Son zamanlarda, hükümetin uyguladığı ekonomik politikalar sonucunda gerek enflasyonun gerekse dövizin ciddi biçimde yükselmesine bağlı olarak, gıda ürünleri dahil tüm mal ve hizmetlerin fiyatında çok büyük artışların meydana geldiği herkesin malumu.
Bunun üzerine halktan gelen büyük tepkilerden ve bu tepkilerin ilk seçimde hükümet aleyhine yöneleceğinden çekinen hükümetin bulduğu "mucizevi çözüm", devlet tarafından kurulacak ve işletilecek marketlerle, devlet bütçesinden sübvansiyonlar da yapılarak, gıda gibi zorunlu tüketim ürünlerinin bu marketlerde daha ucuza satılması gibi görünüyor.
Nitekim Cumhurbaşkanı bu bağlamda devletçe kısa süre içinde 1000 civarında büyük market açılması talimatı verdiğini açıkladı.
Bu işin ise halen az sayıdaki Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri marketlerinin tüm ülkede yaygınlaştırılması suretiyle yapılacağı anlaşılıyor. Oysa ki bu marketlerin halen bile zarar ettiği ve zararın kamu kaynaklarından karşılandığı ifade ediliyor.
Tarım Kredi Kooperatifleri, özel bir kanunla kurulmuş ve asıl olarak tarımsal üretim yapan çiftçilerin finansman ihtiyacını karşılamak amacıyla faaliyet gösteren üretici kooperatifleri. Görünüşte özel hukuk işletmeleri gibi görünmesine karşın, gerek finansman ihtiyaçlarının büyük ölçüde devlet bütçesinden ve kamu kaynaklarından karşılanması, gerekse Tarım ve Orman Bakanlığının doğrudan denetim ve gözetimi ve hatta fiili kontrolü altında bulunmaları nedeniyle, fiiliyatta hükümete göbeğinden bağımlı olduklarında kuşku yok.
Peki, devletin bu şekilde süpermarketçilik yaparak ekonomiye müdahale etmesi doğru mu?
Hem ekonomik yönden doğru mu? Hem de hukuksal yönden mümkün mü? Hem de siyaset bilimi ve kamu yönetimi yönünden meşru mu?
Herkesin maşallah ekonomi uzmanı olduğu Ülkede maalesef bendeniz kendini ekonomi uzmanı görmüyor!
O yüzden, salt devlet kesesinden sübvansiyon yaparak, eski komünist sistemlerde olduğu gibi devlet süpermarketlerinde ucuza ürün satarak enflasyonla, dövizdeki yükselme ile, hayat pahalılığı ile nasıl mücadele edilebileceğini ve bu mücadelenin ne kadar gerçekçi ve sürdürülebilir olacağını açıkçası benim ekonomi bilgim çözemiyor.
Siyaset bilimi ve kamu yönetimi açısından ise esnafın, tüccarın, üreticinin, toptancının ve pazarcının vergileriyle devlet marketlerini finanse edip, kendi vergileriyle kendilerine rakip çıkartmanın ve bu rakibin kendi ekmekleriyle oynamasının siyasi meşruiyeti ise ayrı problem.
Serbest piyasaya ve ekonomiye bu şekilde bodoslama ve kaba bir müdahalenin en çok ihtiyaç duyulan zamanda yabancı ve yerli yatırımlar üzerindeki olumsuz etkisine girmiyorum bile.
Cumhuriyeti kuranlarla "canım devlet ayakkabı mı yapar? Giysi mi satar?" (Sümerbank) diye dalga geçerek iktidara gelenlerin şimdi kurtuluşu marketçilikte görmeleri ayrı bir tiyatro.
Hukuksal açıdan ise durum şöyle:
Öncelikle Anayasa, özel teşebbüs özgürlüğünü güvenceye almış durumda (m.48). Yani serbest piyasa düzenine güvenerek özel girişim kurabilmek ve işletebilmek ve bu konuda devletin özel girişimcilere engel olmaması anayasal bir temel hak ve özgürlük.
Anayasa bu noktada devletin özel teşebbüslerin "milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara" uygun faaliyeti için "gereken tedbirleri almaya" yetkili olduğunu belirtmiş. Ne var ki bu yetki, devletin öyle istediği gibi ülkenin her yerine marketler açarak özel teşebbüs ile kıyasıya rekabet edebileceği ve devletin imkanlarını ve devlet kaynaklarını da bu marketlere harcayabileceği anlamına gelmiyor.
Öte yandan, benim görebildiğim kadarıyla şu andaki yürürlükteki hiçbir kanunda veya mevzuatta hükümete yani merkezi idareye ülkenin her yerine marketler açıp gıda toptancılığı veya perakendeciliği yapma yetkisi tanınmıyor.
Cumhurbaşkanlığının, Tarım ve Orman Bakanlığının, Ticaret Bakanlığının, Hazine ve Maliye Bakanlığının görev ve yetkilerinin düzenlendiği 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde böyle bir yetki yok.
1581 sayılı Tarım Kredi Kooperatifleri Kanununda da yok.
Hatta toptancı halleri ve pazar yerleri hakkındaki 5957 sayılı kanunda, gıda ürünleri ve diğer temel tüketim maddelerinde fiyatların serbest piyasa koşullarında oluşacağı ve kamu kurumları dahil kimsenin buna müdahale edemeyeceği hüküm altına alınmış. Bu konulardaki denetim yetkileri ise asıl olarak belediyelere verilmiş.
Bu konuda sadece Belediye Kanunu, belediyelere, yerel halkın temel ihtiyaçlarının karşılanması ve ekonomi ve ticaretin geliştirilmesi için "her türlü faaliyet ve girişimde bulunma" yetkisi tanımış.
Bu yetkinin ise sürekli ve olağan değil, istisnai ve geçici nitelikte görülmesi gerekir.
Yani halkın temel ihtiyaçlarında olağan olmayan suni bir artış olması durumunda bu acil sorunu gidermeye yönelik istisnai ve geçici nitelikte satış yerleri açma yetkisi hükümetin yani merkezi idarenin değil, belediyelerin.
Eğer hükümetin iddia ettiği gibi belli büyük süpermarket zincirleri aralarında anlaşıp sattıkları ürünlerin fiyatlarını suni biçimde fahiş artışa tabi tutuyorlarsa, hukuken buna müdahale etme yetkisi ise Rekabet Kurumunda.
Zaten Kurum, büyük zincir marketler hakkında inceleme başlattığını duyurdu.
Zira, ekonomik aktörlerin aralarında anlaşıp (uyumlu eylem ve anlaşma) serbest rekabeti bozucu faaliyette bulunarak bu şekilde fiyatlara müdahale etmeleri kanuna aykırı bir rekabet ihlali. Tabii böyle bir ihlalin gerçekleşmiş olup olmadığı anılan inceleme ve soruşturma sonucunda ortaya çıkacak.
Hukuksal açıdan işin bir de "haksız rekabet" boyutu var.
Ticaret Kanunu haksız rekabeti yasaklıyor.
Eğer aynı yerde faaliyet gösteren iki marketten biri devlet bütçesinden aldığı sübvansiyonla, zararına satış yaparak ve zararını devlet bütçesine yıkarak çok ucuza ürün satıyorsa, o yerdeki bakkal, market ve pazarcılarla "haksız rekabet" yapmış olabilir.
Sonuçta, "regüle edilmiş ve sosyal politikalarla evcilleştirilmiş serbest piyasa sistemi" olarak niteleyebileceğimiz günümüz ekonomik düzeninde kamu otoritelerinin suni ve fahiş ürün fiyatlarına karşı birçok müdahale yöntemi bulunmaktadır. Merkez bankaları ile hazine ve ekonomi bakanlıkları düzeyindeki makro ekonomi politikaları ve kararları da esasen bu yöntemlerden ayrılamaz.
Hal böyle iken, hayat pahalılığı ve fiyat artışları ile bu türden devlet marketçiliği yapılması gibi yöntemlerle mücadele edilmeye çalışılması, salt politik bir taktik olarak sorumluluğu başkalarına atarak "günah keçileri" yaratmaya çalışmak değilse, sadece "pansuman tedbir"den ibaret kalır.
İktidara sermayenin de sırt çevirmesi sonucunu doğurabileceğinden, astarı da yüzünden pahalıya gelir.
*Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi.