Ali D. Ulusoy*
Muhalefet partilerine göre Türkiye’nin en önemli sorunu mevcut başkanlık sistemi; ülkeyi düzlüğe çıkaracak en asli çözüm perspektifi ise tekrar parlamenter sisteme dönüş gibi görünüyor.
Sanki tekrar parlamenter sisteme geçilirse ve ülkeyi sembolik bir cumhurbaşkanı ile asıl yetkili başbakan ve bakanlar kurulu yönetirse, her şey güllük gülistanlık olacak gibi bir hava estiriliyor.
Siyasette ve devlet yönetiminde mucizevi bir dokunuşla bir sistemi veya kurumu değiştiriverince her şeyin bir anda düzelivereceğine inanmak “doğululara” özgü bir anlayıştır. “Batılı” kafa yapısındakiler bu tür mucizelere inanmaz.
Tavsiyem siz de inanmayın.
Öncelikle, “Türkiye için başkanlık sistemi mi, parlamenter sistem mi daha doğru?” sorusuna benim de yanıtım, parlamenter sistemin daha uygun olduğu yönünde.
Her ne kadar teoride başkanlık sistemiyle yönetilip demokrasinin gayet iyi işlediği örnekler bulunsa da (ABD gibi) ve devlet yönetiminde erkler arasında (özellikle yargı ve yürütme arasında) makul bir denge ve kontrol (checks and balances) ölçüsü tutturulabilirse, başkanlık sistemini öcü olarak görmemek gerekse de, pratikte başkanlık sisteminin “tek bir adamın” otoriterleşmesini daha fazla teşvik ettiği bir realite.
Fakat bunu yine de çok fazla abartmamak lazım.
Bu “hükûmet sistemi” sorunu bence yine de Türkiye siyasetinin şu andaki en acil ve yaşamsal sorunu değil.
Neden mi?
İşte kanıtı:
Türkiye 2014 ve 2018 arasında parlamenter sistemle yönetiliyordu. Adına “Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi” denilen ve gerçekte tam da Başkanlık sistemi olan yeni sisteme fiilen ve hukuken tam olarak 2018 yılında geçildi.
Peki bu dönemde (2014-2018 arası) ülke yönetiminin fiilen başkanlık sisteminden bir farkı var mıydı?
Bence yoktu.
Parlamentoda kendisini koşulsuz destekleyen bir çoğunluk bulunan; Anayasa'nın tarafsızlık vurgusuna rağmen iktidar partisi liderliğini de facto elinde bulunduran ve böylece partisinin milletvekili adaylarını tek başına belirleyebilen; dikensiz gül bahçesi parlamentoda istediği kanunu anında çıkartabilen, yargıya istediği kişiyi anında hapse attırıp, keyfi istediğinde bir işaretle hapisten çıkartabilen; (2014 öncesindeki Abdullah Gül örneğinde olduğu gibi) siyasette kendisini frenleyebilecek konumda hiçbir siyasi aktör kalmayan ve başbakanı ve bakanları emri altındaki alt düzey bürokratlar gibi canı istediğinde anında azleden ve daha koşulsuz itaat edecek birini getiriveren bir cumhurbaşkanı yok muydu o dönemde?
Soruyorum size:
2014-2018 arası Türkiye’de Sayın R.T. Erdoğan’ın, devlet yönetimiyle ilgili olarak ve sadece yürütme alanına ilişkin değil yasama ve yargı alanlarına giren konular dâhil, keyfi öyle istediğinde yapmak isteyip de fiilen yapamayacağı bir şey var mıydı?
Hepimiz bal gibi biliyoruz ki yoktu.
Oysa o dönem ülkede başkanlık sistemi değil parlamenter sistem geçerliydi.
Hani parlamenter sisteme geçilirse siyasetteki otoriterleşme sorunu kendiliğinden çözülüyordu?
Demek ki neymiş?
Önemli olan hükûmet sisteminin o ya da bu olması değilmiş.
Adı hangi sistem olursa olsun, sistemin önemli aktörleri ve kurumları arasında makul bir denge ve kontrol kuralları ve ölçüsü yerleştirilemediği sürece, hele de üst üste birkaç seçim kazanıp tek başına iktidar olan hırslı bir siyasetçinin “şeytana uyarak” otoriter eğilimlere kapılıvermesi kaçınılmaz oluyor.
Dediğim gibi, başkanlık sisteminin bu “şeytana uyma”yı biraz daha kolaylaştırdığını kabul ediyorum. Ama “şeytana uyma”nın parlamenter sistemde de olabildiğini görüp yaşadığımıza göre, bu olguyu öyle fazla abartmaya da gerek yok kanaatindeyim.
İleride vakti zamanı uygun ve elverişli olduğunda parlamenter sisteme geçilebilirse iyi olur. Ama bu sorun şu anda bence ülkenin en acil, en yaşamsal ve en birincil sorunu değil.
Kaldı ki zaten önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimini alamayacağına ve cumhurbaşkanlığının muhalefete geçeceğine iyice kanaat getirdiğinde, zaten parlamenter sisteme dönüş isteğinin bizzat mevcut iktidardan geleceğini sanırım ilk tahmin edenlerden ve kamuoyunda ilk dile getirenlerden biriyim (Bkz. T24, 24 Şubat 2021).
Yani şu anda parlamenter sistem asıl muhalefetin değil iktidarın işine geliyor.
Çünkü ilk seçimde cumhurbaşkanlığını da TBMM’de (zaten MHP desteğiyle sağlayabildiği) çoğunluğu da kaybetmesi kuvvetle muhtemel görünen iktidar partisinin tek ümidi, parlamenter sisteme geçilirse hiç olmazsa 1. parti konumunu koruyarak belki başbakanlığı alabilmek ve koalisyon ortağı olarak yine iktidarda kalabilmek.
Durum böyle iken, iktidar yerine muhalefetin illa acilen parlamenter sisteme geçelim diye tutturmasını “realpolitik” yönden ve kendi açısından mantıklı bulmadığımı itiraf edeyim.
Benim naçizane önerim şu:
Mevcut sistemle seçime gidilsin. Normal şartlarda bekleneceği gibi, kazanma şansı en yüksek olan kişi muhalefetin adayı olur ve cumhurbaşkanı seçilirse ve muhalefet bloğu TBMM’de çoğunluğu da sağlarsa, seçilen cumhurbaşkanı her halükarda bir dönem mevcut sisteme göre cumhurbaşkanlığı (Başkanlık) yapsın.
Bu arada ya seçimden hemen sonra sıcağı sıcağına, ya da daha sonrasında daha uygun görünen bir zamanda parlamenter sistem öngören demokratik, etkin ve adil bir kapsamlı Anayasa reformu yapılsın.
Böyle bir Anayasa değişikliğine zaten o zaman muhalefete geçmiş olacağı beklenen şimdiki iktidarın da destek vermesi büyük olasılık olur.
Ancak ilk seçimde bu şekilde seçilecek cumhurbaşkanı mevcut sisteme göre mutlaka bir dönem cumhurbaşkanlığı yani “Başkanlık” yapsın ve yeni Anayasa, seçilmiş bu cumhurbaşkanının görev süresi sonunda devreye (yürürlüğe) girsin.
Anayasa değişikliğinin daha önce yapılıp, sonradan (dönem sonunda) yürürlüğe girmesine engel yok.
Çünkü gerek devlet yapılanmasında ve bürokraside, gerek yargı sisteminde, gerek mali denetim sisteminde, gerek personel rejiminde, gerek demokratikleşme ve hukuk devletinde, gerek sivil toplum ve insan haklarında özellikle son 10 yıldır yaşanan çok ciddi tahribatın demokrat, özgürlükçü, reformcu ve pratik (iş yapar) bir cumhurbaşkanı tarafından mevcut sistem kapsamında düzeltilmesi ve telafi edilmesi kesinlikle çok daha kolay olacaktır.
Halihazırdaki mevcut sisteme göre seçilmiş güçlü ancak demokrat, özgürlükçü, reformcu ve pratik zihniyetli bir cumhurbaşkanı tarafından işler bir seçim dönemi (5 yıl) içinde rayına oturtulunca ve Türkiye gerek siyasetiyle, gerek ekonomisiyle gerekse hukukuyla tekrar çağdaş uygarlık yoluna oturtulunca, ülke bundan sonrasında güvenle parlamenter sistemle devam edebilecektir.
Aksi halde siyaseti, demokrasisi, ekonomisi ve hukuku bu derece raydan çıkmış bir ülkenin, hemen geçilecek parlamenter sistemin her kafadan ayrı ses çıkacak ve her “ortağın” başka yöne çekeceği klasik koalisyonlar anlayışı ile kolayca tekrar doğru raylara oturtulabileceğine inanmak bana gerçekçi görünmüyor.
*Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi.