Korku ve belirsizlik karşısında; erdeme ve onura hiç bu kadar ihtiyacımız olmamıştı. Neden düşünürüz ? Neden ve nasıl yaşarız ? Neden ve neyle besleniriz ? Neden deli olmaktan kaçtığımız gibi hastalıklardan da kaçarız ? Yoklukla yüz yüze ve karşı karşıya kaldığımızda ise felsefeye ihtiyaç duymaya mı başlarız ? “Düşünmenin ehemmiyetini yokluk zamanlarında kavramaya başlarız” diye yazmıştı Jean-François Lyotard bir zamanlar “felsefe niye vardır”? sorusunu sorduğu zaman. Başka bir biçimde sorarak “Sıkıntılı zamanlarda şairlere ihtiyaç duyulmaktadır” diye yazmıştı Heidegger. Bu iki soru ile birlikte “şiir ve felsefe”, yani aslında sanatlar ve düşünce yan yana gelmeye başlamaktadır sıkıntılı ve üzgün zamanlarda.
Yoklukla karşı karşıya kalındığında ise arzu başlamaz; ama arzuya zemin açılmış olur; çünkü arzu yokluk üzerine odaklanan bir şey olmaktan çok daha fazla sosyal bir düzenlemenin içinde istenilenler olarak ortaya çıkar; tek başına değil kolektif bir arzu düzenlemesi söz konusudur her zaman toplum diye dillendirilenlerdekilerde... Arzu toplumsala ait olarak erdem ve onura ihtiyaç duyduğu zamanlarda ahlaki olarak toplumsalın yükseldiğini ve örnek olarak ortaya çıkarak parlamaya başladığını fark ederiz.
Ne zaman toplumsal arzu düzenlemesi bazı önemli değerleri unutarak işlemeye başlasa, o zaman sıkıntılı zamanlarda başka bir yere yaslanmak için düşünme ihtiyacı ortaya çıkmaya başlar. Bugün çivisi çıkmış olan dünyada da, içinde nefes alınan kirli havada oluşmakta olan arzuya ait bir düzenlemeyle yaşamakta olanlar “düşünmeye başlamaya başlamak” ile karşı karşıya kalmışlardır. Erdem eski çağlardan beri siyasetin temeli olarak düşünüldüğünden, siyaset felsefesi ilk olarak Makyavel’den arta kalan bu kelimeye (virtu) yaslanmak zorunda kalmıştır. Erdem olmadan ne idare ne de siyaset mümkündür! Onur ise vatandaşlar kadar idarecilerin de değeri olmalıdır. Yoksa geminin dümeni elden çıkmıştır! Hangi toplumsal işlevi (marangozdan tüccara, siyasi ve askeriden ekonomik idarecilere kadar) yerine getirmekte olursa olsun kişiler kendi mesleklerinde meslek erbabı olmanın dışında erdemli ve onurlu yaşamaya mecburdurlar; üstelik de bunu yapanlar idarecilerse zaten bu onların olmazsa olmaz değerleri arasında olmalıdır. Değersizleşen bir görev erdemsiz ve onursuzdur da...!
Ne zaman sıkıntılı ve hüzün verici bir döneme girilirse o zaman şiir kendisini gösterdiğinde, erdem ve onur yaşamsal değerlerden en ehemmiyetlileri arasında sayılmaya başlar. Erdem ve onurun olduğu yerlerde korkuya gerek yoktur! Ne vatandaşlar ne de idareciler korkuya tahammül edebilir; çünkü erdemsizlik ve onursuz bir yaşam ölümle eş değerde kabul edilmektedir. Şiir ve düşünce değer olarak erdemli ve onurlu olmayı düşündürtmeye başlamıştır.
Eski çağlarda kahramanlar savaştıkları vakit tarihte arta kalsınlar, adları tarihte iyilikle ve cesaretle anılsınlar diye yaşamaktaydılar ve aralarından genç yaşlarda ölenler çok vardı. Onurlu bir şekilde yaşamak ise vatandaşlara ve idarecilere ait bir yaşamı göstermekteydi. Ne korku ne de cesaret eksikliğine ihtiyaç duyan toplumlar tarihte örnek olarak kabul edilen ve hatta “zamanın ruhunu” yaşayanlar olarak gösterilmektedirler. Bu değerlerin dışındakiler ise her zaman, ruhunu ve “asabiyesini” yitirmiş toplumlar olarak, tarihten çıkmaya başlayan ruhlarını kaybetmiş toplumlar olmaya başlamışladır. Bunu en iyi görenlerden biri önce Arap düşünür İbn Haldun olmuştur; sonra da Fransız düşünür Montesquieu; çünkü değerleri göstermenin Doğusu veya Batısı hatta Kuzeyi veya Güneyi yoktur. Bu değerler evrenseldir.
Bugün erdemini yitirmiş, onursuz olmaya elverişli, yalan ve dolambaçlı yollardan geçmeyi erdem gibi gören ve yanlış bir yola girmekte olmanın sıkıntısını duymadan siyaset yapmakta olan toplumlarda yaşayanların sıkıntısı, iyi yaşamak için değil ancak partizan bir hayatı yaşayabilmek için var olan varoluşlar yüzünden bu hale gelmiş değil midir ? Düşünerek bir şey yapmanın değil de, önce yapıp sonra “sıra gelirse düşünürüm” hızı içinde yaşanan bu dönemlerde erdem ve onura bu kadar çok ihtiyaç duymanın zamanını fark edebilecek miyiz ? Borçlanan ve sadece bu şekilde yaşama ve tüketme için obezleşen bir toplum artık erdem ve onur için hasta olacak mıdır ? Borç yasası erdem ve onuru nasıl taşıyabilecektir ? Ödeyememenin vereceği korkuyu atlatmayı nasıl başaracak bu toplumlar ? Erdem ve Onur: Bu kadar ihtiyaç duyulmadı bunlara! Eğer erdem ve onur yerine neticeye kısa yoldan ulaşmaya çalışan bir ahlak yerleşmişse! Ama öyleyse, bugün nasıl idare edilmektedir ?
Bugün 1948’den beri üzerine konuşulan sibernetik toplumlarda ki, sibernetiğin adı bile kontrol ve yönetme üzerine kurulu (sibernetik demek idarecilik demek) ilişkiler üzerine oluşan ve toplum adı verilen içinde yaşayan insan ağları benzerlik üzerine kurulu olmaya başladığında, her insan benzer tüketimi gerçekleştirmeye başladığında (küresel standartlaşma), o zaman denetim ağlarla yapılmaya başlanmış demektir! Özgürlük denilen eğer bir anlamda “Truman Show” haline gelmeye başlayıp, sanal bir dünyanın tüketim yaşam koşullarında arzularımız işlerlik kazanmaktaysa, makineleşen üretim bize düşünmeyi değil, en kolay yoldan sonuca ulaşmaya programlamaya, kodlamaya başlamış demektir.
Erdem ve onur tarihi olarak ve uzun zaman içinde edinilen duygular ise, o zaman sonuca hemen ulaşacak olan bir siber-matematik bizi başka türlü bir topluma yollamayacaktır. Bu denetim dünyasında düşünmek gereken o halde reklamlar ve haberlerle bize verilenler olmaktan çok uzak olacaktır. Teknolojik ve zorunlu olarak sosyal ve hatta önce sosyal olan bu ağlar bize o halde enformasyon vermekte ve aslında bizi denetlemektedir.
O halde ağlar; tıpkı religare kelimesinin religion’dan, yani “din”den geldiği gibi (bugün reaktif hareketler içinde köktendinciliğin her yerdeki mevcudiyeti boşuna değil!) veya eski Hint Avrupa mitolojilerindeki ağıyla kapan büyücü kral gibi, ilişkiler bizleri ağına takmaktadır. Ve, ağların içinde yönetilmekteyiz (global cemaatler). Enformasyon demek “düzen cümleleri” kurmak demektir. Bize iletilen enformasyonlar ne yapmamız gerektiğini gösterirler. Bunu dinlemek ve hayatı buna göre kurmak boyun eğmek değil, düzen cümlelerini içselleştirmek demektir. “Enformasyon” demek sibernetik toplumlarda dijital makine ağlarıyla yaşamak demektir. Onları arzulamak demektir. Halbuki tek enformasyon tarihi hatırlamak üzerine kurulu olandır, tıpkı biyolojide genlerin taşıdığı “genetik enformasyonda” mevcut olduğu gibi. Bu enformasyon saklanan bir bilgi olarak mevcut olduğu vakit enformasyon olur ve düşünerek hareket etmeye başlar. Yoksa her gün gelen geçen haberler olarak enformasyona baktığımızda, bunun düşünceye verecek bir kuvveti yoktur. Düşünce ve sanatsal refleksiyon ancak geçmiş enformasyon olarak bilgiyi kullandığında mevcudiyeti doğmaya var olmaya başlar.
O halde, yeni bir düşünme biçimi için “düşünme makinalarına” değil (bilgisayarlar, hesap makinaları vb.), “düşünmek” olarak felsefeye ve refleksiyon olarak sanata bu sıkıntılı zamanlarda ihtiyacımız olacaktır. İhtiyacımız olan enformasyon değil, düşünme olarak felsefe ve şiir ve refleksiyon olarak sanat düşünme! Yeme ve içme biçimlerimizi değiştirmeyi düşünmek! Doğa ile ilişkilerimizi değiştirmek üzere düşünmek! Politikayı da buradan düşünmek! Toplumlarla ve hayvanlarla ve doğayla ilişkilerimizde erdemi korumayı düşünmek !
Arzu akışkanlığına erdem ve onuru eklemek üzere bir sürü çaba daha!