HDP'ye karşı açılan kapatma davası kapsamında geçen hafta AYM, bir tedbir kararı olarak, bu partiye yapılan hazine yardımına dair banka hesaplarına bloke koyulmasına karar verdi.
AYM kararı 6'ya karşı 9 oyla alındı.
Bazı kaynaklarda kararın 7/8 çoğunlukla aldığı yazıldı. Doğru değil.
7/8 çoğunluk, bu tedbir kararı alınmadan önce ilgili partinin (HDP) savunmasının alınmasına gerek olmadığına ilişkin.
Bu arada alınan bu bloke kararı şimdilik geçici bir karar.
Partinin 30 gün içinde verilmesi istenen savunması gelince bu konuda yeniden karar verilecek.
Söz konusu bloke kararının usul ve esas yönünden hukuken isabetli olup olmadığına aşağıda değineceğim.
AYM'nin son tedbir kararı HDP'nin kapatılacağına işaret mi?
Bu noktada en can alıcı soru, işbu bloke kararının aynı partinin kapatılmasına yönelik karar aşamasında da aynı yönde çıkacağı, yani partinin kapatılacağı anlamına gelip gelmeyeceği.
Diğer bir ifadeyle, söz konusu tedbir kararının verilmesi, partinin de kapatılacağına dair net bir veri/kanıt oluşturur mu?
Öncelikle belirtmek gerekir ki Anayasaya göre parti kapatma kararı AYM'de 2/3 çoğunlukla alınabiliyor.
Yani 15 üyenin 10'unun kapatma yönünde oy kullanması gerekiyor.
Tedbir kararı yönünde 9 üye oy kullandığı için, mevcut üyelerin kapatma kararı için de aynı yönde oy kullanacakları varsayılırsa, kapatma için yeterli çoğunluk bulunmuyor.
Ne var ki bu durum pek anlamlı bir veri oluşturmaz.
Çünkü tedbir kararı oylamasında, "şu aşamada tedbire gerek yok" diye düşünen 6 üyeden bazılarının, nihai kapatma oylamasında kapatma yönünde oy kullanması pekala mümkün.
Nitekim tedbir için savunma almaya gerek olup olmama oylamasında, "gerek yok" diyen bir üyenin bloke kararına katılmadığı; "savunmaya gerek var" diyen iki üyenin ise bloke kararına katıldığı görüldüğünden, bu davada tüm üyelerin her konuda önceden belirlenmiş net tavır içinde olmadığı anlaşılıyor.
Dolayısıyla bu tedbir oylamasında HDP aleyhine oy kullananların 10 üyeye ulaşmamış olması illa ki partinin kapatılmayacağı anlamına gelmez.
Bu noktada fikir verebilecek diğer bir gelişme de şu:
AYM'nin geçen hafta verdiği en önemli kararlardan biri olan yeni seçim kanunu değişiklikleri hakkındaki norm denetimi kararında, yeni seçim kanunu değişikliği ile mevcut il ve ilçe seçim kurulları üyeleri yargıçların görev süreleri dolmadan görevlerinden alınmasına dair hüküm 5'e karşı 9 üyenin kararıyla Anayasaya aykırı bulunmadı. Emekli olan bir üyenin yerine yapılan yeni üye henüz başlamamıştı.
Normalde tamamen objektif ve tarafsız bir yargılamada böyle bir karar çıkması mümkün olamaz.
Anayasaya bu kadar aykırı başka bir kanun değişikliği örneği bulmak kolay değil.
Seçimlerin tarafsız ve bağımsız yargı mercii tarafından denetimi anayasal bir zorunluluk olduğuna göre, mevcut atanmış seçim yargıçlarının görev süreleri dolmadan görevden alınmasını "doğal hakim" ilkesinden tutun, hiçbir bilinen temel hukuk kural ve prensibi ile bağdaştırmak mümkün değil.
Üstelik AYM'nin kendi önceki içtihadı ile de taban tabana çelişiyor.
Bu karardan çıkan sonuç, siyasi iktidarın bu seçim kanunu değişikliğine dokunulmaması yönündeki spesifik hassasiyetinin özel bir vurguyla AYM nezdinde hissettirilmiş olmasının maalesef ciddi bir olasılık olması.
Ya da fiilen böyle bir "hissettirme" olmamasına karşın, birilerinin bu noktada "durumdan vazife çıkarmış olması" da mümkün. Net bilemeyiz tabii.
Öyle ya da böyle, doğrudan ya da dolaylı, bir şekilde, bu seçim kanunu değişikliği gibi "turnusol kağıdı" özelliği taşıyan ve özel önemi ve spesifik niteliği vurgulanan davalarda yüksek yargıçlardan "ya bizdensiniz ya karşıdan, seçiminizi yapın!" tarzı bir tercih mi empoze ediliyor veya bekleniyor sorusu akla geliyor.
HDP'nin kapatma davasının da, yaklaşan seçimlere doğrudan etkisi nedeniyle, bu nitelikteki "turnusol kağıdı" spesifik davalardan olduğu çok net belli.
O halde, anılan seçim kanunu davasında muhalif tarafın 5 üyede kalması HDP kapatma davası için kapatma yönünde 2/3 çoğunluğun bulunabileceğinin göstergesi olabilir.
HDP'nin kapatma davasının sonucu hakkındaki diğer bir önemli gelişme ise AYM Başkanının göre süresinin bu Şubat ayında bitecek olması ve yeni Başkan seçiminin 2-3 hafta içinde yapılacak olması.
Mevcut Başkan Sayın Zühtü Arslan'ın 12 yıllık üyelik süresinin bitimine daha 1,5-2 yıl civarında süre kalmasına karşın, yüksek mahkemede oluşan yeni kompozisyon (yeni üyeler) nedeniyle yeniden başkan seçilmesi beklenmiyor.
Dolayısıyla çok büyük olasılıkla AYM üyeleri kendilerine yeni bir başkan seçecek.
Yeni başkan seçiminde Sayın Erdoğan tarafından atanmış üyelerden birkaçının adaylık düşündüğü bir sır değil ve seçilmek isteyen adayın devlet piramidinin en yukarısının desteğini almak isteyeceği de yine herkesin bildiği bir sır!
AYM başkanının özellikle bu dava açısından önemi, gündemi belirleme yetkisi başkanda olduğu için, HDP'nin kapatma kararının yaklaşan seçimler öncesi seçimin hemen öncesine veya hemen sonrasına alınması konusundaki yetkinin kendisinde olması.
Gerek seçim sürecinin hemen öncesinde, gerekse seçim sathı mahalline girildikten hemen sonra ve seçimlerden hemen önce (adaylık süreci bile tamamlandıktan sonra) HDP'nin kapatma kararının yeni başkan tarafından AYM gündemine alınıp, kapatma yönünde bir karar çıkması hem tüm seçim sürecinde hem de ülke siyasetinde tam bir kaos oluşturmaya yeter.
Bu da önümüzdeki günlerde yapılacak AYM başkanlık seçiminin ne kadar önemli olduğunu gösteren açık bir örnek.
Normalde yüksek mahkemelerde şimdiye kadar oluşan genel teamül, görev süresinin (emeklilik yaş haddi gibi) bitimine kısa süre kalan mevcut başkanın süresi bitimine kadar yeniden seçilmesi yönündedir.
Belli bir süre yüksek mahkeme başkanlığı yapmış birinin ayrılmasına kısa süre kala başkanlık süresinin yenilenmediği ve başkanın "düz üye" olarak görevine bir süre daha devam ettiği bir örnek benim bildiğim yok.
Aslında yüksek mahkemelerde esas olan üyeliktir. Daire başkanlığı veya mahkeme başkanlığı, başkan vekilliği gibi idari görevler geçici ve talidir.
Fakat bizdeki yerleşik teamül maalesef bu yönde değil. Yüksek mahkeme başkanlıkları, üyeliğin bir üst aşaması gibi görülüyor ve başkanlıktan tekrar üyeliğe devam etmek tabiri caizse "attan inip eşeğe binmek" gibi algılanıyor.
Bence hatalı bir algılama. Ama mevcut teamül böyleyken AYM için de şimdi ilkesel olarak doğru olan, mevcut başkanın kalan kısa süresinde de başkanlık görevine devam etmesi için yeniden seçilmesi.
Böylece yeni gelecek başkanın da yaklaşan seçimler öncesi HDP kapatma davası gibi hassas konularda "ateşten gömlek" giymesine gerek olmayacak.
Tabii ki bu konuda takdir sayın yüksek mahkeme üyelerinindir. Ama bizim açımızdan önemli olan AYM gibi bir yüksek yargı kurumunun siyasi polemiklere alet edilmeden tüm toplum nezdindeki saygınlığının korunabilmesidir.
Bloke kararına dair önemli eleştirilerden biri, partiyi kapatma veya hazine yardımından mahrum bırakma yaptırımları için nitelikli çoğunluk (2/3) arandığına göre, hesaplara bloke koyulması kararı için de aynı çoğunluğun aranması gerektiği, zira asıl karar için gerekli usulün geçici tedbir kararı için de aranması gerektiği görüşü.
Siyasi parti kapatma kararlarında kanun (AYM kanunu) usuli konularda Ceza Muhakemesi Kanununa (CMK) atıf yapıyor.
Dolayısıyla buradaki hesaplara bloke kararı, AYM'nin tıpkı yürürlüğü durdurma kararında olduğu gibi anayasal veya yasal temeli olmamasına karşın hukukun genel ilkelerden yorum yoluyla çıkardığı bir tedbir kararı mahiyetinde değil. Kanunun doğrudan atıf yaptığı bir yargılama usulü kanunu uygulanarak alınmış bir tedbir kararı. Anılan yargılama usulü kanununda da böyle bir tedbir kararına olanak veren hükümler bulunuyor.
Dolayısıyla söz konusu tedbir kararı için uygulanan usul kanununda nitelikli çoğunluk öngörülmediği için, buradaki bloke kararı için teknik olarak nitelikli çoğunluk aranması bana hukuken zorunlu değil gibi geliyor. Bu tedbir kararı hukukun genel ilkelerinden yorum yoluyla çıkarılsaydı ve belli bir usul kanununa dayanılarak verilmesiydi, o zaman farklı düşünülebilirdi. Yine de bu konu tartışmaya açık bir konu.
İşin esasına gelirsek, alınan bloke kararı bence açıkça hukuka aykırı.
Öncelikle, tam seçim öncesi bir siyasi partinin hesaplarına tedbiren de olsa bloke koyulması o siyasi partiyi seçimlerde diğer rakiplerine göre geriye düşürecek bir durum. Böyle bir ağır sonuç doğuracak nitelikte tedbir kararı olmaz. Yani bu tedbir her şeyden önce zamanlaması yönünden bile hukuken sorunlu.
Kaldı ki söz konusu kapatma davasındaki somut delillerin AİHM'in siyasi parti kapatma davaları için öngördüğü kriterleri karşılamadığı anlaşılıyor. Gerek Venedik Komisyonunun gerek AİHM'İn siyasi parti kapatma davaları için belirlediği kriterlerin parti kapatmaları mümkün olduğunca zorlaştırıcı nitelikte olduğu çok açık. Parti kapatma için teröre ve şiddete çok açık biçimde destek olunmuş veya teşvik etme şartı var. Teröre ve şiddete destek ve açık teşvik olmadan ayırımcılığı ve etnik bölünmeyi savunmak bile parti kapatma nedeni olamıyor.
Sonuçta, bölgesel/ulusal düzeydeki bir azınlığın haklarını korumak adına etnik kimlik temelinde siyaset yapan partiler için, söz konusu etnik sorunu sahiplenen bir terör örgütü de varsa, teröre mesafe koyup koyamama tartışması hep yaşanır. İrlanda ve Bask örneklerinde de olduğu gibi.
Özellikle son yıllardaki performansına bakıldığında HDP için terör örgütünün açtığı alanın konformizmi içinde kaldığını söylemek doğru değil gibi. Aksine gündelik aktif siyaset alanı içinde siyaset yapmaya oldukça istekli bir yaklaşımı var.
Hatta yeni seçimler sonrası süreçte ülke siyasetinde kilit rol oynama isteği özellikle muhalefetin cumhurbaşkanı adayı belirleme sürecine siyasi yönden müdahale çabalarıyla çok belli.
Diğer yandan, Partinin lehine AİHM kararlarına rağmen hukuka aykırı biçimde hapiste tutulan "doğal lideri"nin son dönemdeki teröre mesafe koymaya çalışan girişimleri dikkat çekici.
Kaldı ki AYM'nin şimdiye kadar aldığı parti kapatma kararlarının pratikte hiçbir işe yaramadığı da çok açık.
Demem o ki HDP'nin terör örgütünün açtığı konformist alanla sınırlı biçimde çalışma süreci yerini gerçekten meşru siyaset alanı içinde çalışma gayretine bırakıyor gibi.
Salt bu nedenle bile imkân verilmeyi hak ediyor bence.
Ali D. Ulusoy kimdir? Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur. Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur. ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür. Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri. Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008. |