"Bu yıl daha çok okuyacağım. Daha çok spor yapacağım. Sosyal medyadan uzak duracağım. Kendime daha çok vakit ayıracağım."
Tanıdık cümleler mi?
Bitişleri değil ama başlangıçları seviyoruz gibi geliyor. Oysa bitmeden başlamaz. Bazı kararları alabilmek için yeni bir sayfa açmaya ve bembeyaz bir kağıda yazmaya ihtiyaç duyuyoruz, halbuki defterin önceki sayfaları dolu. Geçmiş geçmişte ve hep orada olacak. "Geçmiş asla ölmüş değildir" diyen Faulkner'a, "Hatırlamasak bile imgeler sağ kalır" diyen Bergson’a ihtiyacımız var mı?
Sanmıyorum çünkü 2019 aslında henüz geçmiş olmadı bile.
Benim de bu sene kendime bir sözüm vardı. Her şeye baştan başlayacakmış gibi düşünerek verdiğim sözlerden biri. O söze geleceğim ve o sözü izlediğim dizilerle bağlayacağım ama az sonra. Önce başlangıç ve bitişlerle ilgili düşündüklerimi yazıya dökeceğim.
Uzundur geçmişi sahiplenerek ilerlemeyi becerdiğimi sanıyorum. Hatırlamak istemediğim anlardan kaçamayacağımı, keşkelerimin beni mutsuz edebileceğini bilsem de onlarla yaşamam gerektiğini daha iyi biliyorum sanki. Zaman zaman geriye bakıyor ve ne kadar ilerlediğimi ancak o zaman görebiliyorum. İlerlemenin ne olduğunu da daha iyi anlıyorum belki. Yaşanmış güzel anları geride bıraktıkça, iyi kitaplar okudukça, harika filmler ve diziler izledikçe, sevdiklerimle çokça vakit geçirince yaşamımı anlamlı buluyor ve ilerleyen zamanın bana güç verdiğini hissediyorum.
Yuroz’un "Yeni Başlangıçlar" tablosunu görmüştüm. İçinde çokça tane olan narı kullanır ressam. Tanıdığım birçok insanı sınavdan geçirerek yeni başlangıçlara yöneltti hayat. İşte o zaman anladım ki insan bitişlerin kendi başına gelmeyeceğini düşünüyor ta ki kendi başına gelene kadar. Bitmeden başlamıyor ama aslında sıfırdan da başlamıyor, her başladığında heybeniz biraz daha dolu oluyor.
Seneca, "Yeni başlangıçlar için bitişlere ihtiyaç duyarız" diyor. Dante’nin dediği gibi, zaman zaman ne kadar yol aldığımızı görmek için geriye de bakmalıyız. Hep önümüze bakınca yollar bitmez ve aşınmaz görünebilir çünkü.
Gelelim bu yıl kendime verdiğim söze. Daha önce "Beklemek değil ama bekleyecek bir şeyi olmamaktır korkunç olan" yazımda -binge watching- seri izleme deneyimimden bahsetmiştim. Bunun arsız ve tüketim odaklı bir alışkanlık olduğunu ve değiştirmek istediğimi de söylemiş olmalıyım. Ama diyorum ya artık hiçbir şeyi tam olarak geride bırakamayacağımın bilincinde önüme bakıyorum.
Uzundur okumayı ve izlemeyi bile keyiften değil ama daha çok okumak ve daha çok izlemek için yaptığımı fark ettim. 2019 yılının en önemli izlemediğim filmlerine bakıyor hepsini birbiri ardına izlemeye çalışıyorum. Bir filmi izledikten sonra, bir kitabı okuduktan sonra kendime onlarla ilgili hiç vakit tanımıyorum. Üzerine düşünmek için, birkaç şey karalamak için. Sadece keyif almak için izlemeyeli uzun zaman oldu. İşte bu seneden beklentim bu. Daha az okumak ve izlemek pahasına ve zaman zaman dönemin gerisinde kalmak pahasına okuma ve izleme gündemimi kendime göre belirlemek.
Tam bu sebeple daha önce kolay karar veremeyeceğim The Good Wife dizisinin 156 bölümüne göz kırpıp kendisine 1. sezon 1. bölümden başladım. Bu dizinin spin off’u olan The Good Fight’ı izlemiş ve çok sevmiştim. Ama daha önceden 156 bölüm önümde bir dağ gibi durarak beni korkuturdu, zamanımı yiyip bitireceğini düşünürdüm. Diziye başlayınca 2 günde 23 bölüm izlemiş olmam bir gerçeği kulağıma fısıldadı. Bunu seviyorsun, kendini de sev.
Bitişleri seviyor ve başlangıçlara güveniyorum. Ama artık hiçbir başlangıcın sıfırdan bir başlangıç olmadığını anladım. Eskiden siyahlarla beyazlar arasında gider gelirken artık grinin her tonunu barındırıyorum içimde. İnsanın hayatının bir mozaik değil ama bir ebru gibi olabileceğini, biterken başlayanların, başlarken bitenlerin bana mutluluk ve hüzün verebileceğini biliyorum.
İlk sinemaya gidişim daha eski ama en iyi hatırladığım film Rocky 5. 10 yaşlarındayım. Abim, ben ve babam sinemadayız. Ardından hamburger yiyeceğiz. Rexx sinemasında gittiğim filmden çıkınca bir süre Yusuf Atılgan’ın harika anlattığı bu çağın insanı olmuştum. Ne diyordu hatırlayalım: "Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşününen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar."
Şimdi evde izlediğim filmler de bitince kapatıyor yenisini açıyorum ya. Kendime kızışım ondandı. Biliyorum ben aynı insanım ve biliyorum ki bazı şeyleri değiştiremeyeceğim ama içimde bir yerlerde var olan o bu çağın insanını daha çok ortaya çıkarmak istiyorum bu sene.
Bitmeden başlamıyor ama biteni sahiplenerek daha güçlü başlıyor. Sokaktaki asık suratlılardan biri olmamak için sevdiğimiz şeyleri sadece onları sevdiğimiz için, sadece keyfimiz için daha çok yapabileceğimiz bir sene diliyorum hepimize!