CREED 3: EFSANE DEVAM EDİYOR X X X (Creed 3) Yönetmen: Michael B. Jordan Senaryo: Keanan Coogler, Zach Baylin Görüntü: Kramer Morgenthau Müzik: Joseph Shirley Oyuncular: Michael B. Jordan, Tessa Thompson, Jonathan Majors, Wood Haris, Phylicia Rashad, Mila Davis-Kent, Jose Benavidez, Selenis Levya MGM - Warner Bros filmi, 2023. |
Sonunda sinema mevsimi yeniden başladı. Birkaç haftalık durgunluktan sonra işte karşımıza gelen ve üst üste yazacağım iki önemli film.
Evet, efsane devam ediyor. Yani birçok efsane arasında, bu kez Creed efsanesi. İlk bölümü 2015 yılında yazar-yönetmen Ryan Coogler tarafından yönetilmiş ve benim deyişimle "boks sporuna en radikal yaklaşımlardan birini" gerçekleştirmiş. Bir zamanların ünlü boksörü Apollo Creed'in oğlu Adonis, babasını hiç tanımamıştır. Bir şirkette çalışır, ama kimin oğlu olduğunu öğrenince, içindeki dürtüyü durduramaz, ve bu işi seçer: Yani profesyonel boksa atlar. Yardımcısıysa Rock Balboa'dır: Yani bizzat Rocky serisini yaratmış olan Sylvester Stallone... Filmi çok sevmiş ve türünün bir zirvesi saymıştım. "Son derece dinamik bir anlatımla ve cambazlığa dönüşen bir boks maçının tüm gerilimini ve şiddetini sunarak" diye de yazmıştım.
Ardından üç yıl sonra devam filmi geldi: Creed: Efsane Yükseliyor adıyla... Yönetim Stevie Capie Jr. adlı hiç tanınmamış bir yönetmene geçmiş, ama kadro aynı kalmıştı. Birkaç yeni ismin eklenmesiyle... Ve Stallone'nin hem senaryoya, hem oyuncu ve yapımcılığa katılmasıyla... Serüven yine Adonis'in başına gelenlerdi ve boks sahneleri yine müthişti. İki eleştirim de Hayatımızı Değiştiren Filmler / 2015-2020 kitabımda yer almıştır.
Şunu da ekleyeyim: Boks sporu sinemada çok iyi karşılıklar bulagelmiştir. Şöyle bir bakarsak: The Champ - Şampiyon, The Set - Up, Body and Soul, Requiem for A Heavy Weight - Boksöre Ağıt, Rocco ve Kardeşleri, Raging Bull - Kızgın Boğa, The Fighter - Dövüşçü, vs. Bunlara tüm Rocky serisini ve şimdi de Creed serisini eklemek gerekiyor.
Bu kez baş oyuncusu Michael B. Jordan yönetmenliğe bizzat sıvanmış. Ve sonuç yine aynı düzeyde olmuş. Önce 2002 yılında oyuncuların ilk gençliğini görürüz. Şöyle bir... Sonra 15 yıl sonrasına gideriz ve olgunluklarına tanık oluruz. Sonra da bir sıçrayışla günümüze gelinir.
Adonis Creek artık bokstan filan yorulmuş, köşesine çekilmiştir. Eşi, şarkıcı Bianca (Tessa Thompson) ve nedense sağır-dilsiz olan çok sevimli kızı Amara'yla (Mila Davis-Kent) birlikte... Uzun yıllardır hapiste olan eski dostu Damian Anderson (Jonathan Majors) tam 18 yıl sonra çıkmıştır. Bir zamanlar kendisi de amatör düzeyde olsa da boksa bulaşmıştır ve onca yıl sonra yine kendisini göstermek ister. Bunun için de Adonis'in desteğini talep eder.
Ama devir değişmiştir ve ortada gençler vardır. O bitmeyen boks tutkusu içinde bunlardan biri Felix'tir (Jose Benavidez). Ayrıca boksun değişmez hakemlerinden Duke (Wood Harris), eski filmlerde de gördüğümüz aile büyüğü Maryanne Creed anne (Phylicia Rashar) da serüvene katılırlar. Bu arada Damian'ın uzun hapsinde Adonis'in de dahli olduğu ortaya çıkar.
Film dediğim gibi ilk iki bölümün düzeyini tutturuyor. Son derece kalabalık salonlarda son derece hızlı boks sahneleri; maçlar kadar ilginç olmayı başaran antrenmanlar... Hele o tek başına çalışırken, iplerle bağlanmış bir uçağı çekme sahnesi!.. Tüm bunlar kimi zaman çok yakın yüz çekimleriyle ilginç bir uyum kumuş. Hele o aynı andaki karşılıklı ölümcül vuruşlar... İnsanı gerçekten şaşırtıyor. Fonda sürekli bir rap müziği de ilginç... Bir bölümde ise Adonis'in Güney Afrika ziyareti ve oradaki maçı yer alıyor.
Ayrıca daha genel bir bakışla ilginç ögeler de görülüyor. Hemen tüm oyuncuları siyahi olan film, bu açıdan bizlere gerçek anlamıyla bir Siyahi Amerika sunuyor. Time Square meydanında bir binanın köşesine asılmış devasa Adonis Creek portresi ya da yine kısacık gösterilen Ralph Lauren'e modellik de cabası... Hep biraz ırkçı olan ve öyle kalan ABD'de böylesine siyahi çerçeveli bir bakış oldukça enteresan... Bu arada artık filmlerde gözükmeyen Stallone'nin bu filmin de en azından yapımcılığını yüklendiğini belirteyim.
Bir diğer özel durum da filmde sağır - dilsiz olayına ve böylesi bir rahatsızlığı çocukluğundan beri sırtında taşıyan gencecik bir kıza yaşattığı sorunlara yaklaşım... Bu hem senaryoda iyi işlenmiş, hem de genç oyuncu Mila Davis-Ken sayesinde seyirciye iyice geçiyor.
Ve, bitirmek için, bence belki en ilginç bölüm. Ortasında ringin yer aldığı çok kalabalık bir salonun birden karararak, sanki bulutlara gömülme sahnesi... Ve sonra yine asıl haline dönmesi. Gerçekten görülmeye değer...
YARIN: HAYATA RÖVEŞATA ÇEKEN ADAM
Atilla Dorsay kimdir? Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor. On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti. Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler. Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı. 1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı. Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için. Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor. Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti. TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı. Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi". Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor. Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı. Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor. Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"... |