Hakiki şiddet sahnelerini izleyemeyenlerdenim, fakat Ali İsmail Korkmaz'ı ölüme götüren tekmeleri, kendimi zorlaya zorlaya izledim.
Hayatımda birkaç kez daha yaşadım bu tecrübeyi... Karşıma çıkan bazı şiddet sahneleri beni kendimle mücadele etmeye ve kendilerini izlemeye zorluyor... Bunu yapmazsam, yapamazsam, kendimi şiddetin kurbanlarına yahut mağdurlarına karşı borçlu kalmış gibi hissediyorum... Böyle anlarda adeta kendimi çimdikleyerek uyarıyor, gözlerimi o şiddet sahnelerinden ayırmıyorum...
Mesela Srebrenitsa katliamında, Irak'taki Ebu Gureyb cezaevinde Amerikalı askerlerin çıplak Iraklı mahkûmlara yaptıkları işkencelerde yaşamıştım bu duyguyu...
Ali İsmail Korkmaz'ı ölüme götüren tekmeleri izlerken yaşadığım duygu da tam böyle bir şeydi. Bu öyle bir ölümdü ki, bunu yapamasaydım, kendimi korumak için o tekmeleri izlemekten imtina etseydim, kendimi beş para etmez bencil biri gibi hissedecektim.
Maruz kaldığı şiddet nedeniyle elleriyle kafasını kollama refleksini bile kaybedecek kadar dağılmış, biraz zorlasanız çocuk sınıfına sokabileceğiniz bir insanın kafasını defalarca tekmeleyen o polisi defalarca izlerken, ondan çok daha “devlet” olan birini, bir içişleri bakanını hatırladım...
Türkiyeli değil, Nikaragualı...
Nikaragua'da, gerçek anlamda faşist bir rejim olan Somoza diktatörlüğüne karşı mücadele eden Sandinist gerillalar kesin bir zafer kazanmışlar, ardından da geçici bir hükümet kurmuşlardı (1979).
12 Eylül 1980 darbesinden hemen sonra okuduğum bir kitaptan öğrenmiştim onun hikâyesini:
Hükümetin içişleri bakanı, üniformasını henüz çıkarmış bir gerilla lideriydi ve eski rejimin önde gelen işkencecilerinin tutulduğu bir hapishaneyi teftiş ediyordu. Görevliler, teftiş öncesinde bakanı, mücadele yıllarında kızına ağır işkenceler yapan bir polis şefinin de hapishanede tutuklu olduğu hususunda bilgilendirmişlerdi. Keza işkenceci de, işkence yaptığı kadının babasıyla biraz sonra içişleri bakanı olarak karşılaşacağı konusunda uyarılmıştı.
Karşılaşma gerçekleşip de iki adam karşı karşıya geldiğinde... Tahmin edebileceğiniz gibi biri mukabil işkence korkusundan, öbürü öfkeden ve gerilimden titriyorlardı. İçişleri bakanı kendini biraz topladığında “Merak etme” demişti işkenceciye, “biz iktidara, işkenceci de olsalar insanlara işkence etmek için gelmedik...”
Bana “kahramanın kim” diye sorsalardı, hiç düşünmeden o içişleri bakanını işaret ederdim.
Hiyerarşik pozisyonlar bu kadar asimetrikken öç duygusundan bu kadar uzak durabilmek ne büyük bir asalet...
Devletlerin, aynı zamanda şiddet tekelini ellerinde tutan organizmalar olduğunu, başka bir devlet biçiminin olamayacağını biliyorum... Nikaragualı içişleri bakanı örneğini, devletlerin şiddet tekelini kullanırlarken sayısız nüansla hareket edebileceklerini göstermek için verdim... Öç duygusundan uzak olmak ya da olmamak, bu nüansların en önemlilerinden biri...
Gezi olaylarındaki devlet şiddetine yer yer bu duygunun eşlik ettiği muhakkak... Bence, Ali İsmail Korkmaz'ın maruz kaldığı şiddeti tahammülfersâ kılan noktalardan biri de, polis tekmelerinde ifadesini bulan bu “öç” motifiydi...
Hayatında hiç şiddete baş vurmamış, birine bağırmayı da şiddet saydığı için ondan da uzak durmuş biriyim.
Hayatım boyunca sadece bir kez, 12 yaşındayken kızıma bağırdım; bu tekil tecrübeyi o da hiç unutmadı. (Bir arkadaşını eve misafir getirmişti, sabah, onu ekmek alsın diye bakkala göndermiştim. Daha doğrusu gönderdiğimi sanıyordum, üşenmiş, arkadaşını “örgütleyip” onu göndermiş bakkala. Bu cinlik, sonradan düşündüğümde aşırı bulduğum bir öfke patlamasına neden olmuştu bende.)
Şiddetin “eşitler arasında” olanına da tahammül edemeyen biriyim, fakat devletlerin bireylere; kalabalıkların yalnızlara; anne-babaların çocuklarına uyguladıkları “eşitsiz, hiyerarşik” şiddet iliklerime kadar sarsar beni...
Böyle birinin, herhangi bir hakiki şiddet sahnesini izleyemeyeceğini tahmin edebilirsiniz (hayvan belgeselleri ve boks maçları dahil).
Öyleydim... Fakat bu defa, tıpkı önceki birkaç istisnada olduğu gibi başka bir şey oldu: Ali İsmail Korkmaz'ın maruz kaldığı linç sahnesini ve ardından gelen o korkunç tekmeleri izlememek için kaçmaya çalışan beni, bir başka ben tutup mıhladı bilgisayarın karşısına... O alçaklığı zihnime mıh gibi çakmak için defalarca izledim o sahneyi ve sonunda çaktım da!
Ali İsmail Korkmaz'a uygulanan şiddetin kamuoyunda yarattığı tepkinin büyüklüğünü, bu olayın, şiddeti daha da rezilleştiren bir dizi unsuru birlikte ihtiva etmesine bağlayabiliriz...
Yukarıda, bırakın devlet güçlerine direnmeyi, kendini koruma refleksini bile kaybetmiş bir insanın kafasına peş peşe inen polis tekmelerinin sadece “öç” duygusuyla açıklanabileceğine işaret etmiştim... Bence bu, kamuoyunu infiale sürükleyen etkenlerden biriydi...
İkinci önemli nokta, Ali İsmail Korkmaz'ı ölüme götüren şiddetin aşamalarından birinin “linç” şeklinde gerçekleşmiş olmasıydı: Mağdur bir kişiydi, fakat ona şiddet uygulayanlar kalabalıktı... Üstelik “devlet-millet elele”ydi... Hiyerarşik şiddetin bundan daha ürkütücüsünü bulmak çok zor...
Nihayet, böyle “özel” bir şiddetin hakikatinin ancak kamuoyu baskısıyla ve parça parça ortaya serilebilmiş olması da... bu süreçte idarenin ve siyasetçilerin kamuoyuyla benzer bir duyarlılığı sergileyememesi de, Ali İsmail Korkmaz'ı ölüme götüren “özel” şiddete karşı “özel” bir tepki oluşmasında önemli bir rol oynadı...
Toplumsal vicdanı çok derinden sarsan bu türden şiddet olaylarının yol açtığı yaralar, faillerin samimi pişmanlık içermeyen her kelimesiyle, siyasetçilerin faillere cesaret veren her kelimesiyle biraz daha kanar.
Ali İsmail Korkmaz'ın linççilerinin (“biz sadece devletimize yardım etmek istedik”), onu tekmeleyen polisin (“ayağım ağırıyordu, tekmelerim sert değildi”) ve onlara cesaret veren siyasetçilerin (“polisimiz kahramanlık destanı yazmıştır”) her kelimesinde yara biraz daha kanamıştır.
Bu cinayetin failleri hak ettikleri cezaya mutlaka çarptırılmalıdır; öyle ki, bir daha hiçbir sivil “devletine yardım etmeye” kalkmasın, hiçbir polis “ben devletim, tekmelerim” diyemesin.
Kamuoyunun Ali İsmail Korkmaz cinayeti üzerinde özel bir hassasiyet göstermesi tesadüf değildir, son derece sağlıklıdır ve bu hassasiyet, faillerin en ağır cezalara çarptırılmasına kadar sürdürülmelidir.