Başbakan'ın 1915 taziyesinin üzerinden neredeyse bir hafta geçti.
Başbakan'ın samimiyet yoksunu 'yazılı' açıklaması Türkiye içerisinde olumlanmaya devam ediliyor.
Hem de tam Türkiye devletinin alışık olduğu şekilde.
Kendi Ermeni vatandaşları alet edilerek.
Öncelikle belirtmek isterim ki ne denirse densin 99 yıl sonra bir ülkenin başbakanı imzalı,insani duygularla yazılmaya çalışılmış profesyonel bir açıklama olmasına rağmen, atılmış bir adımdır.
Erdoğan'ın yazdığı bu mektubun (ben mektup demeyi tercih ediyorum) her yerinden Türk tarih tezleri damlasa da Başbakan'ın 23 Nisan günü böyle bir açıklama yapma gereği duymuş olması bile Türk devletinin Ermeni Soykırımı gerçeğini kabul etmekten başka çaresi kalmadığını anlamış olduğunun bir göstergesi.
HATIRLAYALIM: Başbakan bundan birkaç yıl önce kamu kurumlarında 'azınlık' vatandaşlara yapılan ayrımcılığın kaldırılması için bir talimatname yayınlamış ve “Kamu kurumlarımızda gayrımüslim vatandaşlara yardımcı olunması” yönünde personeli uyarmıştı.
Bu talimatname Türkiye Devleti'nin, kamu kuruluşlarında Ermenilere ayrımcılık uyguladığını kabul ettiğinin başbakanın ağzından tanınması demek oluyordu.
Bugün, Erdoğan'ın yaptığı bu yazılı açıklama da benim için aynı zihniyetin mahsulü.
Başbakan kamu kurumlarını uyardıktan sonra halen kodlamalar devam etmiş ve bizleri Kod1, Kod2, Kod3 olarak fişlemişlerdi. Bu yüzden de bu son yazılı açıklamanın samimiyetini sorgulamamız gayet normal gözükmeli.
Açıklamanın ardından yurtdışına, özellikle de Türk gazeteciler tarafından servis edilen haberler Uluslararası basında olumlu yer buldu. Yankılar o denli çoktu ki ABD bile bir açıklama yaptı ve memnuniyetini dile getirdi. ABD Dışişleri'nin açıklamasını İngilizce'den çeviren Türkçe basın kuruluşları “bu acıların tanınması” cümlesini kullandılar ki Erdoğan'ın tanıdığı herhangi bir şey yoktu aslında açıklamasında.
Ne soykırım dedi ne katliam.
Sadece ölenler için taziye iletti.
Sadece bizim ölülerimiz için de değil herkes için.
Öyle ki yazılanların bir adım ötesi aslında dünya barışını dilemek gibi birşeydi.
Bu açıklamanın ardından hemen iç politikaya yönelik bazı düzeltmeler oldu:
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu;
“Herkes acıları paylaşma erdemini göstermeli. Umarım uzattığımız el havada kalmaz. Türkiye baskılar altında açıklama yapmaz, açıklama konjonktürel değildir” dedi.
Başbakan 23 Nisan resepsiyonunda: “Her alanda işi normalleşmeye götürelim diyoruz. Dağlık Karabağ meselesi çözülmeden bizim iktidarımızda, o konuda 'evet' diyemeyiz. Orada ciddi bir haksızlık var, Karabağ meselesi çözülmesi lazım" dedi.
Davutoğlu'nun son dönem diasporayla ilgili çelişkili açıklamalar yapıyor.
Kendi dış politikası çerçevesinde zaten Türkiye Dışişlerinin bazı Ermeni kurumları ile özellikle de ABD'de görüştüğü biliniyor. Başbakanın açıklamasının ardından “Sıra diasporada” demesi, Davutoğlu'nun daisporayı ikinci bir Ermeni ulus devleti olarak gördüğü çıkarımlarını yaptırtabilir bizlere...
Öyle ki Dışişleri Bakanı topu Ermenistan'a değil, Ermenilere değil, ama diasporaya attı.
Sonrasında da “Onlar da ASALA'nın öldürdüğü diplomatlarımız için aynı şeyi yapacak mı?” vurgusu yaptı ki tuzu biberi olsun dediklerinin.
Aynı şekilde uzun süredir Davutoğlu'nun ekibinin üzerinde çalıştığı çifte vatandaşlık hakkı ve vatandaşlıktan atılanların geri alınması ile AK Parti'ye oy potansiyeli sağlanması projesi de yine Ermenilere mâl edildi.
Aslında Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve referandumlarda yurtdışındaki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından oy almak için başlatılan bu çalışma (ki AK Parti'nin yurtdışında ofis açmaya başlaması boşuna değildir) 24 Nisan 2014'te sanki Ermeniler için yapılmış gibi gösterildi Davutoğlu tarafından.
Diasporayı Türkiye Cumhuriyeti devletinin muhatap aldığını görmek her ne kadar benim için memnuniyet verici olsa da yeterli değil.
Başbakan'ın dediği her alanda normalleşme Ermenistan Türkiye sınırının açılması ile “sözde” kalmayıp pratiğe dökülebilirdi. Ancak öyle bir adım gelmedi Türkiye'den.
Taner Akçam İMC Televizyonu'nda yayınlanan Gamurç programımda başbakanın açıklamalarını değerlendirirken ilginç bir de bilgi verdi. Akçam, Türkiye'nin ABD'de Ermeni diaspora temsilcileri ile görüştüğünü ve devletin soykırıma “insanlık suçu” bile demeye hazır olunduğunu ancak “halkımız hazır değil” söylemini kullanarak diasporayı oyaladıklarını belirtti.
Eğer bu görüşmeler doğru ise, ki birçok kaynaktan biz Ermeniler de bunları duyuyoruz, Türkiye devleti halkından önde gidiyor demektir.
Ancak devlet farkına varmalıdır ki halkının bazı kabuller için kendisinden geride kalmasının sebebi de yine devletin ta kendisidir.
Devlet mekanizmaları tarafından, 99 yıldır inkar ve nefret söylemleri ile yetişen nesillerin zihinlerini özgür bırakmalarını sağlamak yine o inkarcı mekanizmaların işidir.
Akçam, bu zihnin 3-4 ayda temizlenebileceğine inanıyor.
99 yıllık sorunun bu kadar kısa bir sürede temizlenebileceği konusunda Türkiye halklarının siyasi hafızalarına bakarak umutlu olmak istiyorum.
Herşeyi kolayca unutan bir halktan bahsediyoruz.
O yüzden de hafızanın geri kazandırılması işlemi Türkiye için acı verici olabilir. Ancak bunun aynı zamanda Türkiye'nin kendi onurunu kurtaracağı da anlatılırsa hakla, gerçekten de 4 aylık bir tazelenmedir bu.
Kendinle barışma sürecidir...
Peki Türkiye kendisi ile barışmak istiyor mu acaba?
Bunu her birlikte 1 yıl içerisinde göreceğiz...
“Gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi özgür kılacak”
Yuhanna 8: 31-32