Anayasa Mahkemesi (AYM), darbe girişimini teşvik etmek suçlamasıyla üç yıldır tutuklu bulunan iş insanı Osman Kavala hakkında verdiği yeni kararında, tutuklamanın AİHS normlarına aykırı olmadığına karar vermiş. Karar 7'ye karşı 8 oyla yani 1 oy farkla alınmış.
Kavala hakkında daha önce AİHM, tutukluluğunun haksız olduğu gerekçesiyle ihlal kararı vermişti ve Türkiye'yi mahkûm etmişti.
Yeni kararıyla bizim AYM, insan hakları konusunda kendisinin AİHM'e göre daha yetkin ve uzman olduğunu ve bu işleri AİHM'e göre daha iyi bildiğini vurgulamış oldu bir anlamda.
Şeklen bakıldığında AİHM'in ihlal kararı verdiği dava ile AYM'nin yeni karar verdiği dava farklı başvurulara ilişkin. Ama gerçekte aslında aynı.
Batılı mahkeme ve yargıçlara göre bizimkiler çok daha zeki olduğundan, şöyle bir formül bulunmuş:
Açılan ve tutuklama verilen bir ceza davasında AİHM, bizim yargıçların kararlarını yeterli somut delil bulunmadığı gerekçesiyle hatalı bulup ihlal kararı mı veriyor? Bu karar üzerine hemen aynı kişi hakkında apar topar eski dosyalardan başka bir suçlama üretiliyor ve başka bir suçlama ile yeni bir dava açılıyor ve jet hızıyla yeni bir tutuklama kararı veriliyor. Somut delil olup olmadığı ve gerçekten öyle bir suçlamanın tutarlı olup olmadığı ile kimse pek ilgilenmez nasıl olsa.
O yeni tutuklama kararı verilen dosyanın itiraz, AYM'ye bireysel başvuru ve AİHM süreci de nasıl olsa birkaç yıl sürecek. Daha kısa sürerse de yine aynı taktikle başka bir dava açılır ve bu yeni dosyadan da başka bir tutuklama kararı verilir ve iş bitirilir. Tıpkı Selahattin Demirtaş ve Ahmet Altan dosyalarında da yapıldığı gibi.
Sonuçta Kavala'nın yaptığı, ülkenin gördüğü en kapsamlı muhalif halk gösterilerini organize eden sivil toplum ileri gelenlerinden biri olmak. Aslında iktidar çevrelerine göre tek suçu bu. Hükümet çevreleri bu halk gösterilerini (Gezi) halkın hükümete karşı gayrimeşru biçimde kışkırtılması niteliğinde affı kabil olmayan bir suç olarak görüyor. Bu tür gösteriler bir daha emsal olmasın diye de Kavala'nın burnu iyice sürtülmek isteniyor. Yani Kavala, iktidar iradesinin "kırmızı çizgisi". Onun bırakılmasını ileri sürmek, "vatan hainliği" sosuyla servis edilecek bir hükümet düşmanlığı olarak kabul ediliyor.
Kavala'nın darbe girişimiyle somut hiçbir bağlantısı olmadığını aslında herkes bal gibi biliyor. Evrensel hukuk kurallarına göre barışçıl gösteri düzenlemek suç değil. Ama evrensel hukuk ile "ben ne dersem o olur!" hukuku arasında sıkışmış ülkede evrensel hukuk maalesef şimdilik azınlıkta kalıyor.
AYM'de insan haklarına ilişkin kritik kararlardaki bir süre önceki 8-8'lik ve başkanın oyunun üstünlüğüyle kılpayı evrensel hukuk lehine olan dengenin son üye değişimleriyle aksi yönde bozulduğunu bildiğimden, karar beni şaşırtmadı. Ama bir hukuk profesörü olarak üzdü tabii. Üstelik tartışmalı biçimde Yargıtay'dan en çok oyu alan aday da gelirse evrensel hukuk aleyhine gelişen denge daha da bozulacağa benziyor.
Peki bu AYM kararının sonuçları ne olabilir?
Ülke açısından pek hayırlı olmayacağı kesin. En kötü senaryo ise bu tür kararlar artarsa, AİHM'in artık AYM'yi etkili bir başvuru yolu olarak görmeyecek olma riski. Bunun da anlamı, AYM'nin "etkisiz eleman" şeklinde devreden çıkarılarak, doğrudan AİHM'e gidilmesinin mümkün görülüp, ülke hukukunun küme düşmesinin iyice tescillenecek olması. İlk etapta tüm davalar için olmasa da, siyasi tutuklamalara ve ifade özgürlüğüne ilişkin davalar için AİHM'in böyle bir tepki vermesi büyük olasılık.
Buna ilaveten AİHM kararlarının uygulanmamasının gerek Avrupa Konseyi gerek diğer uluslararası toplum nezdinde doğuracağı, evrensel hukuktan iyice uzaklaşan ülke imajı da cabası. Zaten şimdiden Dünya kamuoyu ülkenin iyice Batı değerlerinden uzaklaşmaya başladığını sürekli işliyor.
İkinci hatta üçüncü sınıf demokrasi ve küme düşen hukuk devletinin ülkeye maliyetinin ne kadar ağır olacağını ise söylemeye gerek yok. Gençlerin yüzde 80'ninin ülkeden ümidini kesip gözünü yurt dışına dikmesine de şaşmamalı.