Pandemi önlemleri kapsamında sokağa çıkma yasakları gibi radikal önlemlere son verilmesi üzerine yeni ortaya çıkan Delta varyantının tüm dünyada etkili olduğu anlaşılıyor. Bu kapsamda Batı ülkeleri tekrar radikal önlemlere başvurmak zorunda kalıyor.
Anlaşılan o ki ülkemizde de Bayram tatili sonrası bu yeni varyantın etkisi ile vakalarda büyük ihtimal yeniden patlama yaşanacak.
Şimdiden radikal önlemler alınmazsa, tıpkı geçen yaz olduğu gibi, ekonomi etkilenmesin diye yazın "tam açılma" sonrasında, güzün ve kışın yeniden "tam kapanma"ya mecbur kalıp aynı kısır döngüye girecek gibi görünüyoruz.
Bu kısır dönüden birçok kesim yanında en çok etkilenecek kesim ise öğrenciler, yani eğitim-öğretim sektörü.
Gerek ilk ve orta öğretimde gerek yüksek öğrenimde öğrencilerin bir kışı daha tamamen uzaktan öğretimle geçirmesinin hem öğrencilerin psikolojileri hem de eğitimin kalitesi açısından uzun yıllar onarılması güç yaralar açacağı anlaşılıyor.
Özellikle çocuk ve gençlerin okul ortamı ve çevresinde sosyalleşme olanaklarından mahrum kalması, psikolojilerinde etkileri uzun yıllar dengelenemeyecek ciddi sorunlara sebebiyet verebilir. Gerçekten ciddiye alınması gereken bir sorun bu.
Bu nedenle bu güz ve kış mutlaka -kısmen de olsa- yüz yüze eğitime geçilmesi şart.
Bunun yapılabilmesi için ise bayram sonu en geç Ağustos başı radikal bazı önlemler ve kararlar alınması zorunlu.
Batı’da bu yönde yeni radikal kararlar alınmaya başlandı. Fransa bu konuda yeni kanun çıkarıyor. Yunanistan ve İngiltere kararlar almaya başladı. Diğer ülkeler de aynı yolu izleyecek gibi görünüyor.
Önerim şu:
Okullarda yüz yüze eğitime başlanmalı. Fakat ilk ve orta öğrenimde birlikte yaşadıkları ebeveynleri, yüksek öğrenimde kendileri iki doz aşı (en az bir dozu Biontech olmak kaydıyla) olmayan öğrenciler yüz yüze eğitime yani okula alınmayacak. Diğerleri için uzaktan eğitim devam edecek.
Ayrıca iki doz aşı olmayanlar AVM, kafe, restoran, süpermarket, kamu binaları, belediye otobüsü gibi kamuya açık kapalı alanlara giremeyecek.
Bu bağlamda özellikle vurgulamak gerekir ki, bu iki radikal önlemi aldıktan sonra sokağa çıkma yasakları ve işyeri kapatmaları gibi başka radikal önlemler almaya gerek yok.
Tersine, bu radikal kararlar alınmadığı sürece, Bayram tatilinden sonra yeni varyantın etkili olacağı anlaşıldıktan sonra, kısmen de olsa okullarda yüz yüze eğitime geçilmesi hem çok yanlış hem de kanımızca hukuka aykırı olur.
Çünkü öğretmenleri ve üniversite hocalarını, aşı olmamış üniversite öğrencilerine veya ebeveynleri aşı olmamış ilk ve orta öğretim öğrencilerine yüz yüze ders vermeye zorlamak bence hukuken mümkün değil. Böyle bir zorlayıcı işlem hem açıkça hukuka aykırı olur. Hem de açık ve bariz hizmet kusuru teşkil eder ve gerek diğer öğrencilerde gerek öğretmen ve hocalarda oluşabilecek sağlık sorunlarından dolayı devletin/eğitim kurumunun direkt sorumluluğu oluşur.
Peki gerek herkese aşı zorunluluğu getirilmesi, gerekse yukarıda önerdiğimiz radikal kararlar hukuka uygun olur mu?
(Çocuklar hariç) herkese aşı zorunluluğu getirilmesinin -kanunla dahi yapılsa- hukuka uygun olmayacağı kanısındayım. İrade özgürlüğü ve kişinin kendi maddi manevi varlığını korumak ve geliştirme hakkına ve reşit insanın kendine ait kararları kendisinin özgürce alabilme hakkına aykırı olacağını düşünüyorum.
Ancak aşı olmayanların okullara ve kamuya açık alanlara alınmaması bundan farklı.
Buradaki yasak, kişinin kendi özgürlüğünün sınırının başkalarının hak ve özgürlüğüne müdahale etme noktası olmasına dair evrensel temel norm ile uyumlu.
Kişi tüm toplumu etkileyen bir pandemide, kendi felsefi, psikolojik ve inançsal anlayışı gereği aşı yaptırmayı reddedebilir. Ancak bu pandeminin kapalı mekanlarda başkalarına bulaşma riskinin önemli bir risk olduğu ve aşı uygulamasının bu riski en azından makul biçimde azalttığı bilimsel verilerle ortaya konulduktan sonra, böyle bir yasak hukuken de meşru hale gelir. Çünkü artık kişinin aşı olmadan kamuya açık kapalı bir yere girmesi, kendi özgürlük alanından çıkılıp başkalarının özgürlük alanlarına müdahale etmesi anlamına gelir. Pandemi riskini olabildiğince bertaraf etmek ise başkalarının (herkesin) yaşam hakkı ve maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı gereğidir. Kişinin hak ve özgürlüklerinin sınırının başkalarının hak ve özgürlük alanı olması ilkesinin de gereğidir.
Bu noktada kuşkusuz, söz konusu radikal kararları, aşı olmamış herkesi peşinen "hasta" veya "bulaşık" veya "virüs taşıyıcı" olarak etiketlemek olarak nitelemek ve eleştirmek görünürde haklı olabilir.
Ne var ki gerek Çevre Hukukunda gerek Sağlık Hukukunda ve özellikle de Kamu Sağlığının Korunması Hukuki Rejiminde evrensel olarak kabul görmüş ilke olan "ihtiyat ilkesi", burada olduğu gibi bilimsel verilerin işaret ettiği potansiyel toplumsal riskler durumunda bu tür radikal kararlar alınmasına hukuken cevaz vermektedir. Buna göre, aşı olmamış olanlar "ihtiyat ilkesi" kapsamında hukuken "potansiyel taşıyıcı" olarak varsayılabilirler ve toplumun genelini bu potansiyel tehlikeden korumak adına bunlar için bu tür radikal önlemler alınabilir.
Yani bu tür hallerde aşı olmamış olanlara aşı olanlara göre ayırımcılık yapılabilir. Bu önlemler ayırımcılık yasağı kapsamına girmez. Eşitlik ilkesine aykırı olmaz.
Bu noktada burada yapılanı teknik olarak aşı olanlara "pozitif ayırımcılık" olarak nitelemek doğru değil.
Pozitif ayırımcılık, toplumda azınlık konumunda olan veya kültürel, sosyolojik veya başka nedenlerle çoğunlukla eşit konumda olması fiilen mümkün olmamış defavorize bir grup lehine, eşitsizliği kısa sürede telafi edebilmek adına devletçe geçici nitelikli bir "lehte eşitsizlik" ("kıyak"!) sağlanmasıdır.
Somut durumda aşı olmuşların durumu buna tam olarak uymamaktadır.
Önerdiğimiz radikal kararlar ile aslında aşı olmuş olanlara devletçe geçici bir ilave hak ("kıyak") sağlanmış olmamakta ve onlar zaten olağan ve önceden hak ettiklerini, yani zaten hakları olanı (yüz yüze eğitim ve halka açık kapalı alanlara giriş) almaktadırlar.
Aşı olmayanlara getirilen radikal kısıtlamalar ise yukarıda değinildiği gibi başkalarının hak ve özgürlüklerini korumak adına, "ihtiyat ilkesi" gereği hukuken meşrudur.
Bu kısıtlamalar kuşkusuz hukuken gerek ölçülülük (amaçla orantılılık ) ve gerek yasallık ilkelerine tabidir.
Ancak pandemi önlemleri kapsamında sokağa çıkma yasaklarını ve işyeri kapatmalarını bile kanunla değil genelgelerle yapmış ülkede, bu tedbirlerden daha ağır hatta eşdeğer bile olmadığı kuşkusuz bu tür önlemler için mutlaka kanun gerektiğini ileri sürmek biraz ütopik kaçacaktır.
Tabii acilen yapılması mümkünse kanunla yapılırsa daha doğru olur. O ayrı.
Ne var ki okullar açılıncaya kadar aşı olmayanlar için öngörülebilirliği sağlamak ve iki doz aşının yetişmesine (iki aşı arası 3 hafta) olanak sağlayabilmek adına, bu radikal kararların en geç Ağustos başı alınıp kamuya duyurulması yaşamsal önemde. Zira böyle bir radikal karardan herkesin önceden haberdar olması ve kendisini ona göre hazırlayabilmesi de en doğal hakkı.
Aksi halde çok geç olabilir ve ülkemiz bir yılı daha kaybedebilir.
Yani durum gerçekten acil.
Devletin en iyi yaptığı şeyin kaçak göçmenlikle mücadele olduğunun açıklandığı bir ülkede fazla mı iyimserim bilmiyorum gerçi!
*Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi.