militanların sorunu değil ama yaşayan her canlının sorunu olarak önümüzde durmakta. Hem Chirac, hem Sarkozy, hem de Hollande Başkanlığındaki hükümetlerde Ekoloji Bakanlığı görevini reddeden ve ilk olarak Macron hükümetinde Ekolojiye Geçiş ve Dayanışma, Devlet Bakanı olan ve sonra Macron'u yeterli bulmayıp istifa eden Nicolas Hulot'ya, Allegre'in "sarkastik ve alaycı" çıkışları da geride kamış durumda. Tıpkı bir gazetecinin kendisine Bangladeş'te suların yükselmesinin "yeni bir iklim göçüne" yol açtığı sorusuna verdiği cevapta arkada kaldı: "Hayır, sular yükseldiyse küresel ısınma yüzünden değil, toprağın çökmeye meyillenmesindendir"! Bunlar unutulur laflar değil bilim dünyası için! Her ülkenin kendi "bilim adamları" ve "Bilim İnsanları" var tabii!
28-29 Ocak tarihlerinde yapılan "İklim Değişikliğine Karşı" adlı kolokyum kamu oyunun gözleri önünde cereyan etti; ve herkes artık bilim dünyasının bu konu hakkındaki endişeli bakışını görmüş oldu. Çevre ve iklim değişimi adı altında ele alınan tartışmalarda "olmakta olanın karşısında ne yapmak gerekir?" sorusunun cevapları aranmaya başlanacak artık. Bu ikili karşılaşma hem bilim dünyasını hem de siyasi dünyayı ilgilendirmekte ve bu ikisinin yan yana gelmesini gerekli kılmakta. Burada özelikle siyasi dünyanın sahte bilim adamlarına değil, ama gerçek akademisyenlere ihtiyacı olduğu halkın önünde görünür kılınmış oldu. Aslında uzun zamandan beri, Fransız sosyolog ve düşür Bruno Latour'un 1990'lardan beri geliştirmiş olduğu bir sürece girmeye başlıyoruz. Bilim ve Siyaset ortaklığı:Biz Hiç Modern Olmadık- Simetrik Antropoloji Denemesi- adlı kitabında Boyle (bilim) ve Hobbes (siyaset) arasındaki ayrımın birleşme zorunluluğu konu edilmekteydi; çünkü ikisi de iki konu hakkında yazmışlardı; ama, bugüne kadar siyaset birini, bilim ise diğerini kale almasını bilebilmişti. Halbuki bugün artık önemli olan, şeyleri temsil eden bilim ile insanları temsil eden siyasetin birleşebilmesidir.
Sürekli bir şekilde "vektörler değişmeyi" sürdürüyorlar.