RÜZGAR YÜKSELİYOR
(Kaze Tachinu/ The Wind Rises)
Yönetim ve senaryo: Hayao Miyazaki
Müzik: Joe Hisaishi
Animasyon şefi: Katsuya Kondo
Japon filmi.
Japonların büyük canlandırma ustası Hayao Miyazaki, yıllar sonra bu türü canlandıran bir dahi, adeta çağdaş bir Walt Disney olarak sinema tarihindeki saygın yerini çoktan aldı. 1940 doğumlu sanatçı, özellikle 2000’li yıllarda Prenses Mononoke, Küçük Deniz Kızı Ponyo, Küçük Cadı Kiki, Aşırıcılar gibi filmleriyle türü sevenlerin gönlünde taht kurdu. (Hepsi Miyazaki Koleksiyonu adıyla bizde de çıktı- tiglon’dan).
Bu yeni film temel bir yenilik içeriyor. Sanatçı bu kez tümüyle fantastik soslu düşsel bir öykünün yerine, belli bir dönemin özel koşullarına yerleşen ve tarihsel-toplumsal önemi olan bir hikayeye odaklanıyor.
30’lu yıllar. Büyük Bunalım’dan henüz çıkamamış dünyada siyasal gerilim de artarken, Japonya henüz hayli yoksul bir ülkedir. Şirketler iflas etmekte, kapılarını kapayan bankaların önünde halk toplanmakta, işsizlik çığ gibi artmaktaır. Bunlar yetmiyormuş gibi, ezeli depremler ülkeyi hallaç pamuğu gibi atmaktadır.
Japonya’nın faşist Almanya ile sıkı ilişkileri vardır ve genç insanlar, o ülkeye gidip eğitim almaktadır. Bu arada uçak mühendisi olma hayalleri gören Jiro da Almanya’ya gider. Ve ünlü Mitsubishi firmasına girerek hayallerini gerçekleştirmeye çalışır. Bir yandan aşık olduğu genç kızın dönemin belası vereme tutulması, öte yandan yaklaşan savaş hayatını karartacaktır.
Film öncelikle Miyazaki’nin ‘alamet-i farikası’ olan sade, yalın, ama gayet etkileyici bir grafik çalışmaya dayanıyor. Hollywood’un genelde tercih ettiği abartılı, karikatüre yakın estetikten uzak...Ve sanki yönetmen bu yöntemle hayata daha yakın, daha gerçekçi duran bir anlatıma ulaşıyor. Ama şiiri ve şiirselliği de hiç boşlamayan, birçok bölümde insanın gözünden yaş getiren bir güzellik ve haşmet duygusuna erişmeyi başaran...
Öte yandan film, denediği tüm doğal, toplumsal ve dönemsel tasvirlerde büyük başarıya ulaşıyor. O deprem sahneleri, bize depremi bol özel efektlere dayanarak anlatan gösterişli ve ünlü filmleri kıskandıracak kadar etkileyici: Yeşil Yunus Sokağı’ndan Deprem’e...Hele savaşı göstermese de savaş sonrası hüznünü tek bir bölümle özetleyen final...
Benzer biçimde, yaşanan mali bunalımdan yaklaşan savaşa tüm o tarihsel olaylar da büyük ustalıkla sunulmuş. Böylesine ayakları yere ve de tarihe sapasağlam basan bir animasyon ne zaman görmüştük? Belki de hiç görmedik!...
Film olasılıkla Miyazaki’nin başyapıtı. Ne olursa olsun, türüne büyük saygınlık getiren ve güzellikler ekleyen bir film, bir başyapıt. Artık sinemayı bırakma niyetinde olduğunu söyleyen Miyazaki, umalım ki bunu ertelesin...
Başka Sinema dağıtımı içinde gösterme giren bu filmi kaçırmayın derim.
HIZ TUTKUSU
(Need for Speed)
Yönetmen: Scott Waugh
Senaryo: George Gatins
Görüntü: Shane Hurlbut
Müzik: Nathan Furst
Oyuncular: Aaron Paul, Dominic Cooper, İmogen Poots, Scott Mescudi, Rami Malek, Ramon Rodriguez, Michael Keaton
Dreamworks yapımı.
İddialı, ama zor yürüyen ‘sanat filmleri’nin yanısıra tümüyle ticari tür filmlerine göz atmak, insanı rahatlatabilir. Hatta biz eleştirmenler bile bu gereksinimi duyabiliriz. Hiç olmazsa bulmaca çözmek yerine kafayı yormadan bir gösteri izlemek için!...
Hız Tutkusu bu sözü yerine getiren filmlerden. Gençlerin hız tutkusu ve kimi zaman yaşadışı da olabilen araba yarışları üzerine bir film. Yani son dönemin çok tutulup uzun bir seriye dönüşen Fast and Furious- Hızlı ve Öfkeli filmlerinin bir diğeri.
New York’lu bir asi gençler çetesi. En büyük zevkleri araba ve yarış. İşin profesyonelliğine de kaymışlar: özellikle izbe atölyesinde araba tamir ve yapımı üzerinde uzmanlaşan Tobey. Biraz ötelerinde, birazamanlar gruba girmiş, ama sonra onlara ihanet etmiş ve de yükselip köşeyi dönmüş bir diğer yarış hastası var: sinsi ve kötüniyetli Dino.
Dino’nun önerisiyle arkadaş grubu yeni bir model üzerinde çalışmaya başlar. Bu arada Dino, içlerinden birinin güzel kızkardeşi olup Tobey’in de ilgi duyduğu kızı tavlayarak evlenmiştir. Ama Dino hinoğlu hinliğini gösterecek ve bir yarışta kayınbiraderinin ölümüne neden olacaktır. Artık hesaplaşma günü gelmiştir: ABD’yi (hem de iki günde) katederek gidecekleri California’daki yasadışı bir özel yarışta...
Filmin yarış ve takip sahneleri olağünüstü. O Amerikan oto ve yan yollarındaki çekimler, gerçekten parmak ısırtıyor. Hele yönetmenin kimseye dublör vermediğini ve herkesin bizzat katıldığını öğrenince... Ve iki saatin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz.
Ama etik ve toplumsal açıdan sorunlu, hatta basbayağı tehlikeli bir film bu... Çünkü hız keyfi için öylesine gözü dönmüş ve öylesine riskli bir anlayışı karşımıza getiriyor ki... O genç insanlar, yarış zevki uğruna hem kendilerinin, hem de sayısız insanın hayatını riske atıyorlar. Yollar bir yere varmak amacını unutup, ölümcül atraksiyonlar için bir sahneye dönüşüyor. Ve o genel paranoya içinde, trafik polisleri bile ayni şeyi yapıyor: finalde o yasadışı yarışı, hem de neredeyse sonu geldiği halde, illa da durdurmak için ortaya atılan ve bir dizi kazaya neden olan ekipler gibi...
Böylece, bu pekala oyalayıcı film, hele bizim gibi trafiği berbat bir ülke için ulusal bir tehlike haline geliyor… Öylesine yani!..