Işıklar içinden bana baktığını her daim hissettiğim gezgin, bilgin ve yazar Sarkis Seropyan'ın hep taşlarla konuştuğunu düşünürdüm. Agos'taki bürosunun köşesinde her zaman birkaç taş bulunurdu. Oradan buradan yaptığı ziyaretler sırasında gittiği bir Ermeni köyünden eline tutuşturulan veya cebimize attığımız birkaç kilise parçasını dindar olmasa da bürosunun bir köşesinde bulundurmayı ihmal etmedi.
Sanırım kendisiyle çok vakit geçirdiğimden, benim de taşlarla aram hep insanlardan iyi olmuştur. İnsanları dinlemeyi çok sevdim ama taşlar hep daha çok şey anlattı bana. Özellikle gez gez bitiremediğimiz Ermeni köylerinde.
Eski bir Orta Asya tedavi yöntemi olarak da kullanılırmış taşlara konuşmak. Taşa anlatıp derdini sonra da taşı çıkarıp bir tepeden yuvarlar parçalanmasını seyredermiş dertliler. Yani anlayacağınız düşündüğümüzden daha fazlasını biliyor bu taşlar...
Ben taşlarla konuşmayalı iki yıl olmuş. Yani Türkiye'de herhangi bir Ermeni köyüne adım atmayalı...
Ama taşlar benim peşimi bırakmıyor. Gün geçmiyor bu gezilerim sırasında tanıştığım bir dostum bana birkaç resim ve hikaye yollamasın.
Bazen Batman'da ölüm döşeğindeki bir teyzenin Fresno'daki akrabasını bulmaya çalışıyoruz, bezen bir Pülümür'de bir Ermeni Mezarlığı'nın Hazine tarafından satışa çıkarılmasına engel olmaya.
Çoğu zaman bana yazanlar Türkiye'deki Ermeni kurumlarına başvurduklarını ama yanıt alamadıklarını dillendirip “ilgilenmediler” diyorlar.
Utanıyorum...
Ama şaşırmıyorum.
Yeni Mesaj gazetesinin 11 Aralık'ta yaptığı haber ve fotoğrafa bakınca aslında her şey ortada gibi gözüküyor.
Haber şu:
CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in soru önergesine yanıt veren Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, 57 kilisenin proje ve restorasyon çalışmalarının yapıldığını açıkladı.
Bakan Ersoy, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünce 2007-2018 yılları arasında Kiliselerin restorasyonuna yönelik toplam 35 adet proje yapım işi, 27 adet uygulama işi gerçekleştirildiğini bildirdi.
Aynı gün posta kutuma düşen sevgili Sedat Uluguna'nın mesajıyla karşılaştırmalı okumanzı tavsiye ediyorum:
“Akçıra köyü doğumluyum. Köyle hala bağım var. Dedemin babası Yusuf Maruf köyü hamidiye alayları reisi Hüseyin paşadan devr alıyor. Yusuf Maruf da Hamidiye Bekiran Süvari Alayı kumandanı. Aynı Yusuf Marif 1930'da Zilan katliamından sonra Aydın akbüke sürülüyor.
1950'de tekrar dönüyor. Akçıra o dönem büyük bir köy. Harabe (ak) manastır isimli tarihi bir manastıra ve ayrıca bir kiliseye sahip . Sözlü mülakatlarda, görüşmecilerin çoğu manastırdan bahsedince , taşların beyazlığından bahsederdi, bir de manastırın etrafındaki meyve bahçesinden. Manastır ve meyve bahçesi 1915'ten sonra yağmalanır. Lakin tamamen yok olmaz.
1960 doğumlular manastırın kalıntılarını hatırlıyor.
1970 doğumlular da meyve bahçesini...
Ermenilerden sonra Kürtler manastırın bulunduğu yeri ziyaret olarak addediyorlardı ki çocukluğumda da bu hâlâ öyleydi. Meyve bahçeleri 1980'lerde Halil adlı bir defineci tarafından talan edildi. Öyleki ağaçların köklerini bile çıkarıp ödün niyetine yakacak olarak kullandı. Hatırlayanlar , sığ bahçe ile ilgili efsaneler anlatır, uzun saçlı, ay yüzlü bir kadının orada yaşadığı vb. Bir de ender görünen bir vaşak türünün orada yaşadığı...
Manastırın beyaz taşlarına gelince, büyük bir kısmı 1960'larda köyde inşa edilen ilkokulun imalatında kullanılır. İddiaya göre Hamid adlı bir köylü, taşları ilk yağmalayan kişidir, ama aynı hafta iki çocuğu ölünce tövbe eder. Köylüler de taşlara bir daha dokunmaz. Ki kilisenin kitabesi hala Hamid'in evinin temelinde duruyor. Kendim de gördüm. Sorbon'daki Ermeni dili ve edebiyatı bölümüne de gönderdim.
Şimdi bu sene eski okul yıkıldı. Zengin işlemeli beyaz taşlar tekrar ayyuka çıktı. Geçen hafta bir yakınımın yaşamını yitirmesi üzerine Adilcevaz'a köye gittim. Köylüler benim ilgili olduğumu bildikleri için Taşların olduğu yere davet ettiler. Resimlerini çektim. Beyaz ve şekilli taşları bir kenara ayıran okulun hademesi taşları satmak istediğini söylüyordu. Satmaması için ikna ettim.
Birkaç yere yazdım cevap çıkmadı.
Ahlat müzesini aradım.
'Dilekçe yazın' dediler. Dilekçeyi de yazdım. Bir sonuç çıkmadı.
'Jandarmayı ara' dediler.
Aradım.
'Bize ne' dediler.
İkinci defa gittiğimde defineciler taşların içinde birşeylerin gömülü olduğunu iddia edip taşları kırmaya niyetlenmişlerdir.”
Nasıl. İyi dimi...
Kültür Bakanı daha kilise yapıversin.
Elindekilerin taşlarını okul binalarına gizledikçe can olup fışkırıyorlar.
Evlere kullanınca lanetleyip aile fertlerinin canını alıyorlar...
Sevgili Sedat'ın feryadı bende ses bulsun. Bir Ermeni olarak benim geçmişimi ve mirasımı korumak için birçok Ermeninin gitmeyeceği kadar ileriye gitmiş.
Jandarma, Ahlat Müzesi, usanmamış definecilerle uğraşmış...
Sedat ve Sedat gibilerine çok ihtiyaç var...
Kilise yaptığını varsayan Kültür Bakanı'yla aynı karede görünmekten MEMNUN ama Sedat'a cevap veremeyecek, o eski kiliselere sahip çıkamayacak kadar aciz din adamlarına ve kurumlara ise karnımızın tok olması gerekmez mi?