Erken seçime gidilmezse normal seçim Haziran 2023'te. Yani 1,5 yıl sonra.
Erken seçime gidilmesi için siyasi koşullarının var olduğu herkesin malumu.
Ekonomik krizin halkta yarattığı ciddi sıkıntılar. Hukuk ve insan haklarındaki sorunlar belli.
Bundan bağımsız olarak, sanırım Türkiye'de siyasi iktidarın seçiminde (milletvekilliği ve Cumhurbaşkanı) doğru ve gerekli seçim döneminin 4 yıl olduğu iyice netleşti.
Her ne kadar kanunla veya Anayasa ile yapay olarak seçim dönemi 5 yıl olarak belirlense de, bu ülkede doğal ve makul seçim dönemi 4 yıldır.
Halkın önüne konacak seçim sandığı 4 yılı aştığı anda ülkenin doğal siyasi dinamiklerinde huzursuzluk ve karmaşa hemen başlıyor. Öteden beri bu böyle.
Siyasetteki normalleşmeyi sağlamanın ilk şartı, halkın önüne konulacak seçim sandığının 4 yılı geçmemesi.
Aksi durum iktidardaki partilere de yaramıyor.
Bu nedenle önümüzdeki Mayıs-Haziran'da bir erken seçim aslında bu ülke siyasetinin doğal dinamiklerine de, güncel siyasi konjonktüre de daha uygun olacak.
Siyasette gittikçe artan ve boruda sıkışan ve çıkamayan basınçlı hava gibi sürekli yükselen gerilimin bir an önce rahatlaması ise aslında sadece muhalefetin değil, iktidarın da hayrına olacak.
Şunu da belirtelim ki, siyasette ömrünü veya en azından iktidar dönemini fiilen tamamlamış bir siyasi oluşumun devamını yapay yollarla sağlamaya çalışmak gerçekçi olmadığı gibi, sonuçları o siyasi ve bürokratik kadrolar için hep daha ağır olur.
Vakti zamanı geldiğinde çekilmeyi bilmek hem bir erdemdir. Hem de siyasette sonrasında toparlanıp tekrar iktidara alternatif olabilmek için daha gerçekçi bir yaklaşımdır.
Demirel'in AP, DYP, DP çizgisi, Türkeş'in MHP çizgisi ve Erbakan'ın MSP, Refah, Fazilet, Saadet çizgisi (onca yapay engellere rağmen) bunu iyi becerip, bazen iktidara gelip bazen muhalefette kalmayı bildiği için sonuna kadar hep ayakta kalabildi.
Özal'ın ANAP ve Ecevit'in DSP çizgisi ise bunu beceremediği için siyasette yok oldu gitti.
Mevcut siyasi iktidar için işin bir de "alternans" boyutu var.
Alternans, siyasette iktidarın makul zaman aralığında, örneğin en geç iki dönemde bir, farklı siyasi oluşumlar arasında değişebilmesidir.
Günümüzde bir ülkede gerçekten demokrasinin var olduğunu söyleyebilmenin temel ölçütlerinden biri alternans olmasıdır.
Örneğin aralıksız 20 yıl iktidarda kalmak, dünyanın en demokratik lideri ve partisini bile mecburen yozlaştırır.
Bu olgu diyalektiğin de evrimin de kaçınılmaz kuralı.
Mahkeme kadıya, devlet de tek bir siyasetçiye mülk değil.
Baksanıza tüm dünyada hemen tüm farklı kesimlerin en başarılı siyasetçi olarak gördükleri Merkel bile vakti zamanı gelince siyasetten çekilmeyi bildi. Nitekim partisi de son seçimleri kaybetti.
Alternansın bir diğer yararı da, hükümetin farklı siyasi oluşumlar arasında değişebilirliğinin beklenmesi ve bilinmesinin özellikle bürokraside ve hatta yargıda karar alıcıların ayaklarını denk almasını ve daha objektif davranmasını teşvik etmesi. Yeni gelecek iktidarın önceki dönemin "kirli" işlerinin hesabını sorabileceğinin bilinmesi ve beklenmesi herkesin ayağını denk almasını sağlar.
Türkiye gerçeklerine dönersek.
Erken seçimin siyaseten doğal ve makul şartları oluştu. Ama fiilen olması zor gibi.
Çünkü 2017 sonrasındaki yeni anayasal düzende erken seçime gitmek iyice zorlaştı. Dünkü yazısında sayın Tolga Şirin'in açıkladığı gibi (T24, 30 Kasım). Cumhurbaşkanı erken seçim istemezse TBMM'nin beşte üç çoğunluğu gerekiyor. MHP, bu hususta muhalefete destek verse bile yeterli olmuyor.
İşin Türkçesi, Erdoğan ve partisi istemediği sürece erken seçim hukuken mümkün değil.
Peki iktidar erken seçim ister mi?
Bu ekonomik krizde erken seçime gitmek iktidar için siyasi intihar olur. İktidarı, yani hem cumhurbaşkanlığını hem de Meclis çoğunluğunu altın tepside muhalefete sunmak anlamına gelir.
O yüzden erken seçim senaryoları gerçekçi görünmüyor.
Tek olasılık, iktidarın son günlerde uygulamaya koyduğu ve makul-mantıklı ve itibarlı hiçbir ekonomistin tutarlı bulmadığı ve şans vermediği yeni ekonomi "deneyinin" kısa vadede ve geçici bir para bolluğu ve yapay ekonomik refah sağlaması. Birkaç ay sonra geçici bir balon yaratarak mucizevi bir ekonomik iyileşme sağlaması.
Ne var ki benim anladığım kadarıyla, "TL'yi düşürüp ihracatı patlatıp cari açığı düşürelim; bol para basarak piyasayı paraya boğalım; faizleri düşürüp yatırımları çoşturalım; asgari ücreti 4 bin TL yapıp halkın da gözünü boyayalım!" tarzı şapkadan tavşan çıkarmalarla bile kurtarılamayacak bir ekonomik enkaz var ortada.
Kuru kontrol edemedikten sonra, faizleri düşürüp, bol para basıp piyasayı paraya boğmak yatırımları filan artırmıyor. Çünkü önünde istikrar görmeyen hiçbir makul iş insanı yatırım yapmıyor. Ucuz krediyi bulan ise en garantili kazancı tercih edip bu krediyi dolara yatırıyor. Böylece dolar daha da artıyor. Yani düşük faiz ve ucuz kredi gerçekte dövizin ateşine mazot taşıma işlevi görüyor.
İhracat için gerekli ara malın ve hammaddenin büyük kısmı ithalata bağımlı olduğu için ihracat da istenilen artışı görmüyor.
Asgari ücreti yapay biçimde aşırı artırmak ise en büyük maliyeti işçi ücreti olan çoğu orta halli işletmeyi batıracağından veya işçilerin bir kısmını çıkarma sonucunu doğuracağından, işsizliğin daha da artması olarak geri dönecek. Üstelik düşük gelirli kitlelerde yaratacağı rahatlık ise çok kısa vadeli olacak. Yüksek enflasyon bu ücreti de hemen eritiverecek.
Yani nereden bakarsanız bakın, işler sarpa sarmış gibi görünüyor.
Bu yeni ekonomi "deneyinden" mucizevi bir iyileşme çıkmasını beklemek, benim anladığıma göre bilimsel yönden gerçekçi değil.
Kaldı ki bu yeni ekonomik "deneyin" üzerinde yeterince düşünülüp uzun süredir planlandığına inanmak istesek bile şu soru yanıtsız kalıyor:
Madem bu yeni model uzun süredir planlanıyordu; o halde niçin daha birkaç ay önce sırf kuru yapay biçimde tutabilmek ve düşürmemek için Merkez Bankasının milyarlarca dolarlık rezervi düşük fiyattan satılarak eritildi?
Çok kısa süre içinde birbirine taban tabana zıt ekonomi "deneyleri" yapılarak ülkenin kıt kaynakları bu kadar ağır biçimde heba edilebilir mi?
Şunu da ekleyelim ki gerek Merkez Bankasının gerek iktidardaki ekonomi politikalarına yön verenlerin ekonomiye ilişkin bu tür kararlarından dolayı hukuken sorumlu tutulabilmeleri teknik olarak mümkün görünmüyor.
Geçenlerde bir siyasi partinin son günlerdeki ekonomik kararları nedeniyle Merkez Bankası üst yönetimi için suç duyurusunda bulunduğunu okudum basından.
Siyasi sorumluluk her zaman hukuksal sorumluluk da doğurmaz.
Sonuçta, yeni ekonomik deneyden mucizevi biçimde şapkadan tavşan çıkarıp acil bir ekonomik refah sağlanamadığı sürece erken seçim realist değil. Mucizelere inanmıyorsanız bu da mümkün görünmüyor.
Siyaset, kitlelere büyük hayaller kurdurabilme sanatıdır.
Bunu da "siyasi büyü" ustaları yapabilir.
Ne var ki her başarılı "büyücü" için büyüsünün bir kez olsun bozulması kaderini belirler. Yani sonun başlangıcı olan bir "büyü bozulması" olunca ve büyü bir kez bozulunca, işler bir anda hızla tersine döner.
Sanırım Türk siyasetinde de son 20 yılın "büyüsü" İstanbul ve Ankara yerel seçimleri ile bozuldu. Sonrasında da bir türlü dikiş tutmuyor.