Gerçi işçilerin taleplerine dair sorun bir sanatçının arabuluculuk yapması ile çözümlendi. Ama geçtiğimiz günlerde Migros işçilerinin ücret artışı taleplerinin karşılanmamasını ve bu amaçla eylem yapan bazı işçilerin işten çıkarılmalarını protesto için bu süpermarket zincirinin patronunun evi önünde protesto gösterisi mahiyetinde basın açıklaması yapmak istemeleri hukuksal boyutta da ciddi bir tartışma doğurdu.
Anladığım kadarıyla işçiler protesto gösterisini ve basın açıklamasını patronun evinin (özel mülkünün) de bulunduğu sitenin dışındaki sokakta yani kamunun herkese açık olan alanında yapmışlar. Üstelik sitenin ya da özel mülkün girişinin kapatılması veya giriş-çıkışın engellenmesi gibi bir durum söz konusu değil.
Hatta basında medyada bu kadar yer almasa, site girişinin pek de yakınında olmayan bir noktada yapılan protestodan belki de patronun evindekilerin haberi bile olmayacaktı!
Buna rağmen valilikçe o sokakta toplantı ve gösteri yapılmasının yasaklanmasına dair bir idari karar alınmış. Gösteri ve basın açıklaması yapan işçilerin eylemi kolluk görevlilerince engellenerek bir kısmı gözaltına alınmış.
Bu konuda kamuoyunun ikiye bölündüğü anlaşılıyor.
Bir kesim, işçilerin bu tür hak arama eylemlerini işyerinde veya işyeri önünde yapmaları gerektiğini ve işverenin/patronunun evinin önünde ya da sokağında protesto gösterisi veya hak arama eylemi yapılmasını kişinin "özel alanına" ve "özel ve aile yaşamına" müdahale olarak görmek gerektiğini ve bunun legal ve meşru olmayacağını ileri sürdü.
Diğer görüşü savunanlar ise büyük şirketlerin patronları dahil olmak üzere ülkede tanınmış kişilerin evlerinin dışındaki/önündeki sokakta, parkta, yolda, kaldırımda barışçıl gösteri yapılmasının tamamen hukuka uygun ve meşru olduğunu ve Avrupa/Dünya normlarına da pekala uygun olduğunu savunuyor.
İlk görüşü savunanlar, bu görüşlerine dayanak olarak, aşırı milliyetçi-muhafazakar bir grubun, muhafazakar kesimleri kızdıran bir şarkısı nedeniyle sanatçı Sezen Aksu’nun evinin önünde protesto eylemi yapmak istemesi ile aynı şey olduğunu; buna nasıl karşı çıkmak gerekiyorsa diğerine de aynı şekilde karşı çıkmak gerektiğini dile getirdi.
Bu konudaki evrensel kamu hukuku normu da bizim Anayasa da çok açık.
Kamuya mal olmuş kişilerin evlerinin önünde barışçıl gösteri yapılması tamamen meşru ve yasal.
Buna politikacılar, sanatçılar, tanınmış büyük şirket yöneticileri ve patronları da dahil.
Bu tür kamuya mal olmuş kişiliklerin bu tür barışçıl protestolara katlanması gerektiği kabul ediliyor. Hatta buna aile üyeleri bile dahil olabiliyor.
"Her nimetin bir külfeti var!" tarzı bir mantık kabul ediliyor burada.
Tabii ki özel mülk sınırları içine girilmedikçe ve mülkün girişi-çıkışı engellenmedikçe. Gösterinin amacından sapıp saldırıya veya tehdide dönüşmemesi için gerekli önlemlerin alınması kaydıyla.
Nitekim bizim Anayasamız m.34, "Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir." diyor.
Kimsenin beğenmediği mevcut Anayasa bile ülkede tüm vatandaşların toplantı ve gösteri yapma hakkını kullanmaları lehinde o kadar titiz ve duyarlı ki, bu hakkı kullanmanın önceden idari izin şartına bağlanmasını açıkça yasaklıyor.
Anayasaya göre "izinsiz gösteri yapmak" ya da "izinsiz toplantı yapmak" diye bir kavram olamıyor. Polisin birilerini "izinsiz toplantı yaptı" diye gözaltına alması Anayasaya açıkça aykırı.
Valilerin belli bir yerde toplantı ve gösteri yapmayı önceden yasaklaması veya izne tabi tutması da açıkça illegal.
Çünkü "bu temel hakkı izne bile tabi tutamazsınız" diyor Anayasa.
Bu kadar fazla önem verdiği bir temel hak ve özgürlük.
Yani barışçıl protesto gösterisi yapmayı yasaklamayı yasaklayan bir Anayasamız var aslında!
Bir de beğenmezsiniz!
Diğer yandan, bu tür bir gösterinin legal ve meşru olması ile o gösterinin savunulan hakkın alınılabilmesi için taktik olarak isabetli ve yerinde olup olmaması farklı şey.
Benim bu olayda dikkatimi çeken nokta, ülkede işçi hakları konusunda ve genel olarak hak arama konusunda hassas ve normalde demokrat tavırlar sergileyen azımsanmayacak bir kesimin, konu kişinin evi yani "özeli ve ailesi" olunca bu tür bir protestoyu haklı görmemesi oldu.
Sanırım toplumumuz bu tür bir protestoya pek alışık değil.
Ya da Türkiyede kişilerin evi ve ailesine karşı toplumun çok özel ve farklı bir hassasiyeti var. Çoğu kimse bunu adeta bir tür "kırmızı çizgi" olarak görüyor.
Yine de bilemiyorum. Migros işçilerinin çok ses getiren ve hemen akabinde de istediklerini aldıkları bu eylemden sonra belki de artık bu tür eylemler önümüzdeki günlerde çoğalacak.
Sonuçta işe yaradığı ve etkili olduğu tescil edildi.
Bu arada tam da bu konuda dikkat çeken bir çıkış ise, rekabet hukuku alanında ülkenin en önde gelen uzman avukatlarından ve hatta sanırım avukatlar arasında vergi rekortmeni birinin sosyal medyada, patronun evi önündeki gösterinin hukuka uygun olmadığını savunması ve çok tanınmış bir gazete köşe yazarının da bu avukatın bu konudaki hukuki görüşünün eleştirilmesini hayretle karşıladığını ifade etmesiydi.
Olayın bu boyutu aslında spesifik olarak irdelemeyi hak ediyor. Gerçekten çok acayip hatta absürt bir durum.
Öncelikle ülkenin en çok okunan ve en tanınmış gazetecilerinden birinin, rekabet hukuku alanında uzmanlığını kanıtlamış bir hukukçunun, otomatik olarak hukukun diğer her alanında da tartışmasız ve sorgulanamaz bir hukuk otoritesi olduğunu varsayması gerçekten enteresan. Zira buradaki tartışma hukukun spesifik bir alanı olan genel kamu hukuku, anayasa hukuku ve idare hukukunu ilgilendiren bir alan. Sonuçta ayrı bir uzmanlık alanı ve rekabet hukuku belki de bu somut olaya en uzak hukuk alanlarından biri.
Eğer bu gazeteci böyle bir kanıya, anılan hukukçu/avukatın ülkede tüm avukatlar arasında vergi rekortmeni olması olgusunu referans alarak vardıysa, yani "ülkenin en çok kazanan avukatı olduğuna göre herhalde ülkede her alanda en iyi hukukçu odur!" mantığıyla hareket ettiyse bu durum daha da absürt.
Rekabet hukuku uzmanı avukat arkadaşın (ki kendisini tanırım, takdir eder ve severim) görüşüne ise her görüş gibi saygım var. Çünkü her hukukçu genel bilgileri çerçevesinde toplumsal bir olayla ilgili sosyal medyada kendi özel görüşünü paylaşabilir. İfade özgürlüğü kapsamında buna tabii ki hakkı var.
Yalnız profesyonel olarak eğer o patronun şirketlerine hizmet verdiyse veya veriyorsa o zaman farklı bir durum var.
Bunda bir sakınca yok tabii avukat olarak. Ama sosyal medyada yaptığı yorumu, sosyal olayları takip eden "objektif bir vatandaş" sıfatıyla yapıyorsa ve kamuoyuna böyle bir tarafsız imaj vermesine rağmen söz konusu patronun şirketlerine profesyonel hizmet veriyorsa/verdiyse, bence ya hiç yorum yapmamak, ya da yorum yapma ihtiyacı hissediyorsa da o kişiye veya şirketine hizmet verdiğini de bir şekilde belirtmek suretiyle kamuoyunu bu noktada bilgilendirmesi bence daha uygun ve şık olurdu.
O patron veya şirketlerine herhangi bir profesyonel hizmet vermediyse/vermiyorsa, ya da bu konuda yorum yaparken kamuoyunu o noktada zaten bilgilendirdi ise zaten ortada herhangi bir sorun yok.
Son olarak, bu olaya ilişkin bazı yorumlarda şöyle ifadeler gördüm:
Efendim, bu tür olaylarda daima ya patronları tutacakmışız, ya da işçileri! Başka seçeneğimiz yokmuş.
Şahsen kendi açımdan bu tür dayatmalardan hiç hazzetmem.
Akademisyen olarak görevimin bu tür topluma mal olmuş olaylarda her somut olaya bakarak, objektif olarak hangi tarafın haklı olduğunu, ya da kimin hangi noktalarda haklı, hangi noktalarda haksız olduğunu ortaya koymak olduğuna inanırım.
Bence hiçbir toplumsal olayda baştan mutlak haklı ya da mutlak haksız taraf yoktur.
Bazen işçiler de haksız olabilir.
Gerçi son ekonomik kriz sonrasında vahşi biçimde artan hayat pahalılığı ve enflasyon sonucunda sabit ücretli çalışanların maaşlarında bu krizi telafi edecek iyileştirme talep etmelerine hak vermemek için herhalde kalpsiz olmak gerekir. O ayrı. Her ne kadar somut olayın teknik ayrıntılarına vakıf olmasam da.