Spor konusu -gerek amatör spor gerek profesyonel spor olsun- giderek dünyanın en önemli konularından ve en büyük sektörlerinden biri oluyor.
İşin öncelikle ülkeler arası rekabet, tanıtım ve ülke içi milli duyguları besleyerek siyasi yönleri de olan sosyolojik boyutu var.
Olimpiyatlar ve her spor dalının dünya ve kıta seviyesindeki şampiyonaları başta olmak üzere uluslararası spor müsabakaları evrensel düzeyde en önemli tanıtım ve reklam aracı konumunda.
Kadın voleybol milli takımımızın geçen haftaki Dünya Şampiyonasındaki bazı maçları televizyonlarda tüm programlar içinde yerli dizileri filan bile sollayarak en çok izlenen program oldu.
Profesyonel spor öyle büyük bir endüstri haline geldi ki 5-6 yaşlarından itibaren çok sayıda çocuk aralıksız her gün saatlerce ağır idmanlarla adeta birer spor robotları olarak yetiştiriliyorlar.
Sonucunda da basketbol, tenis, yüzme, futbol başta olmak üzere hemen her spor branşında seviye abartılı noktalara ulaşmış durumda.
Örneğin NBA'de bundan 20 yıl önce tüm ligin tamamında çok üst seviyede (süper star) oynayan Michael Jordan, Magic Johnson gibi sadece birkaç oyuncu varken, şu anda her takımda bu derece çok üst seviyede oynayan en az 3-4 oyuncu var.
İngiltere, İspanya, Almanya ve İtalya profesyonel futbol liglerinin çoğu takımında bundan 20-30 yıl öncesinin tüm dünyada toplamda parmakla gösterilen birkaç futbolcu seviyesinde futbolcular var.
Profesyonel tenisteki gelinen seviye eski profesyonel tenisçileri bile hayrete düşürecek boyutta.
Profesyonel sporun ekonomik yönü ise ayrı bir fenomen.
Kontratların boyutu zaten malum.
Reklam gelirleri de.
Okulunun ve bir kulübün basket takımında oynayan12 yaşındaki oğlumdan yeni öğrendiğim bilgi şu:
NBA'in tanınmış üst seviye oyuncuları kendi kulüpleriyle zaten çok yüksek kontratlarının 5-6 katı tutarını spor ayakkabı üreticisi firmaların kendi isimleriyle çıkardıkları modellerinden kazanıyorlarmış.
Doncic'in Luka modeli, Kyrie Irving'in Kyrie modeli (Nike), Stephen Curry'nin Curry modeli (Under Armour) gibi.
Örneğin NBA basket yıldızı Stephen Curry, kendi kulübü ile 200 milyon dolarlık kontrat yapmışken, Under Armour spor malzemesi firması ile tam 1 milyar dolarlık reklam, tanıtım ve işbirliği anlaşması yapmış.
Nitekim Under Armour, NBA basket starı Stephen Curry ile anlaşmadan önce sattığı bir basket ayakkabısı modelinin fiyatını, adına "Curry" ismi verdikten sonra bir anda yaklaşık 3 kat artırmış ve buna rağmen model çok daha fazla satmış.
Tüm dünyanın baskete meraklı ergenleri ve gençleri giydikleri ayakkabının üzerinde "Doncic", "Jordan" veya "Curry" yazınca kendilerini daha havalı hissediyorlar.
Sonuçta hep kazanan ise bu modellerden milyonlarca satan uluslararası spor malzemesi üreticileri oluyor.
Kaybeden ise (çocuğun ayağı hemen büyüdüğü için) her üç ayda bir bu ayakkabılardan almak zorunda kalan bizler!
Amatör spora gelirsek...
Refah toplumu olmanın tüm dünyadaki en önemli sonuçlarından biri yediğimiz içtiğimiz onca şeyi dengelemek adına sağlık için spor yapmanın evrensel bir norm haline gelmesi.
Kişisel spora yönelik spor salonları (gym, fitness, pilates, yoga vs.) ve personel training çok yaygınlaştı ve her mahallede bakkal, market kadar normalleşti.
Düzenli jogging veya en azından yürüyüş yapmayanı neredeyse dövecekler!
Koşu ve yürüyüş gibi topla oynanmayan sporlardan pek hazzetmeyen bir amatör sporcu olarak sporun beni daha çok cezbeden kısmı, yerel/bölgesel lig gibi belli bir seviyede takım sporlarıyla uğraşmak.
Liseden bu yana okul takımlarında ve yerel kulüplerde lisanslı olarak düzenli voleybol oynadım. Buna eğitim-öğretim için bulunduğum Fransa ve ABD dahil. Son yıllarda yine düzenli olarak tenis oynuyorum.
Belli seviyedeki amatör sporun verdiği hazzı başka hiçbir şeyde bulmadım.
Ayrıca yeni geldiğiniz bir yerde sosyalleşmenin de en ideal yolu. Yurtdışında edindiğim tüm dostluklar spor sayesinde oldu.
O yüzden çocuğunu profesyonel sporcu yapmak hayalindeki ebeveynler bu hayallerinin gerçekleşmeyeceğini farkedince çocuğu spordan hemen el çektirmesin. Amatör seviyede o spora devam etmesini sağlamak çocuğa yapacakları en büyük iyilik olabilir.
Bu konuda her eğilimden siyasi partiye naçizane önerim, her mahalleye ve mümkün olan her müsait yere basket, voleybol, futbol sahası ve tenis kortu yapmayı ve bu sporları her kesime yaptırmaya çalışmayı ulusal politika olarak benimsemeleri.
Halen birçok semtte basket ve futbol sahaları var. Belediyeler bu konuda genelde iyi işler çıkarıyor. Ama mesela tenis kortlarını çok daha yaygınlaştırmak lazım.
Tenis artık lüks spor olmaktan çıktı ve her kesim için her yaşta üstelik açık havada yapılabilecek ve hem fiziksel sağlığı korumak hem sosyalleşme aracı olarak mükemmel bir spor.
Örneğin şahsen bildiğim Urla İskele'de belediye atıl bir parka iki tenis kortu yaptıktan ve ücretsiz olarak hizmete sunduktan sonra tüm mahalle hatta ilçenin çehresi değişti. Her yaştan yüzlerce kişi tenise başladı veya ilerletti. Çok güzel ve örnek bir sosyal ortam da oluştu. Emeği geçenlere teşekkürler.
Sırbistan'ı nasıl kıskanmayalım!
Bu konuda sporu bir devlet politikası olarak uzun yıllardır en iyi yöneten ve tartışmasız dünyadaki en başarılı ülke kuşkusuz Sırbistan.
Yapılan yatırıma ve nüfusa oranla muhtemelen dünyadaki en başarısız ülkelerden biri ise maalesef Türkiye.
Son Dünya Kadınlar Voleybol Şampiyonasında Sırbistan takımı nüfusu kendinden 20-30 kat daha fazla ve üstelik spora çok yatırım yapan ABD ve Brezilya'yı bile eze eze yenerek Dünya şampiyonu oldu.
Hem kadınlarda hem erkeklerde Sırbistan, voleybol, basketbol, futbol, tenis dahil hemen tüm sporlarda uzun süredir istikrarlı biçimde dünyanın en başarılı ya da en önde gelen sporcularını yetiştiriyor. Milli takımlarının sayısız dünya ve olimpiyat şampiyonlukları var.
Nasıl oluyor da nüfusu sadece 7 milyon olan Sırbistan sporda bu kadar başarılı oluyor da nüfusu 80 milyondan fazla Türkiye bu kadar başarısız oluyor?
Onlar neleri iyi yapıyor? Biz nerelerde hata yapıyoruz?
(Yanıtı haftaya).
Ali D. Ulusoy kimdir? Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur. Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur. ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür. Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri. Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008. |