Malum Koronavirüs salgını dolayısıyla tüm dünya ve tüm insanlık adeta psikolojik ve sosyolojik bir testten geçiyor. Entelektüel camiada son günlerdeki ana tartışma konusu ise salgın sonrasında dünyanın yeni politik düzeninin ve bu düzenin insanlara ve toplumlara etkisinin ne yönde olacağı.
Geleceğe yönelik her tartışmalı konuda olduğu gibi bu konuda da iyimserler, kötümserler ve orta yolcular olarak üç farklı yaklaşım var.
İyimserlerin yaklaşımı şöyle:
Salgın gerek siyasetçilerin gerek tüm insanların gözünü açtı ve bazı şeyleri daha net ve doğru biçimde görmelerini sağladı. Bu nedenle salgın sonrası özellikle küresel ısınma, iklim değişikliği, doğal gıdalara ve iyi tarım uygulamalarına yönelim, çevre ve toplum sağlığına duyarlılık gibi konulardaki politikalar daha pozitif yönde değişecek. Ayrıca, uzun süreli evde tecrit deneyimi insanlara kişisel özgürlüklerin ne kadar değerli olduğunu öğretti. Yine insanların ortak sorunlarının çözümündeki toplumsal yardımlaşma ve dayanışmanın önemi de kamusal özgürlüklerin değerini ortaya çıkardı. Bu nedenle salgın sonrasında insanların özgürlüklere daha fazla sahip çıkması ve demokrasinin daha pozitif yönde gelişmesi beklenmeli.
Kötümserlerin tahminleri ise şunlar:
Küresel ölçekteki bu salgın, demokrasi ve devlet düzeninin varolmasından bu yana ölmeyen özgürlük-güvenlik çatışmasının galibinin net biçimde güvenlik olduğunu ortaya çıkardı. Aktüel toplumların güvenlikleri tehlikeye girince özgürlüklerinden kolayca vazgeçebildiklerini tüm dünya çok açık biçimde gördü. Bu durum tüm dünyadaki otoriter ve totaliter rejimlerin ekmeğine yağ sürdü ve elini güçlendirdi. Zaten Çin, Rusya, İran, Hindistan, Filipinler, Brezilya, Macaristan, Polonya, Mısır ve Türkiye gibi ülkelerde kök salan otoriter ve totaliter rejimler salgın sonrasında tüm dünyada iyice kurumsallaşacak ve etkisini diğer ülkelere de yayacak. Yapay zeka uygulamaları ile teknolojinin de yardımıyla iyice kolaylaşan bireysel takipler ve kişisel veri denetimleri, devlet karşısında kişi özgürlüklerini giderek daha da kısıtlayacak. Orwell’in "1984" romanındaki tarzda bir dünyaya pupa yelken gidiyoruz!
Orta yolcular ise şu düşüncede:
Teknolojideki ve gündemdeki olağanüstü değişimler insan hafızasını balık hafızasına dönüştürdü. İnsanlar her şeyi çok kolay unutuyor artık. Salgın bitince ve her şey normale dönünce bir süre sonra salgında yaşananlar da kolayca unutulacak. Her şey eski tas eski hamam devam edecek. İnsanlar lüksten ve konfordan yine vazgeçmeyecekler. Çevre korumada ve diğer toplumsal konularda her şey öncesi ile üç aşağı beş yukarı benzer olacak. Ciddi bir iyileşme de kötüleşme de olmayacak. Eski düzen devam edecek. Popülist siyaset ilkeli siyasete karşı eskiden olduğu gibi aynen kazanmaya devam edecek. Pek bir şey değişmeyecek.
Bir örnek verelim. Geçenlerde Belçika devlet televizyonunda (RTBF) Çin hakkında bir belgesel izledim. Belçikalı televizyoncular Çin’in değişik yerlerinde haftalarca kalarak ve araştırma yaparak, bazıları gizli çekimlerle ve kayıtlarla ilginç bir belgesel çekmişler.
Bana ilginç gelen bazı çarpıcı bilgiler vereyim.
Yaklaşık 200 milyon kamera neredeyse tüm ülkeyi sokak sokak izliyor. Tüm bilgiler devletçe merkezi biçimde işleniyor. Sokağa çıkan herkes yüz tanıma teknolojisi ile tespit ediliyor. Hatta kameralar kişileri sadece yüzden değil arkadan ve sırtından dahi tanımlayabiliyor. Yapay zeka uygulamaları öyle gelişmiş ki kameralar kişilerin üzgün, sevinçli, kızgın olup olmadığını bile tespit edebiliyor.
Daha da ilginci Çin hükümetinin yeni başlattığı ve çok önem verdiği bir program. Şimdilik bazı bölgelerde pilot uygulaması yapılan uygulamanın kısa süre içinde tüm ülkede istisnasız tüm kişilere uygulanması planlanıyormuş: Vatandaş puanlaması uygulaması.
Sistem her vatandaşa bir vatandaşlık puanı veriyor. Örneğin herkese baştan 1000 puan. Devlete karşı negatif her davranışınızda puan düşülüyor. Ehliyet puanı düşmesi gibi. Suç işleme, trafik cezası alma, borcunu ödemeyip icralık olma vs. gibi. Devlete ve yönetime karşı kötü sözler söyleme, sosyal medyada muhalif beyanlarda bulunma gibi arzulanmayan hareketler için de puan düşülüyor bu arada. Cici vatandaş olursanız, örneğin kötü vatandaşları ihbar ederseniz de puan ekleniyor.
Puanınız belli bir seviyenin altına düşerse, birtakım kamusal kısıtlamalara tabi tutuluyorsunuz. Örneğin banka kredisi alamıyorsunuz. Şehirlerarası uçak bileti almanızı Sistem engelliyor. Kamuda memur olamıyorsunuz. Vatandaşlık puanınız daha kritik bir seviyeye düşerse (Kara Liste!) hayatınız iyice zorlaşıyor. Özel sektörde bile işe giremiyorsunuz örneğin. Araç satın alamıyorsunuz filan. Yani Sistem sizi otomatikman "FETÖcü" ilan ediyor bir anlamda! Hayatınız kararıyor.
Şaka filan değil. Film senaryosu da değil. Belçika Televizyonu bu sistemin uygulandığı bölgelerde başlarına bu gibi uygulamalar gelen birçok kişi ile gizlice görüşüp çekim yapmış. Hatta bir devlet üniversitesindeki kamu yönetimi profesörü ile yapılan röportajda bu sistemin pilot uygulamalarının çok iyi işlediğini ve tüm ülkede en kısa zamanda uygulanacağını, hatta diğer ülkelerin de örnek alması gerektiğini savunuyor!
Yukarıda salgın sonrası için değinilen üç senaryodan hangisinin haklı çıkacağını zaman gösterecek. Kişisel tahminim ise bu, ülkelere ve daha doğrusu kültürlere göre değişecek.
10 yıl kadar önce misafir öğretim üyesi olarak bulunduğum Los Angeles Kaliforniya Üniversitesi'nde (UCLA) yabancı akademisyenlerden oluşan bir grup için ileri seviye İngilizce tartışma kulübüne katılmıştım. Grupta tüm uzmanlık alanlarından yarısı Asyalı (Japonya, Çin, Kore) diğer yarısı Avrupalı yaklaşık 40 akademisyen bulunuyordu. O haftaki Times dergisindeki bir makaleyi tartışıyorduk. Makalenin konusu, terör saldırılarını önlemek adına güvenlik kuvvetlerinin kişilerin iletişimini (telefon, posta, email vs.) izleyebilmelerinin kolaylaştırılmasının sakıncaları hakkındaydı.
İlginç bir biçimde grup bıçak gibi ikiye ayrıldı. Asyalı akademisyenlerin tamamı, devletin kişisel telefonlarını istediği gibi dinleyebilmesinden hiç rahatsızlık duymuyordu. "Ben zaten suç işlemem ki; devletin telefonumu dinlemesinden neden rahatsız olayım!" modundaydı. Avrupalıların tamamı ise (bendeniz dahil!) devletin çok somut bir zorunluluk olmadıkça telefonunu kolayca dinleyebilmesinden ciddi rahatsızlık duyuyordu. Hatta moderatör Amerikalı akademisyen dahil herkes, grubun bu konuda coğrafi olarak bıçak gibi ikiye ayrılmasına çok şaşırmıştı.
Aslında olay coğrafi değil, kültürel tabii ki.
Salgın sonrasında, sivil toplum kültürü olanlar ve halkının çoğunluğu demokratik değerlere inanmış ülkeler için yukarıdaki iyimser senaryo işleyecek. Esas olarak Batı dünyası için. Dijital demokrasi güçlenecek.
Bireysel özgürlüklere ve demokratik değerlere inanan bir sivil toplum kültürüne sahip olmayan ülkelerde ise kötümser senaryo gerçekleşecek. Tipik Doğu toplumları gibi. Dijital totalitarizm daha da kurumsallaşacak.
İki arada bir derede kalan toplumlar için ise (Türkiye?) üçüncü senaryo daha olası görünüyor. Eski tas eski hamam. Dijital popülizm bir süre daha hüküm sürecek.
Sonuçta virüs dünyada dijital uçurum sonrasında bir de kültürel uçurumu derinleştirecek sanki. Dijital totaliter rejimlerle dijital demokratik rejimler arasındaki yeni uçurumu...