Geçtiğimiz günlerde "Altılı Masa'nın", İyi Parti Başkanı Meral Akşener tarafından sert sözlerle terk edilip "devrildiği" haberini okuduk. "Ardından merakla ne oldu?" sorusunu sormaktayken, Akşener'in başka bir partinin (CHP) iki seçilmiş Belediye Başkanlarını "göreve çağırı" yaptığını okuduk. Kimse bir şey anlayamadı. Lojik bir akılcılık sergilenmediği düşünüldü.
Bu süreç bana dil teorisinde "performatiflik" olarak adlandırılan bir yapıyı (söylemek yapmaktır) hatırlattı. Yoksa hemen dildeki "enformatif aktı" akla getirirdi. Bu ikincisi ise, genelde polisin veya hükümetin yaptırımlarını yerine getirmeye yönelik sözlerdir ve doğru veya yanlış olmasına bakılmaz. Burada ise performatif akta baktığımızda, bir sözcenin, bir cümlenin veya bir fiilin söylediğini gerçekleştirdiğini anlamaktayız. Söylenen işaretin kendisi performans göstermektedir, yani gerçekleşmektedir. Sadece lafta kalmamaktadır. Söylenenin performansı bu işlevin gerçekten yapılacağını ifade etmektedir. Fiil gerçekleşmektedir. Mesela "göreve çağırmak" fiilinin gerçekleşmiş olması lazımdır; gerçekleşmesi için ise söyleyenin bazı koşulların işlevine sahip olması gerekmektedir.
Ayrıca da, bu, Antik Yunan-Roma dünyasındaki Stoacıların "Inkorporel" olarak adlandırdıkları ifade biçimine beni gönderdi. Tabii bunlar siyasi çerçeve içinde düşünülmüş şeyler değil; ancak siyasetin içinde var olan söylemler sonuçta dil performanslarıyla alakasız değil. Bu nedenden dolayı önce bu performatif çağırının nasıl havada kalmaya mahkûm olduğunu söylemek istiyorum. Neden bir siyaset insanı yapabilme yetkisinin sınırlarını hiç ölçmeden bir performatif akta girer? "Yetki kimden gelmektedir?" sorusuyla birlikte ele alınabilecek bir söyleme dair konuşuyoruz.
Öncelikle Antik Yunan felsefesinde İnkorporellerin ne olduğunu hatırlatalım. Stoacı felsefeye göre bedenler vardır. Maddi bir dünyada yaşayan bedenlerin ortaya koyduğu bazı cisimsiz olan şeyler söz konusudur. Bu beden ve ruh ilişkisinin dışındaki bir cisimsiz anlayışıdır. Bireylere ait bedenlerin yanında zaman, yer, konuşulan sözler, boşluk gibileri bedenler sayesinde mevcut olurlar; ama bunların bedenleri yoktur. Stoacı fizikten lojiğe giden bu süreçte, bedenlerin etki yaptıkları veya neden oldukları cisimsiz olarak adlandırılan ve İnkorporel olarak var olanlar ile olaylar arasında bağ kurulmaktadır. Bu bağ ile bedenler ile olaylar arasında karışımlar ortaya çıkar ve bu karışımlardan melezlikler oluşur. Her bedenin kendi bireyselliği var olduğundan dolayı etkilerin olayları yaratmaktaki nedenleri de bireyseldir. Bir olay her birey tarafından aynı perspektiften bakılarak yaşanamaz. Her bireyin bedeninin yaşadığı an ile olaya etkisi birbirlerinden ayırılır. Veya bir bedenin etkisi ilişkiye girdiği nesneyle yaşanmaktadır ve anlam kazanmaktadır. Et ve bıçak bir örnek olabilmektedir. Bıçak ete saplandığında eti kesmektedir, bıçak yaranın nedenidir; et ise bıçağın kesme eyleminin nedeni haline gelmektedir. Kesme eylemi etin kalitesini değiştirmez ama onun bir özelliğidir. Kesme eylemi dilde ifade bulur.
Bu anlayıştan yola çıkan Gilles Deleuze'ün ifade ettiği tam da burada önem kazanmaktadır. Dildeki önermelerin gerçeklik değeri taşıması beklenmektedir ve zaten böyle olması gerekmektedir ki bir lojik içinde anlam kazanmış olabilsinler; ama bazen de bu gerçekliği kaybedebilmektedirler. O halde önermelerin gerçek veya sahte olması gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu önermeler; bazen parmakla göstermeyle (bu şu olaydır), bazen kendilerini belirgin kılmakla (söylediğimi sadece düşünmüyorum ama aynı zamanda arzuluyorum ve kamuya açıyorum), bazen ise anlamlandırmayla (ne anlama geldiği ancak önermenin bir olguya tekabül etmesiyle gerçekleşir) ortaya konulmaktadır. Önermelerin anlamlarının dışında o halde işaret etme ve kamuya açılma gibi başka işlevlerinin de var olduğunu görmekteyiz. O halde her işaret etme var olan bir olguya dikkat çekmektedir. Her işaretin önermesi bir duruma bağlanır. Her önermenin bağlı olduğu olaya veya olguya göre önermenin bir gerçeğe veya gerçek olmayana bağlı olduğu belirlenmektedir.
Performatif söylem; (speech act, edimsöz olarak çevrilmekte Türkçe'ye, ama ben bunu kullanmayacağım) kişinin söylediği eylemden ayrı tutulamaz. Yani, bir önermenin, bir cümlenin anlamı olabilmesi için söylenen ile yapılan eylem arasında bir gerçek ilişkisi kurmak gerekmektedir. Buna "söz eylemi" denilebilmektedir. Yapılan ile söylenen birbirlerine tekabül etmektedir. Tam da burada şimdi ortaya çıkan sözün bir gerçekliği ve kamu tarafından anlaşılabilecek bir laf olması için lafı söyleyenin eylemi yapabilme yetkisi ve kapasitesi olması gerekmektedir. En bilinen bir örneği ele alalım: Birisi "Savaş ilan ediyorum" dediği zaman bunu söyleyenin savaş ilan etme yetkisi olması gerekmektedir yahut akıl dışı bir tutkuya gidilmektedir. Toplumsal alanda bu sözü söyleme yetkisine, işlevine sahip olması gerekmektedir. Savaşa girme eylemini ancak bir general veya devlet başkanı söyleyebilmektedir (dil-işlevi). Dışarıdan herhangi birisinin bunu söylemesi ise geçerliliği olmayan tutkuya ait bir laf olarak kalmaktadır.
Peki; en baştaki yaşanmış örneğe dönüp bakarsak, bir siyasi partiye mensup olan siyasi parti liderinin (Akşener) başka bir partiden iki Belediye Reisini (M. Yavaş'ı ve E. İmamoğlu'nu) "göreve çağırma" yetkisinin olabileceği düşünülebilir mi (enformatif akt dışında)? Başka siyasi partinin bir başkanının bu önermesinin gerçekte var olan olguya nazaran karşılık bulabilme imkânı var mıdır? Galiba "hayır" demek zorunda kalacağız. Performatif akt içinde sözün bir gerçekliği olabilmesi için söyleyenin de buna tekabül edebilecek bir işlevinin olması gerekmekte. Göreve çağırma kimin tarafından yapılabilmektedir? Bu ancak dil teorisi içinde anlam kazanmaktadır. Herkes her çağrıyı yapma yetkisine sahip değildir.
Bazen dil eylemi ve düşüncesi arasındaki lojik ilişkisinin siyasetçiler tarafından bilinmesi doğru olmaz mı? Ve tercihen sözleri söylerken bu tekabül ilişkisini düşünmeleri beklenemez mi? Dil, tutkuları işlevsel olarak göstermek için kullanılabilecek bir alet olmaktan çok uzak durmaktadır. Dilin kuralları olduğu gibi siyasetin de kuralları vardır. Siyasetin de ciddiyet göstermesi beklenemez mi?
Ali Akay kimdir? Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir. Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur. Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. |