Ah şu Avrupalılaştıramadıklarımız
Birkaç haftadır Avrupa'daki göçmenlerin sorunlarını daha çok duyar olduk. Baştan açıklığa kavuşturalım, göçmenlik, mültecilik, sığınmacılık, kaçaklık hepsi farklı farklı şeyler... Yazının not kısmında bununla ilgi yaptığım bir açıklamayı bulabilirsiniz.
Türkiye'de Suriyeli göçmenler üzerinden insan trafiği sıkça konuşuluyor şu günlerde. Ama Türkiye'nin yanı başında “orta dünya”da bir göçmenlik savaşı başladı bile...
Bulgaristan İçişleri Bakanlığı geçtiğimiz hafta Türkiye bayram tatili yaparken Sofya yönetimi Türkiye üzerinden kaçak girenlerin önüne geçmek için sınırda bir duvar inşa etmeye hazırlanıyor.
3 metre yüksekliğinde olması planlanan duvarın, 274 kilometrelik ortak sınırın Elhovo bölgesine, 30 kilometre boyunca inşa edilmesi planlanıyor.
Kendi içerisinde sınırlarını kaldıran Avrupa'nın kendisine gelecekte komşu olacak ülkelerle arasına mazeret uydurarak ördüğü ilk somut duvar bu.
Her daim Ortadoğu'dan gelen göçmenlerin haklarını savunmaya koyulan Türkiye yanı başında Suriyeliler’e karşı örüldüğü söylenilen duvar için hiç ses çıkarmadı.
Öte yandan biz pek anlamasak da Avrupa'da yükselmekte olan göçmen sorununun temelinde Türkiye ve Türkiyeliler bulunuyor.
Sarkozy'den bu yana Fransa'da çingenelerin sınırdışı edilmesi, krizdeki İspanya'da ve Yunanistan'da hızla yükselen ırkçı dalga, son olarak Paris'te bir Ermenistanlı bir de Roman öğrencinin sınır dışı edilmesiyle tansiyonu giderek yükseltti.
Krizdeki ülkelerde yıllardır yok pahasına çalışan bizim coğrafyamızın göçmenleri (Kürtler, Türkler, Ermeniler, Süryaniler, Ezidiler) krizdeki Avrupa için artık sırtında taşınacak bir yük haline geldi.
Yıllarca düşük ücretlerle vasıfsız işçi olarak modern kölelik diyebileceğimiz bir şekilde çalışan bu insanlar, son 80 yıldır kendi vatanlarından kaçıp sığındıkları ve yeni vatanları olarak belirledikleri bu ülkelerde şimdi sığınmacı pozisyonundalar.
Avrupa'nın bu ikiyüzlülüğü onu kapitalist yapısının içerisinde bir çıkmaza sürüklüyor.
İspanya ve Yunanistan'da devletten yeterince destek alamadıklarını savunan milliyetçiler daha fazlasını istiyor. “Ben ülkem benim işim” sloganıyla sokaklarda yürürken işyerlerinde kendilerinden ucuza çalışan göçmenleri kast ediyorlar aslında.
AB'nin kurucuları Fransa ve Almanya'daki hükümetler bile kendi içlerinde yükselen “Neden işe bir Alman almıyorsun da Türk, Ermeni, Kürt alıyorsun” sorusuna ilerleyen yıllarda nasıl cevap vereceğini düşünüyor.
Belçika, Hollanda, İsveç gibi coğrafi ve siyasi gücü birbirine tamamen zıt ülkeler bile yıllarca eğitim sistemlerine dahil ettikleri, insan haklarına saygıyı gösterdikleri 50 yıl öncesinin göçmen ailelerinin çocuklarına “Ben artık göçmen değilim ben AB vatandaşıyım” dediklerinde yasal olarak bir çıkmaza geliyor.
Söz gelimi Avrupa krizde iken yıllarca düşük ücretlere ancak kaçak çalışan göçmenler AB ülkelerinde kullanamadıkları ama biriktirdikleri paralarla krizdeki ülkelerde çıkarılan yasalardan faydalanıp orada büyük yatırımlar yapabiliyorlar.
Bu da milliyetçi AB kesimine “İnsan haklarını, vatandaşlık haklarını kendimiz verdik, şimdi onlar yüzünden biz fakiriz onlar zengin oldu. Tuvaletimi temizleyen kadın şimdi ev sahibim olacak imkana sahip” dedirtiyor.
Hemen belirteyim yukarıda tırnak içerisinde yazdığım tüm sözler Avrupa ülkelerini dolaşırken duyduklarımı not aldığım not defterime zaman zaman yazdıklarım. Tarih veremiyorum ama son 5 yıl içerisinde söylendi tüm yukarıdaki tırnak içleri.
Öte yandan şeriat ülkelerinden gelenlerin Müslümanlık kisvesi altında Avrupa'da yaydıkları psikolojik terör bu işin tuzu biberi. “Sharia for HOLLAND”, “Sharia for Belgium” ve başında “Sharia for ...” bulunan tüm örgütler bir yandan geldikleri ülkelerdeki kanunları işletiyorlar bir yandan da Avrupa'nın insan hakkına saygılı olduğunu sık sık AB'ye hatırlatarak cinayetlerden, kadına şiddet olaylarından yırtıyorlar.
Ve olaylar Fransa'da iki gün önce bir Ermenistan vatandaşı ve bir Roman öğrencinin sınır dışı edilmesine kadar geliyor.
Yakın zamanda vatandaşlığı olan coğrafyamızın göçmenlerine iş imkanlarını azaltmak, yurtdışı çıkışlarını kısıtlamak ve hatta yüksek mevkideki işlerde çalıştırmamak gibi ayrımcı kriz önlemlerinin de alınması mümkün Avrupa'da.
Tanıdıklarım şimdiden rehber öğretmenleri tarafından çocuklarının ilkokuldan sonra teknik okullara yöneltilerek orta kademe işçi olmaya heveslendirildiğini söylüyor. Hepsi doğru olmasa da bana gelen verilerin çokluğu biraz da olsa gerçeklik payı olduğunu düşündürüyor.
Avrupa son 80 yıldır bir nüfus mühendisliği yapıyor. Kendini üstün kılarak modern köleler ediniyordu. Şimdi köleler akıllandı ve AVRUPA oldu.
Bakalım AB şimdi ne yapacak.
NOT:
MÜLTECİ veya sığınmacı; dini, milliyeti, belirli bir toplumsal gruba üyeliği veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm gören veya göreceği korkusu ve endişesi taşıyan, bu sebeple ülkesinden ayrılan/ayrılmak zorunda bırakılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen, iltica ettiği ülke tarafından endişeleri haklı bulunan kişilere deniyor.
KAÇAK bağlı bulunduğu yerden ya da yasadan kaçan, uzaklaşan, firarda olan (kimse); bir kaptan, bir borudan gaz, sıvı ya da bir telden akım kaçması. Yasaca yapılması yasak olan ya da yapılması için gerekli izin alınmayan; yasalara, kurallara uymayarak, gizlice. Yasaca belirtilmiş gerekli gümrük ve vergileri ödenmeden bir yere sokulan ya da çıkarılan kişi. Yani kaçak siyasi olmak durumunda değil aynı ama adli veya ekonomik sebeplerden de insanlar KAÇAK durumuna düşebilirler...
GÖÇMEN ise ülkesinden ayrılarak, yerleşmek için başka ülkeye giden (kimse, aile ya da toplumsal küme), muhacir olarak tanımlanıyor. Bu yukarıda okuduğunu tanımlamaları çeşitli kaynaklardan derleyerek ben sunuyorum sizlere. Sorunları olsa da Türkiye'de ve dünyanın çeşitli yerlerinde bahsi geçen insanlar için kullanırken bunları kullanıyorum ben. Sivil Toplum Örgütlerinin çoğunun da benimle aynı fikirde olduğunu düşünüyorum...