Perşembe günü arabamıza atlayıp Adapazarı’na gittik. Yıllardır görmemiştim. İki saatlik yolculuktan sonra, karşımda çok sempatik bir Anadolu kenti buldum. 1999 depreminde çok kayıp vermiş, bunun travmasını hâlâ atlatamamış, insanların konuşurken o tarihi bir Milat gibi önce/sonra diye hatırladıkları bir kent.
Ama en azından bundan gereken dersleri almışlar. Ve yüksek yapılaşmadan hemen tümüyle vazgeçmişler. Yıkılan önemli yapıların yerine -valilik gibi- ya daha alçakları yapılmış, ya da boş alanlar yaratılmış. Ve önemli olanları özenle restore edilmiş. Darısı tüm ülkedeki depremi yaşayan veya o tehdit altında olan kentlerimizin başına...
Gidiş nedenim Adapazar Enka lisesinin davetiydi. 1999’da eğitim çabamızın öncülerinden İbrahim Betil’in gayretiyle kurulan lisenin Basın Yayın Kulübü, özellikle 9. sınıf öğrencilerinin katıldığı bir etkinlik için beni çok önceden çağırmışlardı.
Böylece tüm bir öğleden sonra, önce sinemamız üzerine konuştum. Ardından bir “Medyaya Giriş” atölyesi yaptık: Daha sınırlı, ama son derece ilgili ve meraklı bir grupla...son günlerin Ayla, Aile Arasında, Martıların Efendisi filmlerinden yola çıkarak eleştiri kurumu, eleştirinin yapısı ve misyonu üzerinde tartıştık. Ben gençlere birkaç şey öğrettim sanırım. Ama onlardan da kimi şeyler öğrendim; en azından genç kuşağın sinemaya bakışı üzerine...
Bu arada lisenin müdürü Hüsnü Yılmaz ve olayların yer aldığı geniş kütüphanenin müdürü Osman Koç’a özel bir teşekkür yollamama lütfen izin verin....
Sonra biraz kitap imzaladım. Akşam da okul öğretmenlerinden Sevim hanım ve eşi Hasan Köken beyle birlikte kentin ünlü ‘ıslak köfte’sinin en ünlü yeri İsmail’de bu lezzeti tattık, aydınlatılmış camilerini gördük. Ve Cuma öğle vakti döndük.
Döner dönmez acı bir sürprizle karşılaştık. Sevgili Buket Aşçı ölmüştü. Ve ben o öğlen kalkan cenazesine bile yetişememiştim...Gerçekten kahroldum.
Buket Aşçı çok özetle kendisini kitaba adamış biriydi. Ama gerçek bir tutkuyla, bitmeyen bir sabırla... Yazar değildi, yazarların habercisi, koruyucusu ve dostuydu. Geçmişten gelen bir geleneğin içinde, diyelim ki rahmetli Yaşar Nabi Nayır, rahmetli Rauf Mutluay, Doğan Hızlan, Turhan Günay, Semih Gümüş, Selim İleri (hem yazar, hem kitap kurdu yanıyla!), Celal Üster, Metin Celal, Filiz Nayır, Ömer Türkeş, İhsan Yılmaz vb. isimler gibi. Unuttuklarım bağışlasınlar.
Onunla yollarımız ne çok kesişmişti...1976 doğumlu Buket’le Aktüel dergisi, Sabah gazetesi ekleri, Milliyet Sanat gibi yayınlarda kimi şeyleri paylaşmış ve dost olmuştuk. 2000’lerde Vatan gazetesine geçmiş ve onun kitap ekini alanının en önemli yayınlarından biri yapmıştı. Öyle ki yılda bir düzenledikleri ‘Vatan-Kitap Kahvaltısı’ yılın hem edebi, hem gastronomik olaylarından biri sayılırdı,
Ve artık pek görüşemesek de, o dostluğu hep korudu. 2006’da böbreğinden rahatsızlandı, ertesi yıl böbrek nakli geçirdi. 2016’da ise kanser oldu. Oysa bir yıl önce spor yazarı Serdar Gürel’le evlenmişti. Ama kader ona bu mutluluğu çok gördü. Birçok iyi insana yaptığı gibi...
Aşçı birçok kitabımı yazdı, sonraları –özellikle hastalık günlerinde- yazdırdı. Ve bunu hep ilk önce yapmayı başardı. Yıllar önce çıkan hikaye kitabım Hepsi Senin İçin’i ilk önce Vatan-Kitap’da Canan Hatiboğlu yazmıştı.
Raslantıya bakın ki –aslında rastlantı değil elbette, gerçek dostluk!- sonuncusu olan O Güzel Atlara Binip Gidenler üzerine ilk yazı da, neredeyse kitapla birlikte, Vatan-Kitap Kasım sayısında çıktı: İpek Ceylan Ünalan imzasıyla...Ve tam sayfa.
T24’de bu kitap için yazanları andığım iki hafta önceki yazımda, bu çok değerli çabayı anmayı unutmuşum. Ne ayıp!...Utançla özür diliyorum: Özellikle onun aziz hatırasından...
Ne yapabiliriz...Giden gidiyor. Kendi adıma üç şey yapacağım. Öncelikle ailesine ve eşine başsağlığı dilemek...İlk fırsatta mezarına gitmek...Ve çıkacak ilk kitabımı ona adamaya söz vermek...Allah rahmet eylesin.
Ve yılın bu son gününde tüm okurlarıma iyi ve mutlu bir yeni yıl diliyorum. Kolay değil, biliyorum. Artık olabildiğince...