Gerek geçmişte temsil ettiği siyasi yapının, gerek kendisinin siyasi kariyerinin belli dönemlerindeki yaklaşımının teröre karşı yeterince tavırlı ve mesafeli olamaması nedeniyle kendisine özel bir sempati besleyemediğimi itiraf etmeliyim.
Buna karşın, "Sezar'ın hakkı Sezar'a!" kabilinden, Selahattin Demirtaş hakkındaki iki temel tespitimi de belirtmek zorundayım:
Hukukçu ve akademisyen kimliğimle ilk tespitim, bu kadar süredir hapiste olmasının adil ve hukuki olmadığı. Aslında herkesin bildiği sır şu ki, kendisi somut bir suç işlediği için değil, siyasi olarak en üst mevkideki gücü özel olarak rahatsız ettiği için içeride. Hapse atılmasına sebep olarak gösterilen sözler ve fiillerin aynısını hatta daha da fazlasını söylemiş olan başkalarına aynı muamelenin yapılmadığı herkesin malumu. Üstelik -bence siyasi açıdan gerekli olmakla birlikte teknik hukuk (anayasal ve yasal) yönü boşlukta kaldığı için sonradan siyaseten de başarıya ulaşmayan- "Çözüm süreci" döneminde onun söylediklerini söyleyenler değil söylemeyenler içeri atılıyordu neredeyse! Sonuçta bu ülkede asgari ölçüde bile olsa Batı standartlarında bir hukuk ve yargı olsaydı kendisinin hapse girmemesi gerekirdi. Milyonlarca kişinin oy verdiği legal bir siyasi partinin lideri olması da bu olguyu ayrıca perçinliyor.
İkinci tespitim ise, Demirtaş'ın son dönemdeki yani gerek hapse atılmadan hemen önceki gerek hapisteki performansının, kendi Kürt kökenli seçmen tabanının tolerans sınırının son noktalarına kadar çekiştirilip gerilme riskini alabilme pahasına, teröre ve ayrılıkçı terör eylemlerine karşı ciddi biçimde mesafeli olması.
Demirtaş'ın bu noktadaki asıl başarısı salt bu mesafeyi koyabilmek değil. Bu mesafeyi ısrarla ve cesaretle koymasına rağmen kendi Kürt tabanındaki meşruiyetini ve desteğini de koruyabilmesi hatta artırabilmesi. İşte asıl büyük başarı burada.
Benim dışarıdan görebildiğim kadarıyla Demirtaş'ın özellikle büyük kentlerdeki her kesimden Kürt kökenliler ve özellikle de gençlerin ezici çoğunluğu arasında müthiş bir desteği var. Son İstanbul belediye seçimleri öncesindeki İktidarın başarısız siyasi manevralarından da anlaşıldığı üzere, Kürtler nezdindeki popülaritesinin Öcalan'ı bile geçtiği anlaşılıyor. Sayesinde Kürtlerin ciddi bir kesimi de teröre karşı daha mesafeli tavır takınıyor artık. Bu bağlamda Demirtaş'ın ülkedeki iç barışa ve kamu düzeninin sağlanmasına olan katkısının not edilmemesi haksızlık olur bence.
Gelelim Demirtaş'ın geçtiğimiz günlerde dile getirdiği hukuksal ve siyasal sistem reformu önerilerine (Bkz. T24, 17 Ağustos).
Önümüzdeki seçimlerden itibaren uygun siyasi ortam olduğu takdirde muhalefetin büyük ölçüde mutabık olduğu "Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem"in nasıl olması ve neleri içermesi hakkında somut öneriler getiriyor.
Demirtaş öncelikle siyasi partilerin demokratikleşmesi için partilerde lider hâkimiyetine son verilmesini; milletvekili ve belediye başkan adaylıklarının önseçimle yapılmasını ve parti yönetimleri ile aday listelerinde yarı yarıya cinsiyet kotası konulmasını öneriyor.
Kuşkusuz haklı öneriler bunlar. Her ne kadar partilerde lider hâkimiyetine nasıl son verileceği somutlaştırılmış olmasa da ve yüzde 50 kadın kotası pek gerçekçi görünmese de. Kadın kotası yasal zorunluluk olursa aday listelerinde seçilemeyecek yerlere bilin bakalım kimler konulur? Kanaatimce parti üyelikleri sağlıklı ve şeffaf bir yapıya kavuşturulduktan sonra öncelikle genel başkanların tüm üyeler tarafından doğrudan; milletvekili ve belediye başkan adaylarının ise o il bazındaki tüm üyelerce seçilmesi; ancak parti yönetiminin oluşturulmasında genel başkana önemli inisiyatif tanınması doğru olur. Cinsiyet kotasının ise üçte bir olarak öngörülmesi daha gerçekçi görünüyor.
Seçim barajının kaldırılması (daha doğrusu yüzde 1'e indirgenerek Türkiye milletvekilliği getirilmesi), YSK'nın tarafsızlığının güvenceye alınması ve internet üzerinden de oy verme seçeneği tanınması gibi somut öneriler var.
Buradaki kilit nokta YSK'nın tarafsız ve adil karar vermesinin nasıl güvenceye alınacağı. Çünkü şu anda da görünürde YSK üyelerinin tamamını yüksek hakimler kendi aralarından seçiyor. Hiçbiri siyasi iktidar tarafından seçilmiyor. Ama gerçek durumun nasıl olduğu herkesin malumu. Bütünsel bir yargı reformu ile yargı adil, tarafsız ve objektif olarak sil baştan yeniden yapılandırılmadığı sürece seçim güvenliği ve adaletini de sağlamak mümkün değil.
Medya patronlarının devletle iş yapmasını yasaklamak ve RTÜK'ün yeniden yapılandırılmasını sağlamak güzel öneriler. Ama korkarım gerçekçi ve pratikte işe yarar çözümler olmaz. Devletle iş yapma yasağı koysanız bile, siyasi iktidar, yandaş medya patronlarını dolaylı da olsa ihya edecek yolları hemen bulacaktır. Ayrıca RTÜK üzerindeki hâkimiyetinden hiçbir iktidar vazgeçmeyecektir. RTÜK üyelerinin TBMM'deki siyasi partiler arasında güçleri oranında paylaşılmasından en çok muhalefet partilerinin memnun olduğunu unutmayın!
Sivil toplumun siyasi karar alma süreçlerine katılımına ve elektronik ortamda doğrudan demokrasi yönünde değişikler yapılmasına dair öneriler çok yerinde. İstenirse yapılması ve gerçekleşmesi de pekala mümkün aslında. Ama buradaki soru işareti, soldaki siyasi partiler dahil iktidarların, iktidar gücünü paylaşmamak için, bunu gerçekten isteyip istemeyecekleri. Maalesef biraz kuşkuluyum burada.
Kesinleşmiş mahkeme kararları olmadan seçimle gelen yerel yöneticilerin görevden alınamaması, bu yolla alındığında da kayyımların yine seçilmiş yerel meclis üyeleri arasından veya yeni seçimle gelmesi gibi somut öneriler hem haklı hem de gerçekçi. Belediyelerin mali kaynaklarını artırma önerisi ise söylemesi kolay ama fiilen yapılması zor iş. Refah düzeyi yüksek bölgelerin vergi yükünü artırıp daha az gelişmiş bölgelere buralardan (Batı'dan Doğu'ya) kaynak artırımı yapmanın doğuracağı politik, ekonomik ve sosyolojik sorunların potansiyel ciddiyeti çok büyük.
Milletvekilleri için kişisel bazda yetki artırımı ve özellikle idari uygulamalarda bilgi sorma ve hesap sorma yetkileri tanınmasına yönelik öneriler son derece orijinal ve olumlu. Gerçekçi ve işe yarar ayrıca.
İyice de somutlaştırılmış kapsamlı öneriler var. Büyük kısmı olumlu ve gerçekçi. Ama HSK üyelerinin yarısının doğrudan yüksek yargı dışındaki hakim-savcılarca seçilmesi önerisine ciddi itirazım var. 2010 değişikliğiyle denendi bu ve yargının malum bir yapının kontrolüne girmesine yol açtı. Rasyonel biçimde örgütlenmesi mümkün olmayan 20 bin kişiye, "hepiniz toplanıp aranızdan 5 temsilci seçin!" dediğinizde, kazanan her zaman marjinal ama örgütlenmeyi iyi becermiş gizli ajandalı gruplar olur. Hakimler ve savcıların ayrı kurullar bazında ayrılması ile adli kolluğun idari kolluktan teşkilat olarak ayrılması önerileri üzerinde düşünülebilir ama bence öyle acil reform konuları değil.
Öneriler iyi hoş ama sanki biraz yavan kalmış. Uzmanlık alanı olmadığı için hiç konulmasa daha iyiymiş.
Kamuya alımlarda objektif ve adil olunması gibi öneriler tabii ki olumlu.
Sonuçta, Demirtaş'ın mevcut hukuk ve siyasi sistemde reform niteliğindeki önerilerinin büyük kısmı bence de hem haklı hem de gerçekçi. Sürdürülebilirliği konusunda iktidar çevrelerinin aklı selimlerinin bile ümitsiz göründüğü mevcut "tek adam" rejiminin reform günü gelip çattığında, hazırlıklı olmak adına mevcut tüm siyasi yapı ve aktörlerin benzer somut önerilerini kamuoyu ile paylaşması ve tartışmaya açmasına örnek oluşturması dileğiyle.