Normalde pür siyaset yazısı yazmamayı tercih ediyorum.
Ama bayramın da etkisiyle bugün bir istisna yapıp siyaset yazacağım.
Siyaset kimsenin tekelinde olamayacak kadar ciddi bir konu.
Toplumun her kesiminin bu konuda yazmaya, çizmeye ve kendi görüşünü ifade etme hakkı var.
Yaklaşan 2023 seçimleri hakkında bazı öngörülerimi ve uyarılarımı paylaşacağım.
Seçimlere yaklaşık bir yıl kala görünen tablo şu:
20 yıllık iktidarında ülkeyi artık yönetemez olmuş bir iktidar var.
Ekonomik kriz ile baş edemiyor.
Vahşi göçmen krizi ile baş edemiyor.
Yargı/adalet krizi ile baş edemiyor.
Ülke Osmanlı'nın son dönemindeki çöküş tablosuna benziyor.
Sadece ülkenin yabancı güçlerce işgali eksik diyeceğim, ama vahşi göçmenlik bir anlamda bu eksiği de gideriyor!
Siyasette yenilmez gözüyle bakılan "tek adam"ın İstanbul seçimlerini hem de iki kez kaybetmesi zaten taşları yerinden iyice oynatmıştı.
İlk seçimlerde ise hem bu tek adamın sağlık durumu, hem de ekonomik krize karşı çaresizliği öyle görünüyor ki bir iktidar değişimine kapıyı açacak.
Zira mevcut iktidarın ve liderinin artık eski enerjisinin de, heyecanının da kalmadığı rahatlıkla fark ediliyor.
En önemlisi de iktidar topluma ve kitlelere yeni bir umut gösterebilecek noktada değil.
İktidarın topluma verecek umudu kalmadı.
Kimse aynı iktidar devam ederse ekonomiyi ve diğer toplumsal sorunları çözeceği ümidi taşımıyor artık.
Siyaset kitlelere umut satabilme sanatıdır.
Kitlelere umut satamayan siyasetçi dükkanı kapatır gider.
Sağlam ideolojik tabana oturan ve umuttan ziyade somut program ve güven vaat eden partiler bundan istisnadır. Ama bizde de onlardan yok gibi.
Siyasette din tüccarlığı bizim ülkede muhafazakar kitleler için halen alıcı bulan bir ürün olsa da yüzde 20-25'lik bir oranı aşmaya yetmez.
Hadi diğer satan ürün olan hamaset milliyetçiliği ile bunun üzerine bir yüzde 10-15 daha koyarsınız belki.
Ama o kadar.
Daha fazlası çıkmaz ve bu da iktidarı tekrar alabilmeye yetmez.
20 yılda satılan umutlar artık suyunu çekti.
Deniz bitti.
Üretmeden bol keseden harcamanın bir sonu olacağı belliydi.
Dünyada para bol ve ucuzken gelen paraları akıllı yatırımlara kanalize edememenin ve ciddi bir kısmını da yolsuz bir düzenle yandaşlara aktarmanın bir cezası olacaktı elbet.
Asgari ücretin üçte birine dolan bir depo benzin; kilosu 30 liraya satılan bir kilo salatalık işi bitirdi.
İnanılmaz bir hızla bir anda topyekün fakirleşen ezici çoğunluk ilk seçimde faturayı kesecek.
Kaçış yok.
Fatura ne şekilde kesilecek?
İlk seçimde fatura kesmeye kesilecek de, somut olarak ne şekilde kesilecek, o tam belli değil.
Ülkenin geleceği açısından en önemli nokta da burası.
Teorim şu ki, muhalefet hata yapar da kesilecek faturanın tam değil de eksik olmasına sebebiyet verirse büyük bir şans kaçırılmış olur.
Belki de Cumhuriyet döneminin en büyük toptan değişim ve büyük reform şansı heba edilir.
Faturanın "eksik" kesilmesinden kastım, ilk seçimlerde muhalefetin sadece cumhurbaşkanlığını ya da sadece parlamento çoğunluğunu alabilmesi. İkisini birden alamaması.
Ya da cumhurbaşkanlığını alsın almasın, Mecliste Anayasayı değiştirecek çoğunluğa (3/5) ulaşamaması.
Faturanın "tam" kesilmesinden kastım ise ideal konumda hem cumhurbaşkanlığının hem de TBMM'de Anayasayı değiştirecek çoğunluğun el değiştirecek olması. Ya da en azından hem cumhurbaşkanlığının hem parlamento çoğunluğunun alınması.
İlk senaryo, muhalefet bloğunun yanlış bir cumhurbaşkanı adayı göstererek cumhurbaşkanlığını yine bu kez kılpayı da olsa mevcut tek adama kaptırarak, sadece TBMM çoğunluğu ile yetinmesi.
Hatta TBMM çoğunluğunun bile ancak HDP desteğiyle sağlanabilmesi.
Tüm muhtemel senaryolar içinde hem muhalefet hem de ülkenin geleceği açısından en olumsuz senaryo bu.
Bu senaryoda ülke muhtemelen daha da agresifleşecek ve daha da öngörülemez tepkilerle zıvanadan çıkacak bir seçilmiş cumhurbaşkanı ve çıkaracağı kanunlarla bu cumhurbaşkanını köşeye sıkıştırmak adına ülkeyi iyice kaosa sokan bir Meclis çoğunluğu ile çok daha yönetilemez ve her şeyin daha da kötüye gideceği bir ülke bulacağız.
Bu senaryonun gerçekleşip, muhalefetin cumhurbaşkanlığını alamaması için, gösterilecek adayın "kazanacak aday" olmamasında ısrar edilmesi gerekir.
Bu noktada en risksiz adaylar çok belli.
İstanbul'da ve Ankara'da iktidarı açıkça yenilgiye uğratmış büyükşehir belediye başkanları.
Birinci parti Ankara'yı, ikinci parti İstanbul'u mu aday göstermek isteyecek?
Ne var ki realpolitik açıdan asıl risk de burada.
En büyük muhalefet partisinin tabanından gelen ilkinin (İstanbul) aday gösterilip kazanması halinde vaat edildiği gibi parlamenter sisteme geçildiğinde görevi biter bitmez işsiz kalma riskinden dolayı, partinin potansiyel başkanı olarak siyaset yoluna devam etmesinin makul ve mantıklı olacak olması.
Bunun da mevcut parti yönetiminde potansiyel bir risk olarak görülebilmesi.
Bu riski bertaraf etmek adına da, en büyük muhalefet partisinin cumhurbaşkanı adayı olarak diğer adayı (Ankara) göstermek isteyecek olması.
Muhalefetin ikinci büyük partisi açısından ise risk durumu tam tersi.
Milliyetçi/Merkez sağ kökenden gelen diğer potansiyel belediye başkanının (Ankara) aday gösterilip cumhurbaşkanı seçilmesi ve sonradan hemen parlamenter sisteme geçilmesi halinde, işsiz kalma riski kapsamında ister istemez bu partinin başına geçmek için en doğal, güçlü ve potansiyel aday olacak olması. İstemese bile bu yöne kanalize edilme riski.
Bu riski bertaraf etmek adına da ikinci en güçlü muhalefet partisinin cumhurbaşkanlığı adaylığı için, hem de iktidarı üst üste iki kez yenmiş diğer potansiyel güçlü adayın (İstanbul) adaylığı için bastırması.
Muhalefetin en güçlü iki partisinin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanacak bu iki sorun nedeniyle kazanma olasılığı neredeyse kesin gibi olan bu iki adaydan birini göstermek yerine, masayı da devirmemek adına, daha düşük profilli üçüncü bir aday göstermesi ve kamuoyunun buna tepki göstermesi sonucunda –çeşitli seçim manevralarını da devreye sokan- mevcut tek adamın ipi kılpayı tekrar göğüslemesi.
Böyle bir senaryo sonucunda ülkeyi değil kendilerini düşünmüş olacakları açığa çıkacağından, her iki partinin mevcut yönetimleri de işbaşında kalamaz, ama ülke sonuç olarak en az bir 5 yıl daha kaybetmiş olur.
Gerek 6'lı muhalefetin diğer partilerinin, gerekse HDP'nin burada aktif bir yapıcı rol üstlenmesi şart gibi.
Bu senaryoda muhalefet aday göstermede hata yapmayarak cumhurbaşkanlığını alır. Ama milletvekili aday gösterimi, ittifakların yanlış yönetimi ve sahada yapılacak yanlışlar gibi nedenlerle 6'lı muhalefet TBMM'de çoğunluğu alamaz. Ya da TBMM'de çoğunluk HDP'nin desteğine bağlı olur. HDP'nin desteği olmadan parlamentodan kanun çıkarılamaz. Böylece muhalefetin adayı cumhurbaşkanı olsa da gücü ciddi biçimde sınırlı kalır.
Ülkenin geleceği açısından önemli reformlar yapmak fiilen çok güçleşir.
Sadece günü kurtarmaya yönelik politikalarla ülke pek de bir yerlere varamaz. Ama yine de demokratikleşmede ve insan hakları uygulamalarında önemli iyileştirmeler yaşanır.
Ayrıca HDP'nin iş başa düşünce ülke yönetiminde elini taşın altına ne ölçüde koyabileceği de test edilmiş olur.
Yani yine de kötünün iyisi bir senaryo.
Bu senaryoda cumhurbaşkanlığını kaybetmiş şimdiki iktidar bloğunun TBMM'de çoğunluğu alması çok küçük olasılık. Ama olursa da ülke yönetiminde doğacak kaos ilk senaryoyu aratmaz.
6'lı Muhalefetin hem cumhurbaşkanlığını hem de TBMM'de çoğunluğu aldığı senaryo.
Bunun üstüne TBMM'de Anayasayı değiştirecek 3/5 çoğunluğa ulaşması da pastanın üstüne çilek olur.
Anayasada hemen yapılacak bir ciddi revizyon ile yargı sistemi dahil tüm kurumlar ciddi bir revizyondan geçirilir. Demokratikleşmede, insan haklarında ve hukuk sisteminde yapılacak iyileştirmeler ekonomik istikrara da yansıyacağından, ülkede topyekün bir rahatlama ve normalleşme sağlanır.
Her şey bir anda mükemmel olmaz kuşkusuz.
Örneğin Ülkenin en kronikleşmiş siyasi sorunu olan Kürt sorunu bu şekildeki parçalı bir siyasi yapıda çözülemez. Hatta iyi yönetilemezse belki daha bile kötüye gidebilir.
Ama şimdiki siyasi ve ekonomik iklime oranla ülkenin geleceği için uzak ara en iyi ve olumlu senaryonun bu senaryo olacağı tartışmasız.
Ama gerçekleşme olasılığı yüksek değil.
Hele Anayasayı değiştirme çoğunluğu çok zor görünüyor.
Sonuçta en yüksek olasılık ikinci senaryo gibi.
Yani cumhurbaşkanlığını muhalefetin alması. TBMM çoğunluğunun ise HDP'nin desteğine bağlı olması.
Bu bile hiç yoktan iyidir.