Ergenekon-Balyoz sürecinde ordu üst yönetiminden bir kesimin ülkede siyasi iktidarı darbe ile düşürmeye yönelik bazı niyetleri olduğu yadsınamaz. Ama bu darbe düşüncesi tam olarak hangi seviyede ve kapsamda olmuştu, sorusunun yanıtları muhtelif. Bu düşünce asgari derecede sistematik ve ciddiye alınabilecek nitelikte bir 'darbe teşebbüsü' müydü? Yoksa kapsamı çok sınırlı bir grubun kendi aralarındaki bir tür 'beyin fırtınası' boyutunda kalan ve teknik olarak ve ciddiye alınabilecek bir darbe planlaması mahiyetinde görülemeyecek, saman alevi gibi zaten kendiliğinden sönmüş ve düşünce düzeyinde kalmış bir ön girişim miydi?
Objektif olmaya çalışan bir hukukçu olarak vardığım sonuç, ikinci teoriye daha yakın. Bazı 'hazırlık hareketlerinin' mevcut olduğu ama bunların teknik açıdan darbeye teşebbüs suçunu oluşturduğunu söyleyebilmek için yeterli ve elverişli boyut ve niteliğe ulaşmadığını anlıyorum. Kuşkusuz bu olgu, anılan ön girişimin müsebbiplerinin kınanmasına ve kamuoyu önünde deşifre edilmelerine engel değil. Hatta kesin olarak tespit edilenlerin idari açıdan terfi ettirilmeme ve emekli edilme gibi bazı yaptırımlara tabi tutulmaları da doğru olabilir. Ama cezai açıdan teknik olarak darbe teşebbüsü suçu oluşmuyordu benim anladığım. Çünkü suç oluşması için hazırlık hareketlerinin belli bir seviyeye ulaşması ve suçu oluşturmaya elverişli nitelik taşıması gerekiyor.
Bir eylemin ahlaken kınanabilir olması başka şey; cezai açıdan suç oluşturması başka şey. En azından yaptırımları ve sonuçları arasında dağlar kadar farklar var.
Birileri bu ön girişimden haberdar olarak bir taşla birkaç kuş vurmak istendi. Bu bahane ile Kemalist/Atatürkçü ordu üst yönetiminin tereyağından kıl çeker gibi tasfiyesi planlandı. Kanıtlar abartılarak, hatta sonradan eklemeler yapılarak, gerektiğinde karartılarak ve manipüle edilerek ve yaşların yanına kurular da eklenerek, küçük çaplı bir ön girişimden Cumhuriyet tarihinin en büyük organize darbe suçu yaratılmaya çalışıldı. Katılımı yüksek göstermek ve önü açılması istenenlerin önünün açılması için ilgisiz birçok kişi de torbaya sokuldu. Küçük bir şempanze, yapay bir zorlama ile dev bir King-Kong'a dönüştürülmek istendi. Tüm toplumun gözünün boyandığı ucuz bir illüzyonist numarası sergilendi. Yüzlerce kişiyi ve ailesini mağdur etmek pahasına.
Bu arada ne kadar iyi niyetli olsalar da, zamanın basiretsiz ve Süheyl Batum hocanın deyimiyle 'kâğıttan kaplan' ordu üst yönetimi de bu illüzyonistlerin işini oldukça kolaylaştırdı doğrusu.
Kimlerdi bu illüzyonist birileri? Oportünist muhafazakâr siyasi iktidar; Fethullahçılar ve Ahmet Altan gibi asker karşıtı liberaller. Siyasi iktidar gerekli lojistik desteği sağlayarak mevzuat değişikliklerini ve atamaları/görevden almaları yaptı. Fethullahçılar 'pis' işleri yargıdaki ve emniyetteki adamlarına yaptırdı. Asker karşıtı liberaller ise basın, yayın ve kamuoyu kanadında bu vesileyle ordunun hallinin sosyo-psikolojik altyapısını oluşturmaya çalıştı.
Oportünist İslamcıların vuracağı kuş belli. Bu vesileyle ordunun gücünü kırarak bundan böyle askerin siyasete müdahalesinin önünü kapatmak görüntüsü arkasında, rejimin daha İslami yönde dönüşümü önündeki en büyük potansiyel engeli kaldırmak. Fethullahçıların vuracağı kuş ise bu yolla orduyu ele geçirmek. Bunlar illüzyonistlerin kurnaz kanadı.
Naif kanadı ise, kronik asker antipatisi hastalığından muzdarip Altan kardeşler ile sembolize olan liberal bir kesim. Bu arkadaşlar o kadar derin (!) bir entelektüel analiz yapmış ki, buna göre Türkiye'de cumhuriyetin kuruluşundan beri ülkenin demokrat bir ülke olamamasının tek müsebbibi siyasete sürekli müdahale eden asker. Askerin beli kırılır ve işi bitirilirse ülkede demokrasinin artık sırtı yere gelmez. Batı tarzı gerçek liberal demokrasiye ancak asker pasifize olursa ve bir daha ayağa kalkamayacak derecede başı ezilirse geçebiliriz. Zaten bu İslamcılardan da korkmaya gerek yok. Bunlar esasen Müslüman demokrat ve bunların iktidarda olması asker vesayetinden bin kat daha iyidir! Yani ülkede demokrasiyi yerleştirmenin mucizevi formülü, iliğine kadar ve iflah olmaz derecede Kemalist/Atatürkçü olan askerin başını ezip işini bitirmek!
Analizlerinin ne kadar sığ olduğu ve hiçbir çıpası kalmayan oportünist muhafazakârların askerden bin kat daha antidemokratik olabilecekleri şimdiden bile ortaya çıktı oysa.
Şimdi gelelim madalyonun diğer yüzüne:
Bu tür liberallerin prototipi Ahmet Altan hukuken suçlu mu? Hukuki açıdan cezalandırılmayı hak etti mi? Hemen yanıt vereyim: Hayır! Kesinlikle hayır.
Her şeyden önce, hukukun bir siyasi intikam aracı olmaması gerektiğinden. Ülkenin yakın tarihinde hukukun siyasi bir intikam aracı olarak kullanılması uygulamalarının ülkeyi sürekli olarak antidemokratik bir sarmala sokmasından. Bu sarmalın daimi olarak yeni antitezler (toplumsal tepkiler) ve akabinde yanlış sentezler, yeni tezler, antitezler şeklindeki kısır döngüyü tetiklemesinden. Özellikle Atatürk sonrası post-Cumhuriyet döneminin din karşıtı fazla katı bir laiklik anlayışını empoze etmesi; buna tepki olarak gelen Menderes döneminin takrir-i sukun'lar gibi antidemokratik yollara tevessülü; durumdan vazife çıkaran ordunun buna darbe ile tepkisi; bu tepkiye tepki olarak gelen MC'lerin toplumsal uzlaşma ve kamu düzenini sağlamadaki büyük beceriksizliğine tepki olarak tekrar darbe örneklerinde olduğu gibi… Daha yakın dönemde ise, aslında iki tarafın da daha çok tribünlere oynadığı, siyasal İslam'a tepki olarak antidemokratik uygulamalara yeltenen 28 Şubat'a yeni tepki olarak ortaya çıkan oportünist muhafazakârlarla devam eden aynı sarmal.
Antidemokratik uygulamalara karşı tepkilerin yeni antidemokratik tepkiler doğurduğu ve oluşan yeni sentezin de antidemokratik olması nedeniyle sürekli bir anti-demokrasi sarmalında sürüklenen bir ülke. Antidemokratik uygulamalardan asıl kastım ise evrensel hukuka uymama. Hukuku siyasi intikam aracı olarak kullanma. Yani demokrasimizin asıl sorunu asker vesayeti filan değil. Rasyonel olamamak. Antidemokratik uygulamalara rasyonel, yani evrensel hukuk içinde tepkiler verememek. Yangınları üzerine mazot dökerek söndürmeye çalışmak.
Buna ilaveten, (şu anda mahkûm edildiği somut davadan bağımsız olarak) Ahmet Altan'ın genel olarak suçlandığı fiilleri, yöneticisi olduğu gazeteye sızdırılan birtakım "Kemalist darbe" belgelerini ve kanıtlarını, gerçekten doğru ve otantik olup olmadıklarını gereği gibi incelemeden yayınlamak. Böylece masum birçok kişinin haksız biçimde darbecilikle suçlanmalarına aracılık etmek. Sonrasında da "Fethullahçılarca finanse edildiği öne sürülen aynı gazetedeki yayın politikası ile (siyasi iktidara katı biçimde muhalefet ederek!) Fethullahçı darbeye yardım etmek." Şu anda içerde olduğu dava ise ilk fiilinden değil ikinci fiilinden.
Ahmet Altan, hakkındaki bu iki farklı suçlamaya da kendince somut yanıtlar verdi. Gördüğüm kadarıyla ilk suçlamaya ilişkin olarak o dönemde hiçbir manipülasyona alet olmadığını, o dönemdeki Kemalist darbe girişiminin somut ve ciddi olduğunu ve gazeteciliğin gereğini yaptığını savunuyor. Bu noktada kamuoyunun ezici bir çoğunluğunu pek ikna edemese de, hata yaptığını düşünmüyor. İkinci suçlama hakkında ise, anladığım kadarıyla kendisinin Fethullahçı darbeyi önceden bildiğine ve buna zemin hazırlamak ve yardımcı olmak kastıyla eylemlerde bulunduğuna dair somut bir kanıt yok. Zaten makul ve mantıklı hiç kimse bu suçlamaya inanmıyor ve hükümet çevreleri dahil böyle bir somut kanıt bulunduğunu pek iddia eden de yok gibi.
Kaldı ki ömrü boyunca askeri darbe karşıtı olmuş; hem de oldukça naif biçimde ülkedeki tüm kötülükleri askerden ve askeri darbelerden bilmiş ve asker antipatisi içine işlemiş bir entelektüelin bir anda mucizevi bir transformasyona uğrayarak asker sevici ve askeri darbe destekçisi haline geleceğine inanmak ne eşyanın tabiatı ile ne de asgari akıl ve mantık ile bağdaşır. Aynı kişiyi kısa süre önce asker ve askeri darbe nefretinden dolayı askerlere kumpas kurmakla; hemen sonrasında da askere ve askeri darbeye yardım etmekle suçlamak ciddi bir çelişki.
Anlaşılan o ki, kendisi iktidara siyasi açıdan sert biçimde muhalefet etmeseydi bunlar başına gelmeyecekti. O halde hukuk yoluyla siyasi intikam sarmalının örneklerinden biriyle karşı karşıyayız.
Hakkındaki (doğru ya da yanlış) önceki Kemalist darbe suçlamalarına ilişkin iddialar ise sonuçta gazetecilik ve gazete yöneticiliğini hakkını vererek yapmamasına ilişkin bir konu gibi görünüyor. Hukuk boyutunu ilgilendirdiğini düşünmüyorum. Sonuçta 'kötü gazetecilik yapma suçu' diye bir suç yok hukukta benim bildiğim! İyi bir yazar olmak iyi bir gazeteci/gazete yöneticisi olmayı garanti etmiyor nihayetinde.
Sonuçta, bu ülkede uzun süredir siyasette hep irrasyonel uygulamalara irrasyonel tepkilerin verildiği ve oluşan yeni irrasyonel sentezlerin de sürekli yeni irrasyonel tez ve antitezler doğurduğu bir anti-demokrasi sarmalında yaşıyoruz. Bu sarmalın tetikçisi de vazgeçilmez bir siyasi intikam aracı olarak kullanılan hukuk. Hukukçuların kendilerini niçin bu duruma düşerek kullandırdıkları ise iç çektiren ayrı bir konu.
Artık bir noktada bu anti-demokrasi sarmalından kurtulup normalleşebilmemiz gerekiyor. Normalleşmeye ise hukukun siyasi intikam aracı olarak kullanılmasına son verilmesi ile başlanmalı. Demokrasiyi yerleştirmenin başka bir mucizevi formülü yok. Hukuksal sorumluluk ile ahlaki sorumluluğu karıştırmak uygar dünya ile mesafeyi daha da açar. Hukuk yoluyla siyasi intikam girişimleri de.
NOT: Bu yazının yayınlanması, son üç aydır yazılarımı düzenli olarak yayımlayan GAZETE DUVAR tarafından reddedildi. Gerekçesi, "gazete olarak bu tartışmaya girmek istemiyoruz" olarak belirtildi. Herhalde yazıdaki A. Altan'ın Taraf'taki gazetecilik yapma tarzına dair bazı ifadelerimden rahatsız olundu ve Altan camiasından gelebilecek tepkilerden çekinildi. Gazete yayın politikası ile uyumlu olmayan yazılara da yer veren demokratik forum olma iddiasında olan ve bunu açıkça taahhüt eden bir gazetenin kendi içindeki çelişkisini ve bu vesileyle ülkedeki en demokrat olma iddiasındaki kurumların bile farklı görüşlere tahammülündeki ve ifade özgürlüğüne bakışındaki dramatik seviyeyi okuyucuların takdirine sunuyorum.
*Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
T24'ÜN NOTU: Ahmet Altan'ın, Taraf'ın yayınlarına ilişkin açıklamalarını aşağıdaki linklerden okuyabilirsiniz:
Ergenekon ve Medyadaki Algı Operasyonu - 1
"Şık ve Şener" Algı Operasyonu