Ana muhalefet lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, kendisine Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın üçüncü dönem adaylığına karşı çıkıp çıkmayacakları sorulduğunda, “Diyelim ki ses çıkardık nereye gidecek? YSK üyelerini atayan kim, Erdoğan. İtiraz edeceğin hiçbir yer yok.” demiş.
Verdiği yanıt kamuoyunda büyük tartışma doğurdu ve tepki çekti.
Çoğu kimse Kılıçdaroğlu’nun bu tavrına karşı tepkili ve siyasi açıdan açık tavır alınarak YSK’ya Erdoğan’ın adaylığını reddetmesi yönünde baskı yapılması gerektiğini savunuyor. Bu tür konulardaki tepkilerde pasif kalınmaması gerektiğini düşünüyor.
Sayın Kılıçdaroğlu’nun takdir ettiğim yönleri de oldu. Eleştirdiğim yönleri de.
Örneğin son yerel seçimlerdeki performansı ve muhalefet ittifakına önayak olması takdire şayan.
Ülkede yenden bir demokrasi ışığı görmemizi sağlayan çok önemli tarihsel bir hizmet.
Ne var ki kendisine göre seçilme şansı çok daha yüksek olduğu bariz belli iki potansiyel aday varken kendi cumhurbaşkanlığı adaylığını empoze eder tarzdaki son dönem yaklaşımını da bazı yazılarımda eleştirdim.
Bu konuda kendisine yakışanı yapıp, halkın beklentisi yönünde bir yaklaşım sergileyeceğine de inanıyorum.
Çünkü hiç kimsenin kendi kişisel planlarını öne çıkararak, 20 yılın sonunda bu kadar yaklaşılmışken ülkede artık bir iktidar değişimine engel olmanın manevi sorumluluğunu üstlenebileceğini sanmıyorum.
Buna karşın açıkça ifade edeyim ki Sayın Kılıçdaroğlu’nun YSK hakkındaki bu son yaklaşımı siyasi açıdan bence doğru.
Peki neden doğru buluyorum?
Ülkede genellikle sol muhalefetin hukuki konulara ilişkin yanlış yaptığı bir şey var.
Pür hukuki teknik bir konuya karşı siyasi açıdan muhalefet etmek.
Örneğin iktidarın aldığı bir kararı veya yaptığı bir kanunu mahkemeye götürmeyi sanki bir siyasi icraat gibi lanse etmesi.
Oysa teknik hukuki bir konunun siyasi propaganda konusu yapılmasının genellikle halk zarında hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Halkın önem vereceği bir konu değildir.
Muhalefet ise bu hukuki konuyu siyasi malzeme yaparak genellikle işin kolayına kaçmaktadır.
Oysa dava açarak siyasi icraat yapılmaz.
Siyaset yapmak için kolaycılığa kaçmadan sahada olabilmek, halkın yanında olabilmek ve halka ümit verebilmek gerekir.
Bu tür hukuki konularda ayrıca ilgili sivil toplumun, baroların, avukatların hatta kişisel olarak herkesin tavır almasına ve reaksiyon göstermesi de tabii ki mümkün hatta gerekli.
Zaten bu şekildeki bir kamuoyu baskısı normalde de muhalif siyasetin tavır almasından daha etkili olur.
Tabii ki muhalefet kendi hukuksal menfaatlerini korumak adına, hukuka aykırı gördüğü kanun ve kararlara karşı usulünce davasını açar. Yasal haklarını sonuna kadar kullanır.
Ama bunu siyasi bir malzemeye dönüştürerek yapmasının pratikte kendisine siyasi bir getirisi olmaz.
Somut olayda da benim anladığım Sayın Kılıçdaroğlu bunu demek istiyor.
YSK’nın karar vereceği bu hukuki konunun siyasi malzeme yapılmasının kendileri için siyasi getirisi olmayacağını vurgulamak istemiş olmalı.
Belki kendisini iyi ifade edememiş olabilir. Ama haklı olduğu bu konuda kendisinin haksız biçimde üstüne gidilmesi bence adil değil.
Kaldı ki parti adına Sayın Öztrak zaten YSK’ya gereken tüm yasal başvuruların yapılacağını belirtti.
Somut olayda konunun ana muhalefet tarafından siyasi malzeme yapılmasının bir diğer siyasi riski de, muhalefetin mevcut Cumhurbaşkanı'na karşı seçimlerde rakip olmaya korktuğu ve bu nedenle kendisini yapay yollarla ekarte etmeye çalıştığı şeklindeki iktidar propagandasına imkân verecek olması.
O halde işin hukuki boyutunun kendi mecrasında gitmesi, siyasetin bu mecraya girmemesi en doğrusu.
Diğer yandan, kamuoyunda önemli görülen bu tür davaların siyasetçiler tarafından sahiplenilip siyasi malzeme yapılması en çok mahkemeleri ve yargıçları zor durumda bırakıyor.
İşin siyasi boyuta dökülmesi yargıçları ister istemez davanın siyasileşmesine engel olamama boyutuna itiyor ve psikolojik bir baskı ortamına sokuyor.
Bu durum, yani davanın siyasileşmesi, zaten nüvesinde objektiflik, bağımsızlık ve tarafsızlık kaygısı bulunmayan ve siyaset sayesinde bu konumlara gelebilmiş bazı yargıçlara da gollük pas olarak yansıyor ve siyasi pozisyon alarak karar vermelerini kolaylaştırıyor.
Somut olaya ani Sayın Erdoğan’ın üçüncü dönem aday olup olamayacağı konusuna gelirsek de zaten eski Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin’in dediği gibi.
YSK zamanı gelince “ihtiyaca göre” karar verecek.
Erdoğan’ın kazanma şansı olduğu düşünülürse, “son Anayasa değişikliği sonrası maç skoru sıfırlanır, önceki dönemi sayılmaz, bu ilk dönemi!” deyip geçer.
Eğer kazanma şansı ümitsiz görülürse ve maça hiç girmemesi tercih edilirse, “Anayasa çok açık. Maalesef 3 dönem aday olunamıyor!” diyerek anlaşmalı bir “kırmızı kart” çıkarıverir.
Dolayısıyla muhalefetin zaten enerjisini bu konuya harcamasının pratik faydası da yok.
Bu arada Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu yaklaşımına karşı dile getirilen bir eleştiri de, “O halde seçimde de aslında muhalefet kazanmasına rağmen YSK iktidarı galip ilan ederse ses çıkarmayacak ve tepki göstermeyecek!” eleştirisi.
Tabii ki bu durum 3 dönem adaylık durumundan çok farklı olur.
Maçta cezalı bir oyuncu oynatmanın etkisi ve sonucu ile maçın açıkça kazanılmasına karşın kaybeden takımın galip ilan edilmesinin etkisi ve sonucu çok farklı olur.
Böyle bir durumda artık iş hukuki bir sorun olmaktan çıkıp, tamamen politik bir mecraya hatta bir ülkenin geleceğinin ve demokrasisinin varlığı yokluğu boyutuna varır.
İşin rengi tamamen değişir. İş hayat memat meselesine döner.
Ali D. Ulusoy kimdir? Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur. Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur. ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür. Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri. Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008. |